Çok acı bir kayıp, ütopya…

Kuşku-soru-kuşku sarmalının ortadan kalkmasıyla birlikte, kitle içinde eriyen özne, zirve yapmış yabancılaşma, merkezi iktidarla iyice cisimleştiğinde, yani faşizm ile iyice başımıza çöktü kitleselleşme. Her yer iktidar her yer başkan oldu yani.

‘Düşünme: ama insanın “başka olanı” hesaba katmadan düşünmesi mümkün değildir. Bugünkü aptallaşma doğrudan ütopyadan kopmanın bir sonucudur. Ütopyanın istenmediği yerde düşünce kuruyup gider. Düşünce salt ikileme içinde ölür.’ *

Karşı devrime, distopyaya dönüşmüş ‘kitle’ kullanılabilir bir aparat olarak doğrudan hegemonyanın bir parçası halini de aldı. Yani artık sadece hegemonyanın etkisi altında, onun doğrudan yönlendirmeleri ile değil, hatta ondan daha da ileri giderek hegemonyanın kendisi halini aldı.

Mesela Nazi Almanya’sında ilk başta Nazilerin özel kuvvetleri tarafından doğrudan ya da onlar tarafından provoke edilerek başlayan Yahudilere karşı saldırılar bir süre sonra ‘kitle’nin parçaları tarafından kendiliğinden, iktidarın yerine geçenler tarafından gerçekleşmeye başladı.

Yani Yahudi, Komünist, Sosyalist ya da Çingene, genel bir tabirle ‘öteki’ avı da kitleselleşti! Bu her sürek avı kitleyi arındırdı da aynı zamanda. Suça katılmış kitle, daha da fazla ‘tek’leşti. Nazi yönetiminin ardından birçok Almanın toplama kamplarının gerçeğini bilmiyorduk deyişinin ardında bu vardı aslında. İktidarın Almanya’yı ‘tembel ve asalak’lardan korumak için kurdukları ‘Çalışma kampları’nda, her şeyin güllük gülistanlık gösterildiği Nazi propaganda filmlerinin etkisi değildi bu sadece. Bundan daha fazla, parçası olduğu hegemonyanın hiçbir zaman böyle bir şey yapabileceği akıllarına bile gelmezdi ya da yapsa bile bunun bir nedeni mutlaka vardı ve kötü bir şey olacağı da düşünülemezdi. Hegemonya içinde kitleselleşme, soruyu ortadan kaldırıyordu yani. Yoksa komşunuzun alıp götürüldüğü ve ondan bir daha hiç haber almadığınız bir çalışma kampı için hiç kuşku duymamanız mümkün mü?

Bundan daha garibi, bu hal götürülenler arasında bile yaygın bir kanıydı. Banyo yaptırılacaksınız diye çırılçıplak soydurulup gaz odalarına sürüklenenlerin çok büyük bir çoğunluğunun öldürüleceği aklına pek gelmeden, gelse bile bu sorunun, tabii ki bununla birlikte kuşkunun hemen kovulduğu bir şey de bu kitleselleşmiş hegemonyanın eseriydi.

Çünkü kitleselleşmiş ‘tek’leşme, sadece onun içinde bir olanları değil dışındakileri de hegemonyanın etkisinden kurtarmıyordu. Hegemonyanın mağduru olmak da bunun böyle olduğunu düşünmemek için bir neden değildi. Toplama kampına girerken dış kapının üzerinde asılı olan ‘Çalışmak Özgürleştirir’ yazısının oraya sürüklenmiş neredeyse herkes tarafından doğru kabul edilmesi, tam da böyle bir şeydi ve daha da kötüsü hâlâ herkesin böyle olduğunu düşünmesi değil mi?

Kuşku-soru-kuşku sarmalının ortadan kalkmasıyla birlikte, kitle içinde eriyen özne, bir başka açıdan anlatmaya çalışırsak, zirve yapmış yabancılaşma, merkezi iktidarla iyice cisimleştiğinde, yani faşizm ile iyice başımıza çöktü kitleselleşme.

Her yer iktidar her yer başkan oldu yani...

*Teori ve pratik üzerine… Theodor Adorno, Max Horkheimer.


Metin Yeğin: Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; Gazeteduvar, dünyada, Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Metin Yeğin Arşivi