Geçmişin belirsizliğini belirginleştirme sorunsalı

Murathan Mungan son romanı 995 km’de 1990’ların karanlığını, yani belirsizliklerle örülü bir geçmişi anlamaya çabalıyor. Delik deşik, adeta bir kevgir gibi olan karanlık geçmişin belirsizliğini belirginleştiriyor.

Bu hafta Murathan Mungan’ın 995 km romanı hakkında konuşmaya devam edeceğim. Geçen hafta 995 km’yi ana hatlarıyla tartışmış ve romanın baştan sona ustaca kurulmuş bir yapıya sahip olduğunu iddia etmiştim.

Aslında roman birbirinden farklı yöntemlerle kurulan iki ayrı kısma ayrılıyormuş gibi görünüyordu. İlk kısımda katilin zihni, belleği ve eylemleri üzerinden onunla 995 km’lik yolu alıyorduk. İkinci kısımda ise 1990’ların faili meçhuller döneminin genç gazetecileri ile katili yönlendiren devlet birimlerinin unsurları gibi farklı karakterleri tanıyor, onların zihinleri ve diyalogları üzerinden döneme daha geniş bir perspektiften bakıyorduk. İkinci kısmın son üç bölümü bizi yeniden katilin zihnine sokuyordu.

Romanın iki kısmının birbirinden çok farklı olduğunu düşünen okurlar var. İlk kısımda karakterin zihnine girebilme özelliği üzerinden tanrısal özellikler sergileyen anlatıcı, bu gücünü karaktere odaklanarak dengeliyor ve bize karakterin dünyasını gösterip dış dünyayı da onun gördüğü biçimde, onun gözleri ve algısıyla bize aktarıyordu.

Bu anlatı tekniği seçimi, gerçekten de çok güçlü ve politik polisiye açısından okuru hızla etkisi altına alan, soluk soluğa bir akış yaratmakta. Ancak ikinci kısma geldiğimizde, o keskinlik kayboluyor. Çalışmakla parti yapmak arası bir buluşmadaki genç gazetecilerin, 1990’ların gündemiyle, faili meçhullerle ilgili söyleşmelerini izliyoruz mesela. Gazeteciler Kemal Tahir romanlarında görülür biçimde uzun uzun konuşuyor, bu arada da bize dönemle ilgili bol bol bilgi aktarıyorlar.

İkinci kısım bilgi aktarımının fazlaca olduğu bölümlerden oluşuyor. Kesintili ve birbiriyle doğrudan ilgili olmayan karakterler arasında geliş gidişler üzerinden, okuru biraz zorlayan bir kısım bu.

MUNGAN’IN ANLAYIŞ PEŞİNDEKİ ANLATISI

Murathan Mungan neden bu kadar sıkı ördüğü ilk kısımdan sonra oldukça gevşek ve yavaşlayan bir ikinci kısım yazmış? Acaba bu romanın başarısını düşüren bir etken mi? Ben öyle olduğunu düşünmüyorum. Mungan iki kısmın farklı dokularını özellikle seçmiş, bu romanı bile isteye böyle anlatıyor.

Geçen hafta Mungan’ın dönemle ilgili olarak romanda verdiği her ayrıntıyı gerçek olaylardan, bunları aktaran yazılı kaynaklardan aldığını belirtmiştim. Mungan bunu geçen haftaki Sözün Yarısı programında kendisi söyledi. Ancak Mungan’ın romanı kurarken kullandığı bu olgular ve gerçek ayrıntılar romanı bir belge-roman kılmıyordu. Belge-roman, kurmaca bir anlatım üzerinden farklılaşsa da, temelde belirli olay ya da dönemlere odaklanan belgeseller ya da tarihsel çalışmalar gibi, olayın kendisini açıklamayı hedefler. “Bu olay böyle oldu.”

995 km bu iddiada değil. 1990’ları açıklamaya çalışmıyor, bu dönemi ve hâlâ ülke gündemini belirleyen siyasal sorunu anlamaya dönük bir perspektif, bir anlayış sunmaya çalışıyor. Edebiyat-tarih etkileşiminde çok üzerinde durduğumuz bir karşıtlıktan söz ediyorum: Açıklama değil, anlayış. İngilizcesini de yazayım hatta: “Explanation” değil, “understanding”.

Aslında en benim diyen tarihçi bile, eğer medya ünlüsü olma peşinde ya da televizyon allâmesi değilse, ortaya koyduğu makale ya da kitapla tarihsel gerçeğin tamamını açıkladığını düşünmez. Ünlü bir tarih kitabının başlığına göndermeyle söylemek gerekirse, “geçmiş bir yabancı ülkedir.” Tarihçi, o geçmişten kalan izleri, belgeleri takip ederek, tarihsel olaya belirli bir açıdan bakan ve oradan görüneni açıklamaya çalışan bir anlatı sunar. Akademik tarihçi, kendisinden sonra gelecek başka bir tarihçinin, aynı olayı yeni izler, belgeler ve hatta var olanlara dönük farklı bir yaklaşımla bambaşka açılardan açıklayabileceğini, onun bin bir zahmetle ortaya koymuş olduğu açıklamayı geçersiz kılabileceğini bilir. Bunu kabul etmek her beşeri ve sosyal bilimcinin olmazsa olmaz kuralıdır zaten.

BELİRSİZLİKLERLE ÖRÜLÜ BİR GEÇMİŞİ ANLAMA ÇABASI

Öte yandan, tüm göreliliklere, itinaya ve temkine rağmen tarihçi yine de açıklamayı önemser. Kaliteli bir kurmaca anlatının önceliği ise anlayış sunmaktır, açıklamak değil. Bunu geçen hafta da tartıştığım için, daha fazla uzatmayacağım. Fakat 995 km ile ilgili olarak, romanın iki kısmı arasındaki farkın ve bu minvalde ikinci kısmın ilkine göre daha dağınık görünmesinin doğrudan doğruya yazarın yaptığı bir seçim olduğunu iddia ediyorum. Ve bu çok da yerinde bir seçim.

Hiç Mungan gibi başarılı, usta, farklı tür ve üsluplarda kalem oynatmış bir kariyere sahip bir yazar romanın ilk kısmında yakaladığı keskinliği, ikinci kısımda bilmeden heba edebilir mi? İlk kısımda gerilimin düştüğü, dağıldığı bir yer görüyor musunuz? Öyleyse neden ikinci kısım daha farklı geliyor bazı okurlara?

Çünkü Mungan’ın bu romandaki derdi bunu gerektiriyor. 995 km’nin ele aldığı sorun ve dönemle ilgili sunmakta olduğu anlayış, bunlarla ilgili belirsizlikleri görünmez kılamaz. Eğer roman ilk kısım üzerinden ilerleyip sonlansaydı, politik polisiyenin gerilimine gark olacak ve tadına doyamayacaktık. Halbuki bu tam da yanılsamaya batacağımız nokta olurdu. Her şey bütünlüklü ve tutarlı bir biçimde açıklanmış olurdu. Tarihsel geçmişteki ve romanın ikinci kısmındaki tüm belirsizlikler ortadan kalkardı.

Biz bu geçmişi karanlıklarda el yordamıyla, hiçbir kesin açıklamaya sahip olmadan, doyurucu mutlu veya mutsuz sonlara, tatminkâr kapanışlara ulaşmadan yaşadık. Bugünü de belirleyen o karanlık geçmiş delik deşik, adeta bir kevgir gibi. Bütünlüklü olmayan bir geçmişi, yazarın neden bütünlüklüymüş gibi anlatmasını beklemeliyiz ki?

BELİRSİZLİĞİ BELİRGİNLEŞTİRMEK

Öyleyse yazar neden ilk bölümde o büyük kurmaca hamlesini gerçekleştiriyor ve bizi fanatik bir şeriatçı militan olarak derin devlete sızan ve ona verilen emirler doğrultusunda faili meçhul cinayetler işleyen bir suikastçının zihnine sokuyor?

Çünkü buna da ihtiyacımız var. Geçmişin karanlığında kalan ve bugünün karanlığını inşa edenlerle empati oluşturmak zorundayız. Bu tür bir yıkıcılığa ne tür psikolojiler ya da patolojilerle yöneldiklerini, 85 milyon insanın 40 yıldan fazla bir süredir ferah fahur yaşamasına neden ve nasıl engel olduklarını tahayyül edebilmemiz gerekiyor. Kurmaca bu cüreti göstermek ve anlayışımızı geliştirmek için çaba harcamak zorunda.

Ne var ki, geçmişin gerçekliğinin belirsizlikle örüldüğünü de unutmamamız lazım. 1990’ların karanlığını aydınlatmak için uğraş verenler nasıl bir belirsizliğin içinde kavruldular? Hatta bazen karanlıkta görmeye ve halkın, toplumun da görmesini sağlamaya çalıştıkları unsurlar tarafından ortadan da kaldırıldılar bu insanlar. Gerçeğin ve adaletin peşindeki insanlar, peşinde oldukları karanlığın kurbanı oldular.

O zaman bu dehşetengiz belirsizliği ve bunun içinde bilincini ve direncini kaybetmeden mücadele edenleri anlamak için 995 km’nin ikinci kısmındaki anlatı dokusuna ihtiyacımız var.

KURMACANIN GÖZÜ DEVLETİN ÜZERİNDE

İkinci kısımda cinayetleri, suikastları yürüten derin ya da belki yalnızca devlet dememiz gereken yapının unsurlarıyla ilgili de bir anlayış sunuluyor aslında. Aslında geçen hafta Sırma Köksal’ın romanla ilgili yazısında ortaya koyduğu Kafka’nın Şato romanıyla 995 km’nin ilişkisi ve bu ilişki üzerinden Mungan’ın romanının bir korku romanı olması tespitleriyle de uyumlu bu anlayış.

Korkuyu, dehşeti, terörü yaratanlar ne kadar bilinçli, tutarlı ve anlamlı? Hani casus romanlarında öyledir ya. Tarafı belirli olan vatansever casus her tür zorlukla, asla tutarsızlığa ya da çelişkiye düşmeden mücadele eder ve başarıya ulaşır. 995 km’de başkahramanın üstü olan derin devlet yöneticisi “Eğitmen,” ortalıkta hep bu tarz bir izlenim yaratıyor ve bundan çok memnun. Diğer memurların, Amerika’daeğitim” alan kendisini “soğuk, kayıtsız bir İngiliz gizli servis ajanı” gibi görmelerinden hoşlanıyor ve zaten Amerika’da da onu İsveç ajanlarına benzettiklerini hatırlıyor. “Soğukluğun gücünü seviyordu.” (s. 184)

995 km’nin “Masanın Etrafı” başlığını taşıyan on sekizinci bölümü, “Saim Baran” cinayetinin ardından Diyarbakır’da toplanan devlete bağlı resmi ya da yarı resmi birimlerin temsilcilerinin yaptığı toplantıyı, Eğitmen’in gözünden bizlere gösteriyor.

İlk bakışta ikinci kısmın belirsizliklerini ortadan kaldıracak bölüme geldiğimizi düşünüyoruz. Oysa Şato belirecek gözlerimizin önünde. Tüm absürtlüğü ve korkutuculuğu ile Kafka’nın Şato’su.

Masanın Etrafı” bölümünü gelecek hafta daha ayrıntılı konuşalım. Çünkü bu bölüm, 995 km’nin sunduğu anlayışın en az ilk kısım kadar önemli bir parçası. Eğitmen’in zihni ve masayı, yani devleti gözleyip anlayışı, ilk kısımdaki suikastçı kadar önemli. Bu durağan toplantı sahnesi olmasaydı, o heyecanlı ilk kısım romanın sunduğu anlayışı ortaya koymaya yetmeyebilirdi.

Mungan, bu bölümdeki Eğitmen ile, romanın başkarakteri olan katilin ardından ikinci büyük kurmaca hamlesini gerçekleştirmiş oluyor ve metnin bütünsel anlayışı bunun ardından tamamlanıyor. Haftaya bunu ayrıntılarıyla görelim.


Erol Köroğlu: Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi. Edebiyatı, maddi üretim koşulları ile aynı derecede maddi okuma ve alımlanma biçimleri üzerinden anlamaya çalışan bir edebi kültür tarihçisi. Türkçe roman, anlatı kuramları, milliyetçilik kuramları ve tarih-edebiyat etkileşimi ana ilgi alanları. Çalışmalarının pek çoğuna academia.edu sayfasından erişilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Erol Köroğlu Arşivi