Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Şair Refik Durbaş seksen yaşında

Aşkın, sevdanın, kara sevdanın, alın terinin, ayrılığın, gurbetin, sılanın, hasretin, sömürülen emeğin, hüznün, yadigârın, efkârın emanetin şairi Refik Durbaş seksen yaşında. İyi ki doğdun şair. Nice seksen yaşlara.

Şiirlerinde, okuyanların yalnızca dizelerin değil, çağın ve hayatın da altını çizdikleri bir şairdir Refik Durbaş. Seksen yıl önce Erzurum’da 10 Şubat 1944’te doğmuştur. “İlk gençliğinin anayurdu” ise İzmir olmuştur.

Durbaş şiire İzmir’de başlar. Şiir çevreleriyle ilk teması, bağlantısı bu şehirde gerçekleşir. İlk şiirleri buradayken yayımlanır. Onu İstanbul’a şair olarak yolcu eden “İlk gençliğimin anayurdu” dediği İzmir’dir.

METNİN BAŞLIĞI

Her başlık ait olduğu metnin öncelikle bir özetini sunar. En az sözcükle çok şeyi anlatmaya yönelik bir kısıtlamayı de içerir. Okura çağrı yapar. Birtakım vaatlerde bulunur. Aynı zamanda ait olduğu metne girişi gösteren bir tür ok işaretidir. Bu metnin başlığı için de benzer şeyler söylenebilir galiba. Öyle olduğunu düşünerek başlıktaki kısıtlamayı açalım, sözün tamamını yazalım:

Aşkın, sevdanın, kara sevdanın, alın terinin, ayrılığın, gurbetin, sılanın, hasretin, sömürülen emeğin, hüznün, yadigârın, efkârın emanetin şairi Refik Durbaş seksen yaşında.

Durbaş, “İnsana dair hiçbir şey yabancım değildir” sözünü düstur edinmiş ve bu sözün kapsamına giren ne varsa şiiriyle oraya odaklanmıştır. Modern Türkçe şiirde daha önce kimsenin girmediği hem fiziksel, hem tinsel “mahallere” girmiş; oradaki hayatı, tersinden düzünden, enine boyuna şiire aktarmıştır. Ellili yıllarda kırsal kesimden kentlere doğru başlayan göçle kentlerde yeni bir insan tipolojisi oluşmuştur; yoksul, emekçi ve istihdamın marjinal işgücü. Örneğin çıraklar, minibüs muavinleri vb… Durbaş’ın şiirinin odağında onlar olmuştur.

Modern Türkçe şiirde onun yaptığını bırakın aşmayı aynı boyutta bile gerçekleştiren bir başka örnek hâlâ yoktur. Oysa emekçi sınıfı bütün kesimleriyle ve bireyleriyle yaşamaya devam ediyor. Hâlâ “çırak aranıyor”. İş cinayetlerinin olmadığı bir gün bile yok. Bu bağlamda, günümüz şiirinin, modern Türkçe “şiirimizin” yüzü başka yöne çevrili sanki. Hayatta, dünyada bakılacak çok şey var elbette. Ancak olup bitenlere kenardan, uzaktan, dışarıdan bakmakla yakından bakmak bir olur mu hiç?

İLK KİTAP VE SONRASI

Refik Durbaş’ın ilk şiiri 1962’de, ilk kitabı “Kuş Tufanı” 1971’de yayımlanır. Altmışlı yıllarda şiirleri dergilerde yayımlanmış, ama kitap olarak okurla buluşması için acele etmemiştir. O yılların genç kuşak şairleri arasındadır. Ama asıl dikkatleri ilk iki kitabı yayımlandıktan sonra çektiğini söyleyebiliriz.

Şairin yayımlanan şiir kitaplarının, yayınevleri ve yayımlandıkları tarihle birlikte bir listesini hazırladık. Liste şöyle: “Kuş Tufanı” (Soyut, 1971), “Hücremde Ayışığı” (Cem, 1974), “Çırak Aranıyor” (Cem, 1978), “İkinci Baskı” (ABeCe, 1979), “Çaylar Şirketten” (AbeCe, 1980), “Nereye Uçar Gökyüzü” (YAZKO, 1983), “Siyah Bir Acıda” (YAZKO, 1984), “Yeni Bir Defter-Şiirler-Meçhul Bir Aşk” (Yeni Türkü, 1985), “Geçti mi Geçen Günler” (Adam, 1989), “Menzil” (Papirüs, 1992), “Düşler Şairi” (Adam, 1997), “İstanbul Hatırası” (Adam, 1998), “Hatıram Olsun” (Adam, 2000), “Şimdi: Haberler” (Adam, 2001), “Yol Uzundur Günden Ama Ölümden Kısa” (Adam, 2002), “Rüya Tabirleri” (Adam, 2004), “Gözbebeğim İstanbul” (Boyut, 2004), “Kırk Dört Sıfır Dört” (Kırmızı, 2007), “Bağışla Ziyanımı” (Islık, 2014) “Yeni Şiirler” (Islık, -“Toplu Şiirler III Kırık Ayna” içinde- 2016) ve “Şayeste” (Islık, 2018).

İlk kitaplar, özellikle ilk şiir kitapları şairler için olduğu kadar okurlar için de, tarih için de önemlidir.

Durbaş’ın ilk kitabından bir şiir okuyarak devam edelim. Son dörtlüğünü alıntıladığımız şiirin başlığı “Majiskül Bir Kadın Yüzüne”:

içinde aşkın hurda bisikleti

nereye gitse bir harf uçuyor yüzünden

tenha ve gizli takvimlerde

şimdi yapma bir gül kalmıştır elinde

tahta atıyla geçtiği günlerden

ŞİİRİ OLANLARIN ŞİİRİ

Daha önce şiirin, şairin pek girmediğini belirttiğimiz fiziksel, tinsel “mahaller”den kastımız, örneğin fabrikalar, çay ocakları, iş hanları, konfeksiyon atölyeleri, merdiven altı imalathaneler, yoğun emek sömürüsünün yaşandığı üretim alanları ve oraların ruhsal ortamıdır. Refik Durbaş, bahsedilen mekânlara ve ortamlarda üretim bandının başında olanların, istihdam edilenlerin; çırakların, çocuk yaştaki işçi kızların, otobüs muavinlerinin, çaycıların, garsonların, fırıncıların, matbaa emekçilerinin bir şiiri olduğunu, şiiri olanların şiirlerini yazarak göstermiştir. “Her yüz bir öykü yazar” sözünü, Durbaş”ta her emekçi bütün varlığıyla bir şiirdir olarak geliştirmiştir adeta. Bu da modern Türkçe şiirde önemli bir yenilik oluşturmuştur. Güncelin de bir şiiri olduğuna, güncelin şiirlerini yazarak Nâzım Hikmet de dikkat çekmiştir. Durbaş güncelliğin, sıcak gündemin şiirini yazarak katılmıştır bu zincire.

Aslında zor iştir güncelin şiirini, şiirden ödün vermeden yazabilmek. Şair ancak zoru göğüslemekten kaçınmadığında canlı kalacak hamleyi yapabiliyor.

Nâzım Hikmet’in sokağa çıkardığı, Orhan Veli’yle Garip’in “şapka giydirdiği”, İkinciyeninin şehrin ve gerçeküstünün muhtelif yerlerinde; iç mekân, dış mekân demeden gezdirdiği modern Türkçe şiiri Refik Durbaş emeğin, alın terinin, ucuz işgücünün başrolde olduğu “emek dünyasında arzın merkezi” denilen yerlere götürmüştür. Daha doğrusu orayı şiire getirmiştir demek belki de…

Onikimart sonrası yayımlanan ikinci kitabına adını veren şiirden iki dize okuyalım. Altmışlı yılların sol sosyalist muhalefeti 12 Mart askeri darbesiyle bastırılır ve faşist Onikimart dönemi başlar. Dönemin güneşten mahrum kalınan toplumsal, siyasal ortamında o karanlıkta, hücrelere ancak rüyalarda girebilen ay ışığı umudun imgesi olur. “Hücremde ayışığı” şiirninden iki dize sunalım:

Çıplak taş, demir kapı, sessizlik

sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr

YETMİŞLİ YILLARIN ŞİİRDE ZİRVE KİTABI

Yetmişli yılların bilhassa sonlarına gelindiğinde, altmışlı yıllarda kitaplarını yayımlamış ve ilgi görmüş aynı kuşaktan kimi şairlerin üretiminde bir gerileme söz konusudur. Kimileri şiirle arasına mesafe koymuş, kimilerinin şiirleri nitelik açısından düşüşe geçmiştir. Bir anlamda güncel olandan da, tarihsel olandan da, daha önemlisi şiirden uzaklaşmışlar, şiirde seviyeyi yükseltecek hamleler yapmak açısından güçsüzleşmişlerdir. Refik Durbaş’sa aksine, bu yıllarda, şiirleriyle ön plana çıkan şairlerinden biri olmuştur. Bilhassa 1978’de yayımlanan “Çırak Aranıyor”, onu modern Türkçe şiirin zirvesine taşıyan yapıt olarak geçmiştir tarihe.

“Çırak Aranıyor” tek başına bir şiir olarak da geniş çevrelerin dikkatini çekmiştir. Zülfü Livaneli tarafında bestelenip şarkı olarak söylenince daha da yayılmış ve ünlenmiştir. Aktaracağımız dizeler “Çırak Aranıyor”da yer alan “Usta” başlıklı şiirden:

bugün grevdesin, korkuya aldanma

mavi gömleğin derlesin afişleri

Bugün grevdesin, bayramda sendika

onurunla bezenmiş bütün fabrika

Doğan Hızlan, Durbaş’ın şiirini değerlendirirken şunları söylüyor: “Yalınlığın ustalığına örnek gösterilecek bir şiirdir. İlk okuduğunuzda gündelik yaşamdan bir kesit gibi gelir, ama sonradan bütün yaşamı kapsadığını fark edersiniz. Bir enstantaneden iyi bir şiir çıkarır. Duyguların, acıların, sevinçlerin bir büyütecidir. Yaşayıp geçtiklerimizi onda okuyunca, bıraktığı derin izler, kapanmayan yaraları idrak etmeye başlarsınız.”

YALIN VE YENİ

Şair ancak tehlikeli sayılan hamleleri yapmayı, risk oluşturan girişimleri göze alabildiği ve göğüsleyebildiği takdirde, başta zaman olmak üzere birçok engeli aşabiliyor. Şiir için de, şair için de tozlanmamanın, paslanmamanın, küflenmemenin, küllenmemenin bir püf noktası varsa herhalde arayıştan vazgeçmemektir. Modern Türkçe şiirde örnekleri çok. Nice şair, arayıştan vazgeçtikten sonra çoktan ölmüş de gömülmesi için cesedinin soğuması beklenen cenaze olmuştur.

Güncelin ve hayatın sıcak an ve olaylarına, gelişmelerine yakın durarak, yalınlığı ve yeniliği sürdürerek “diri” kalabilmiş şairlerden biridir Refik Durbaş. Yetmişli yıllarda özellikle “Hücremde Ayışığı”nda, çerçevesini çizdiği poetik programını yayımlanan son şiirleri de gösteriyor ki sonuna kadar terk etmemiş ve yürütmüştür.

Refik Durbaş’ın şiirinde ayırt edici bir başka özellik olarak şu noktanın da altını çizebiliriz: Şair ilgilendiği toplumsal sınıfa ve hayatına ne yücelterek bakar ne de küçümseyerek… Mesafesinde bir nesnellik vardır, ama daha önemlisi yoksulların, ezilmişlerin, emekçilerin oluşturduğu sınıfa duyarlılıkla ve farkındalığı yüksek bir açıyla yaklaşmış olmasıdır. Elitizmin tuzağına da, idealizmin çorağına da düşmemiştir.

Yakınlık duyduğu ve hatta içinden biri olduğu toplumun emekçi sınıfına bir yığın, bir kitle olarak değil, bireyler olarak bakmıştır. Onların hayatlarını izlemiş, varlıklarını ve varoluşlarını şiirin “sinegözünden” yakın plana getirmiştir. Şu betik “Siyah Bir Acıda” başlıklı yüz bölümlük şiirin on dokuzuncu parçası:

Sessizce ilişti masaya

Beyaz peynir söyledi, çoban salata

bir küçük rakı, karanfil

tadımlık bir hüzün söyledi

tadımlık bir yalnızlık

bir sevda herkese

Bir karasevda kendine

DURBAŞ’IN ŞİİR KAYNAĞI

Durbaş’ın da her şair gibi şiirinin kaynakları kendisinden önceki şiirsel birikimdedir. Başlangıçta da, daha sonra da en yakınındaki kaynaktan İkinciyeniden esinlenmiştir, etkilenmiştir. Altmışlı yıllarda İkinciyeni şiirinin etkisiyle ortaya çıkan ikincitoplumcuyenigerçekçi şiirin daha sonraki dönemlerde de temsilcisi olmuştur. (Yeri gelmişken altmışlardan sonra “toplumcu gerçekçi” şiir yazılmamıştır. Çünkü bu dönemde ve sonrasında İkinciyeni dalgasından etkilenmeyen şair de şiir de olmamıştır.)

Durbaş’ın esinlendiği, etkilendiği bir başka önemli kaynak da halk şiiri olmuştur.

Haydar Ergülen, “Gurbet Burcu: Refik Durbaş” başlıklı yazısında “Bir şair hem çok şiirden hem çok şairden beslenir, etkilenir, rüzgârlanır, havalanır, göğü ve göğsü genişler, kimsenin de kimsede doğrudan etkisi aranmaz, hem bana kalırsa da aranmamalıdır” diyor. Ergülen yazısına şöyle devam ediyor ve Durbaş’ın şiir kaynağı konusunda dikkate değer saptamalarda bulunuyor: “Ece Ayhan’ın pek çok şiirini yaygınlaştırmış, açık hava sinemasında göstermiş, hatta içini açmıştır Refik Durbaş’ın şiiri. ‘Çırak Aranıyor’ ile ‘Çaylar Şirketten’ kitaplarındaki şiirlere bakmak yeterlidir bunu görmek için. Oysa görünüşte Ece Ayhan şiiriyle Refik Durbaş şiiri arasında ne bir ilişki vardır ne de bir yakınlık. Ben Refik Durbaş’ın bilhassa bu iki kitapta yer alan çıraklar, ‘mavin’ler (muavin: Otobüslerde, eskiden minibüslerde yardımcı eleman, ‘host’) ve çocuklarla ilgili şiirlerini Ece Ayhan’ın ‘Ortaikiden Terk’ çocuklar için yazdığı şiirlerin bir ‘devamı’ gibi okurum. Yani o çocukların ortaikiye kadar olan kısmını Ece Ayhan, ortaikiyi terk ettikten sonralarını ise Refik Durbaş yazmış gibi okurum, düşünürüm. ‘Eli sanata, dili küfre, yüreği acıya’ düşen çocukların şiirini yazmak da o yıllarda ‘kalfa’lık makamında olan Refik Durbaş’a düşmüş”tür.

Durbaş’ın etkilendiği şairler bahsinde galiba Ece Ayhan’ın yanına alınacak Cemal Süreya da var, yakınlıkları dikkat çeken Ülkü Tamer’i de unutmamak gerekir. Refik Durbaş’ın modern Türkçe şiirde ne yaptığını, neyi gerçekleştirdiğini anlatmak için belki de; bir kayıt cihazı gibi çalıştığını, yaşadığı dönemi, çağı şiirin hafızasına aktardığını ifade ederek başlamak gerekir. Durbaş’ın yenilikçiliğine, yenilene yenilene değiştiğine değinmiştik.

Orhan Koçak, “Çaylar Şirket’ten kitabından itibaren yoldan söz etmediğinde bile Refik Durbaş’ın “yolculuk şiirleri yazdığına” dikkat çekiyor. Koçak, Virgül dergisinin 53. sayısında yer alan ve şairin “Yol Uzundur Günden Ama Ölümden Kısa” kitabına değindiği yazısında, “yolculuğun Nâzım Hikmet’te olduğu gibi sürgünlük izlerini de içeren siyasal bir yolculuktan çok, hayali ve zihinsel bir yolculuk olduğunu” belirtiyor. Koçak, Virgül dergisinin 75. sayısında bu defa Durbaş’ın bir sonraki kitabı “Rüya Tabirleri”ni değerlendirdiği yazısında, şairin “bu çağda şiirini okutmak için formatını değiştirdiğine” dikkati çekiyor. “Rüya Tabirleri”nden “Ömrün Gençlik Güneşine Rüya” başlıklı şiirden bir bölüm okuyalım:

2002’de bugün caz misafir oldu kalbime…

2002’de bugün, sekiz gündür

asansör bozuk olduğundan

evden çıkamıyordum

Göztepe’den Kadıköy’e yürüdüm

Feneryolu’nda bir bardak çay içtim

Geçen günlerime telefon ettim

gelecek günlerimin mektubunu yazdım

Refik Durbaş, son dönemindeki şiirlerinde daha yoğun biçimde dikkat çekiyor, adeta bir vakanüvist gibi çalışmış, hayatın şiirle kaydını tutmuştur. Halk şiirinin bir geleneği olan ve yetmişli yıllara kadar süren “destancılık” tarzının adeta modern Türkçe şiirdeki karşılığını üretmiştir. (Destancılar ya da gazelciler tek sayfa olarak bastırdıkları “ağıtları” genellikle çarşılarda, pazar yerlerinde okuyarak gezerler ve satarlardı. Destan olarak adlandırılan şiirlerin konusuysa genellikle toplumsal ve tarihsel boyutu olan olaylarla ilgili olurdu.)

Bir başka söyleyişle, Durbaş’ı günlük hayatın tragedyasını yazmış bir şair olarak değerlendirmek mümkündür.

Şeref Bilsel’in yorumuyla söyleyelim: “Meydanlarda, dağlarda, parklarda ‘göğü ekini biçmiş’ gibi cümlemizden kopartılan çocuklar, gençler, soluk kalıyor onun şiirlerinde; bir ucu parklara, diğer ucu dağlara, Roboski'ye dokunuyor dizelerinin.”

ŞİİRLE MUHALEFET

Durbaş’ın muhalifliği ilk gençliğinden itibarendir. O nedenle şiirinin, daha önce girilmeyen “fiziksel ve tinsel mahallere” girmesi, dile getirilmeyen hayatlarla, varoluş halleriyle ilgilenmesi tesadüf değildir. Altmışlı yıllarda bir genç olarak deyim yerindeyse, o yıllarda ne olunması gerekiyorsa onu olmuştur. Solcu olmuştur, sosyalist, olmuştur. Emekten, umuttan, ezilenden yana, sömürüye, baskıya, yasaklara karşı olmuştur. O yılların sol sosyalist muhalefetinin bir araya geldiği Türkiye İşçi Partili olmuştur.

Refik Durbaş’ın şiirleri, aynı zamanda “muhalif şiirin” ne olduğunu, nasıl olabileceğini merak edenler için de yol gösterici olabilir.

Güncelden de, şiirden de, gerçeklikten de vazgeçmeden, uzaklaşmadan hayatın olağan olduğu kadar olağandışılığını, beklenmedik toplumsal, siyasal gelişmelerini, olaylarını şiirin diliyle kaydetmek nasıl mümkün olabilir sorusunun karşılığını, onun yapıtlarında açık ve ayrıntılı biçimde bulmak mümkündür.

Şairin toplu şiirlerinin üçüncü cildi “Kırık Ayna”da yer alan “Ankara Garı”nda başlıklı şiir, 10 Ekim katliamının belgesel şiiridir. Aynı zamanda muhalif şiirin poetikasını yansıtan bir örnek olarak da okunup yorumlanabilir. Şiirden bir betik aktaralım:

Ölüler yatıyor

on dokuz yaşında delikanlılar

hayalleri çalınmış genç kızlar

yırtık ayakkabısıyla bir üniversiteli

bir çocuk, gülümsemesi

yarım kalmış gökyüzünde

“gündüzleri güneşte

geceleri yıldızların altında

ölüler yatıyor

Ankara’da Gar’ın önünde

Refik Durbaş ve yapıtlarıyla ilgili bunun ilk yazımız olmadığını hatırlatmak isteriz. Daha önce de şairle ilgili yayımlanan yazılarımız olduğunu belirtelim. İlgilenenler için, şairin yaşamını yitirdikten sonra (8 Aralık 2018) ve “Çırak Aranıyor” odağındaki iki yazımıza internetten ulaşılabileceğini ekleyelim.

İyi ki doğdun şair. Nice seksen yaşlara…


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi