Ağzı Burnu Dağıldı Aşkın

Peyk grubunun geçtiğimiz hafta çıkardığı yeni teklisi “Sarılma” ikili ilişkilere dair. Grubun kurucularından,solist İrfan Alış’ın Faruk Canan Cengen’le yazdığı şarkı, bitmeye yüz tutmuş bir aşkın anlatıcı üzerindeki etkisini dile getiriyor.

Peyk, rock müziğin önemli gruplarından biri. Doksanlı yıllarda kurulsa da, 2000’li yıllarda ve sonrasında çıkardıkları albümlerle öne çıkan grup, müzikal alt yapılarına blues, rock, reggae’yi katarak kendilerine has bir üslup oluşturdu. Hem şarkı sözleri hem solistin yorumu hem de müzikleriyle apayrı bir yerde duruyorlar.

Grubun, meselesini aktarmada aldığı tavrın çok seçilebilir ve özgün olduğunu söylemek gerek. Onların şarkılarını dinlerken doksanların, iki binlerin ve yakın dönemin hafızasına, bireysel olandan toplumsal olana uzanan tüm duygulara eşlik ediyorsunuz. Şarkılarda ölüm, gerçeklik, aşk, yalan, talan, zaman gibi kavramlar öne çıkıyor. İnsana dair korkular, travmalar anlatılıyor ancak yaratılan müzikal atmosfer bu duyguların ağırlığını azaltıyor ya da dengeliyor. İnsanın o karanlık yanı, yazılan şarkı sözleriyle hatırlatılıyor, müzikle de yüreğe su serpiliyor.

Grubun geçtiğimiz hafta çıkardığı yeni teklisi “Sarılma” ikili ilişkilere dair. Grubun kurucularından, solist İrfan Alış’ın Faruk Canan Cengen’le yazdığı şarkı, bitmeye yüz tutmuş bir aşkın anlatıcı üzerindeki etkisini dile getiriyor. Aşkın son raundundan söz edilirken, yaratılan atmosfer (veya görüntü diyelim buna) bir ring oluşturuyor. İkili ilişkileri boks ringindeki dövüşe benzeten Peyk, baştan mağlubiyeti göze alıyor. “Bana saldır aşkım bu en son raund” veya “saldır ağzı burnu dağıldı aşkın… beni bir güzel döv” sözleri son yumruğu at da nakavt olayım, bitsin bu aşk, arzusunu taşıyor. Tüm taktikleri bir kenara bırakarak dövülmeyi beklemek, ilişkilerin hastalıklı tarafının gösterilmesi olarak değerlendirilebilir.

Anlatıcının duygularının hırpalanmasından yaşadığı bıkkınlık, karşısındaki sevgilinin de bundan zevk alarak kahkahalar atması sadece aşkın şiddetini işaret etmiyor. Şiddetten haz alınmasına da dikkat çekiyor. Her ne kadar anlatıcının kendisine aşkla uygulanan şiddetten usanması söz konusu olsa da, karşılıklı bir hazdan söz etmek mümkün görünüyor. Çiftlerden birinin sadistçe tavrı, diğerinin ayrılma aşamasında bile dövülmeyi beklemesi acının hazzı olarak değerlendirilebilir. Ya da artık bu durumun arzulanır hale gelmesi olarak da yorumlayabiliriz. Anlatıcının “beni döv, bu aşk bitsin karakolda” demesi, bir metafor olarak karakolun kullanılması yaşanan şiddetin boyutunu anlatması açısından önemli.

Aşkın şiddeti, duyguları dövmesinden, hırpalamasından kaynaklanan yorgunluk, hayatın yarattığı şiddetle birleşiyor. Hem aşkın şiddeti hem yaşamın şiddeti hem insanın kendine uyguladığı şiddet birleşiyor. Aslında her şey “bana saldır” ifadesinde yatıyor. Saldırılmaya hazır olmanın dışında bir anlamı da barındırıyor bu sesleniş: Saldırılmaya müsait olmak! Bu açıdan bakıldığında ‘Sarılma’ şarkısı sadece aşkta değil, yaşamla ve diğer her şeyle kurduğumuz ilişkide saldırıya açık, saldırıya müsait olduğumuz gerçeğini akla getiriyor. Ast üst ilişkisi de var bunun içinde, yöneten yönetilen ilişkisi de. Aslında Peyk’in şarkılarında ayrıntılar bütünün parçası olduğu gibi büyük resim de küçük resmin yansımasıdır. Kendi küçük hayatımızdan başlayarak çok daha genişletebiliriz bu durumu.

Mesela, yoksulluğun, talanın aşama aşama bize kanıksatılması gibi. 2018’de çıkardıkları albüme adını veren “Lay Lay Lom” şarkısındaki “Dedim yazsam sorsam açlar var, niye var/ benim halkım bu/ yapmaz hesap”, yine aynı albümde yer alan “Adın Batsın Süpermen” şarkısındaki “meğer düşman bizmişiz/ filmdeki kötü adam, biz sana hayranmışız/ sen bize düşman”, 2011’de çıkardıkları “İçimdeki İz” albümünde yer alan “Dol Gözüm Dol” şarkısındaki “bizi kandırın kandırın bizi/ çalın hepsini arsız hırsızlar/ biliyorsunuz halk değiliz biz” gibi sözler, “bana saldır” seslenişindeki anlamı da içinde barındırıyor. Son ölümcül darbeyi at ve kurtulalım artık tarzında bir yaklaşım bu.

Bugün Yok Ki Yarın Olsun

Peyk’in şarkılarının tamamına bakıldığında hem bireysel hem toplumsal olanın birbirini tamamladığını görüyoruz. Bireyin gerçeği toplumun gerçeğiyle birlikte ele alınıyor. Elbette buradan bir çatışma da çıkıyor. O çatışma bireyin yalnızlığı, yabancılaşması olarak yansıyor şarkılara. O yalnızlık ve yabancılaşma, 2007 yılında çıkan ilk albüm “Suluşaka” ve ikinci albüm “İçimdeki İz”de yoğun şekilde öne çıkıyordu. Yalnızlık ve yabancılaşma, içinde taşıdığı izlerle dile geliyor. İz, ölümün imgesi olarak taşıyor şarkılardan.

Ölümün bu kadar öne çıkmasında Peyk’in solisti İrfan Alış’ın, yanılmıyorsam 90’lı yıllarda, sınırda askerliğini yaptığı sırada tanık olduğu ölümlerin, terhis olduktan hemen sonra babasını ve en yakın arkadaşını kaybetmesinin payı olduğunu sanıyorum. Tüm bunlar, bulunduğu yere yabancılaşma olarak yansıyor şarkılara. Hatta “içimdeki iz, güz rengi” sözlerinde geçen “güz rengi”, bir yaprak dökümünü, yani ardında bıraktığı ölümleri imliyor. İz, bir yanıyla zamana da vurgu. Sonbahar da zamanı pekiştiren bir imge. Sona yaklaşmanın veya biten şeylerin temsili. Dolayısıyla Peyk’in zaman kavramına yaklaşımı ölüm gerçeğiyle iç içe geçerek veriliyor. Zaman, ölümü ve gerçeği işaret ediyor. Ama hangi gerçek? Somut olan mı yoksa kurgulanan mı? Zaten mesele de bu. Aynaya baktığımızda dışarıya yansıyan görüntümüz mü yoksa aynaya yansımayan 'öteki ben" mi? İçerdeki ve dışardaki arasındaki çatışma Peyk’in şarkılarına “içerdeki gerçek/ dışardaki gerçeklik” olarak yansıyor. Ayna metaforu da bu doğrultuda kullanılıyor “İçimdeki İz” şarkısında. Görünenle görünmeyenin karşılaştırılması, hem anlatıcının özel dünyasına hem dışardaki dünyaya gönderme olarak beliriyor.

Şarkıdaki “anlatma sakla kendine” sözleri hem bildiklerini saklama hem de bizden saklananları gösterme çabası olarak okunabilir. Yine “Sobe” şarkısındaki “hayatım saklambaç, iyi saklan” ifadesi de, solmuş fotoğraflarda yer alan, kendini andıran o surete gönderme yaparken, aynı anda, zamanın kendinde yarattığı aşınmayı da vurgular. Kaybolmuştur. Zaten Peyk’in birkaç ay önce çıkardığı “Kaybolmam Lazım” teklisinde bu duyguların daha da yoğunlaştığına şahit olmuştuk. “Kaybolmam Lazım”da, sesi kendi içine kaçmış insanın kendinde kaybolmasının, gölge halinde, bir siluet gibi şehrin sokaklarında dolaşmasının, yalnızlaşmanın kat be kat artmasının altı çiziliyordu. O yalnızlaşmanın öznesi sadece insan değildir. Kent de, yaşanan değişimle, yalnızlaşmanın, yabancılaşmanın simgesi olmuştur artık. Zaten, genel anlamda Peyk’in şarkılarında, yaşadığı kentin çehresinin değişmesi, anıların ve yaşanmışlıkların yıkımı olarak verilir. Elbette zaman vurgusu bu şarkıda da kendini gösteriyor ve yine ölüm gerçeğiyle ele alınıyor. Ancak “Zaman bize yazılan kadar” sözleri, zamanın bize gardiyanlık yapması düşüncesini de içeriyor.

Değişim de zamana dahildir. 2014 yılında çıkan “Teslim Olma” adlı çalışmadaki “Bu Ben” şarkısında, “Bu ben değilim” derken, hem fiziksel hem ruhsal olarak yaşadığı değişimden, yaş almayı da içeren bir süreçten söz ediliyordu. “Kendini bul” ifadesiyle bu kez kaybolmama, her şeye karşın hayatta kalma ve bu süre içinde oyalanmayı salık veriyor. Zaten yaptığımız her şey, ölüm gerçeğine karşı kendimizi oyalamak değil midir? Peyk bunun farkındalığıyla davranıyor. Azrail’e gülümsemesi, ölüm korkusunu yenmeye yetmiyor elbet. O yüzden başa dönüyor ve anlatıyor bunu grup. Fasit bir daire içinde dönüp durduğumuz bu yaşam insanı başladığı yere, yaşadığı ilk duyguya götürüyor. Grubun “Suluşaka”da dediği gibi: Bugün yok ki yarın olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Deniz Durukan Arşivi