Bir yoksulluk tarifi olarak selfi

O zamanlar ‘selfi’ yoktu. Kendi kendine fotoğraf çekmek, bir yalnızlık belirtisiydi ya da hiç kimse yalnız değildi galiba. Selfi çekmek ve yalnız olmak, mahcup ediyordu o zamanlarda insanı. Galiba daha kalabalıktık ve daha az yalnızdı insanlık.

O zamanlar ‘selfi’ yoktu. Kendi kendine fotoğraf çekmek, bir yalnızlık belirtisiydi ya da hiç kimse yalnız değildi galiba. You Tube kanalları filan da olmadığından televizyon da daha ciddi görünüyordu. Zeki Müren’inin televizyona çıkmış olması bundan önemliydi, hele biz sıradan ölümlülerin, orada görünmesi, daha da çok. Cinayet işleyen birisini hatırlıyorum. Acar muhabir, polisler arasında peşinden koşup, ‘Niye öldürdün’ diye soruyordu. Kameraman da üstünde kanalın adı yazan mikrofonla, katili aynı kadraja sığdırmaya çalışıyordu. Bu soruyu duyunca, işlediği cinayet, gözünün önünden bir film şeridi gibi geçeceğini düşünüyordu insan ama o buna pek aldırmadı. ‘Televizyona çıkacağımı biliyordum’ diye cevap verdi. Televizyona çıkmak için öldürmemişti ama bunu önemli gördüğü kesindi. Dedim ya önemli şeylerdi o günlerde televizyonda olmak.

Sonra televizyon kanalları, gittikçe sıradanlaştı. Herkesin bir kanalı vardı. Hepsi aynı değildi ama yine de vardı işte. Borges’in sokağa düşen tanrıları gibiydi artık televizyon. Yuvarlanarak ve toz toprak içinde sokaklardan geçerken, içi boş görkemlerinden pek bir şey kaybetmemişlerdi ama eski havaları yoktu. Bazı kanallar hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı ama cemaatleri yaşlanıyor ve yenileri peşlerinden gelmiyordu artık. Hayat televizyon kutularından, daha küçük bir şeye, telefona doğru akıyordu.

Kore’de o günlerin ve bugünün, hala çok büyük bir kanalına program yapıyordum. Tek kişiydim ve anonsları da kendi başıma çekiyordum ama selfi bir yoksulluk tarifi sayıldığından çaktırmamaya çalışıyordum. Çiftçiler polis otobüsünün parmaklıklarının arasına uzun demir çubuklarını sokup, parçalayıp, içine Molotof kokteyl atarken, otobüsten iki adım, kameradan bir kol uzakta, ‘şimdi Kore’de çiftçilerin eylemindeyiz’ gibi çoğul cümleler kuruyordum. Sonra akşam merakla çektiklerimi seyrediyordum, arkamdaki otobüsün içindeki Molotof’un, parlamasını da alabilmiş miyim acaba diye…

Bazen ama, bazen pirinç rakısı içiyorduk çiftçilerle, traktörlerle barikat kurup sokaklara, ateş yakıyorlardı…

Mohikanlar gibi…

Bazen çatışan bir çiftçiye kamerayı verip, kadraja girmeye çalıştığım da oluyordu, tek başıma olduğumu ve selfi çektiğimi gizlemek için. Uzun demir çubuklarını, kenara koyup, kamerayı kullanıyorlardı. Kısa bir anonstan sonra, ben kamerayı geri alıyordum, o polis otobüsü camları kırmaya devam ediyordu.

Selfi çekmek ve yalnız olmak, mahcup ediyordu o zamanlarda insanı.

Galiba daha kalabalıktık ve daha az yalnız insanlık.


Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi