Sadece ayak izlerimiz, bizi takip ediyor

Sabah dört filandı Bolivya’da. Dağlarda altı saat gittik, bir yere varamadık. Ne zaman, ne kadar kaldı diye sorduğumuzda, altı saat diyordu şoför. Bazen biraz yürüyorduk bacaklarımız kendini hatırlasın diye. Ve sadece ayak izlerimiz bizi takip ediyordu

Sabah dört filandı Bolivya’da. Oldukça zor nefes alınıyordu. Yüksek yüksek tepelere ülke kurmuşlardı. ‘Salar da İyuni’ye gidecektik. Harika bir tuz gölüydü ya da çölü. Ne zaman gitsem, yeniden büyülüyordu. Sonsuzluğun resmi gibiydi. Her yer beyazdı. Güneş doğarken mavi oluyordu, her yer ve güneş batarken kızıl, her yer. Bu sefer İnka’ların tuz madeni var diye gidiyorduk oraya ve ne çeksek harika olacağı için. Tuz çok önemliydi İnka kültüründe. Kıtlık zamanları için, tuzu kullanarak yiyecekleri saklamışlardı ama sadece zenginler ve krallar için değil, herkes için.

Para da yoktu ve bal gibi de yaşıyorlardı. Banka soymak da gerekmiyordu yani…

Bizim ise paramız ve zamanımız bitiyordu. Daha hızlı gitmemiz gerekiyordu. 1848 devrimcileri birbirinden habersiz, saat kulelerine ateş ederken, haklıydılar. Akrep ve yelkovan boğazımızı sıkıyordu, takvim tekmeliyordu, acımasız. Taksi tutmak zorundaydık, 600 kilometre yol için. Bolivya ucuz bir ülkeydi aslında. Bizim için bile. Eskiden daha ucuzdu tabii ki. Taksiyi bekliyorduk otelin lobisinde; Dört kişi, sırt çantaları, iki kamera, tripot, bir dron ve bolca koka yaprağı…

Taksi geldi. Büyükçe bir taksiydi, hani bagajı koltuk olanlardan. Altı saat sürecek demişti şoförü. Koka yaprağı ikram etmiştik pazarlık yaparken, iyi bir gelenekti bu. Kokayı dostlarıyla paylaşırdı insanlar. Daha önce Koka yaprağı tarlasında çalışırken öğrenmiştim bunu. Yaprakların kokusu, insanın bedenine bulaşıyordu toplarken ve biraz yeşile dönüyordu tenimiz ya da bana öyle geliyordu.

Her şeyi dışarı taşıdık önce. Yere koyup, sırt sırta dayadık çantaları, tripotu, kameraları filan. Koka yapraklarını kendimizden ayırmadık. Sonra bagaj kapısını açınca gördük. Bir yerli kadın oturuyordu arkada. ‘Günaydın’ dedi bize. Şoför ‘Eşim’ dedi. ‘Hiç gitmedik Uyuni’ye o da gelmek istedi’ dedi. Kadın yüzüme bakıyordu ve herkes…

‘Nasıl sığacağız’ dedim, altı saatti yol, dağlarda. ‘Sorun değil’ dedi şoför. Her şeyi koymaya başladı. Tripot ayaklarının altında uzanıyordu, Sırt çantalarını iterek sokmaya çalıştığımızda ona göre şekil alıyordu. Kartal-Kadıköy minibüsleri kadar tıkış tıkış olduk, Çin metroları kadar kalabalık.

Dağlarda altı saat gittik, bir yere varamadık. Ne zaman, ne kadar kaldı diye sorduğumuzda, altı saat diyordu şoför. Bazen biraz yürüyorduk bacaklarımız kendini hatırlasın diye…

Ve sadece ayak izlerimiz bizi takip ediyordu…


Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi