Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Kim korkar eşitlikten!

Resmi söyleme göre sadece gayrimüslimlerden oluşan Türkiye azınlıkları marjinal konuma indirildiği için kolektif kimlikler düzleminde bittiği iddia edilen kast sistemi, bugün hala yaşıyor ve hiç beklemediğimiz bir anda kendisini dışa vurabiliyor.

Bir süredir eşitlik bağlamında ele almaya çalıştığım Osmanlı-Türkiye tarihi 'tersleri'nde artık somut olarak modern öncesi Osmanlı dönemine ve daha sonra 19. yüzyılda yaşanan dönüşüme yakından bakabiliriz.

Bunun için çok yararlı ve hatta elzem olduğuna inandığım için daha önce çizmeye çalıştığım metodolojik ve teorik-kavramsal çerçeveyi iki madde halinde hatırlatmak isterim: (1) Farklı düzlemlerde farklı kategorileri bir arada görmemizi sağlayacak olan eşitsizlikler haritası ve (2) kesişimsellik (intersectionality) ya da benim tercih ettiğim ismiyle diyalektik bütüncül yaklaşım.

Ayrıca kolektif kimlikler düzleminde modern öncesi dönemle ilgili yaratılan modern mitlerin başında gelen Osmanlı barışı veya Osmanlı huzuru efsanesini de hatırlamak ve bu efsanenin daha çok geliştirilip yaygınlaştırılmasında 1990lar sonrası küresel gelişmelerin, özellikle çokkültürlülük tartışmalarının etkili olduğunu da bilmek gerekiyor.

Bu efsanenin üzerinde oturduğu zemin olan millet sistemi konusunda, son birkaç onyılda değişik dillerde yapılan çalışmalar sayesinde çok şey öğrendik. Özellikle liberal muhafazakar söylemde hem bir mitleştirilmiş tarih anlatısı hem de bugün ve yarın için Türkiye’ye ve bazen dünyaya model olarak önerilen bir sistem olarak millet sistemi sayesinde barış içinde bir arada yaşama gerçekliğinin, bu konudaki abartılı anlatıyı bir yana bırakacak olursak, büyük oranda doğru olduğunu düşünebiliriz, ama asıl mesele bunun eşitlikten uzak, açıktan hiyerarşik bir yapı anlamına geldiği gerçekliğinin inkarıdır.

Evet, bazen bize çoğulculuk, hoşgörü ve hata eşitlikçilik için örnek/model olarak sunulan Osmanlı millet sistemi, açıkça hiyerarşik ilişkiler üzerine kurulu olan, eşitsizliklerin şartsız kabulü (itaat) sayesinde huzur ve barış, daha doğrusu düzen ve asayiş sağlayan bir modeldir.

*****

Bir Parantez: (Acınası devrimci ve liberal İslamcılık!)

Burada kısa bir parantez açarak, son yıllarda çok üzücü bulduğum bir meseleye değinmek isterim: Kapitalist üretim ilişikleri ve bunun sonucu olan yozlaşma/yabancılaşma, sınıfsal sömürü vb. paradigmatik düzeyde birçok konuda olduğu gibi, kolektif kimlik düzleminde kültürel çoğulluk ve bir arada yaşama konusunda oldukça radikal dönüşümcü (devrimci) ve özgürlükçü (liberal) bir tutum takınan ve hatta moderniteye alternatif model arayışında olan İslamcı/Müslüman münevverlerin ve aktivistlerin bugün İslam ve İslamcılık adına sergilenen tutum ve yürütülen politikalar bağlamında (uygulayanlar ve izleyenler olarak) düştükleri durum, gerçekten içler acısı.

Sorunların kapitalizm/modernite içre çözümlerini kabullenmiş olan, ama İslami müdahalelerle dönüştürtülmüş bir alternatif versiyon öneren reformist İslamcı aydınlar da aynı şekilde bende üzüntüye ve acıma duygusuna yol açıyor. Bunun için önerdikleri millet sistemi, ümmetçilik veya Medine Vesikası mitine dayalı çoğulluk argümanlarının zayıflığı ve sorunları bir yana, içerdikleri çoğulcu ve özgürlükçü iddia çok kıymetliydi. Bugün gelinen noktada, bu insanların düştükleri durum, nedense bana, ömrünü Marksist mücadeleye vermiş olan özgürlükçü sosyalist aydınların Stalin yönetimi altındaki 1930'lar Sovyetlerinde yaşadığı patetik ruh halini (kahredici hayal kırıklığını) hatırlatıyor… Onların hikayesini az çok biliyoruz, ama şu anda Türkiye’de İslamcı/Müslüman münevverlerin ve aktivistlerin yaşadıkları zihinsel ve duygusal iç hesaplaşmaları bilemiyorum; çok merak ediyorum. İktidarın nimetlerinin bazılarını tekçi, militarist, ırkçı ve hatta Atatürkçü yapabildiğini görüyoruz, duyuyoruz, okuyoruz; ya görmediğimiz, duymadığımız, okumadığımız olası iç hesaplaşmalar, küçük zihinsel ve duygusal fırtınalar?

Bir paranteze sığmayacak bu çok derin meseleyle ilgili duygu ve düşüncelerimi adeta bir iç dökme babında - küçük bir ara bölümle de olsa - dışa vurmanın verdiği rahatlamayla yeniden konumuza dönebilirim şimdi.

*****

Etnisite merkezli siyasi tahayyüllerin belirleyici olmadığı ve ulusların mevcut olmadığı modern-öncesi dönemde kolektif kimlik düzleminin kategorileri genelde inanç/din merkezliydi. Modernleşme döneminde asıl sistematik formunu alacak olan ‘millet sistemi’ adı verilen modern öncesi kast sisteminde hiyerarşik dizilim yukarıdan aşağıya doğru şu şekildeydi:

  1. Müslümanlar
  2. Hıristiyanlar
    1. Ortodoks (‘Rum’)
    2. Gregoryen (Ermeni)
    3. Katolik
  3. Yahudiler
  4. ‘Ötekiler’ (Kabul görmeyenler)
    1. Aleviler
    2. Ezidiler
    3. Zerdüştler
    4. Dürziler
    5. Kıptiler/Çingeneler

Çoğunluk tarafından – ‘dışarıdan’ veya ‘yukarıdan’ bakmanın yol açtığı genelleme nedeniyle ikinci ve üçüncü grup sıkça ‘Gayrimüslimler’ olarak adlandırılırlar. Ancak Hıristiyan alt grupları bir yana bıraksak bile, Hıristiyan ve Yahudiler arasındaki (teolojik, kültürel, sosyolojik, siyasi, ekonomik vd.) ilişkileri, daha doğrusu ilişkisizliği düşündüğümüz zaman, bunun çoğunluk ve üstün olmanın getirdiği çok hatalı bir genellemeden ibaret olduğunu anlarız.

Diğer yandan, Hıristiyanlık kategorisinde ele almamız gereken Süryaniler ve Keldaniler gibi kadim Doğu Hıristiyan cemaatlerinin, etnik boyut nedeniyle ayrışan ve karmaşıklaşan konumları konuyu daha çetrefil kılmaktadır.

Son olarak, modernleşme süreciyle gündeme gelen Protestan cemaat veya bu dönemde Ortodoks kilisesinden ayrılarak bağımsız örgütlenmeye giden Bulgar Ortodokslar gibi ‘yeni milletler’ de ayrıca ele alınmalı ve modern dönem kast sistemi içindeki yeri ayrıca tartışılmalıdır.

Osmanlı millet sistemi, Osmanlı-tipi kast siteminde görülen/kabul gören kastların oluşturduğu, hukuki çerçevesi bilinen kastları tanımlar, ama teorik hukuksal çerçevenin derinliklerinde, yani uygulamada farklı yüzleri karşımıza çıkabilir.

Daha önemlisi, sistemin en altında görülmeyen/kabul görmeyen kast sistemi dışında tutulan gruplar, adeta Hindistan tipi kast sistemindeki paryalar (dokunulmazlar/kirliler) konumundadırlar. Dört formel katmanı/kastı ifade etmek üzere dört varnadan oluşan bu katı hiyerarşik sistemde, en alttaki sudraların da (işçiler ve köleler) altında olan, aslında formel kast sitemi dışında tutulanların Osmanlı’daki karşılığı, yukarıdaki listede dördüncü gruptakilerdir. Nitekim millet olarak kabul görmezler.

*****

Diyalektik bütüncül yaklaşımla değerlendiğimizde, kastlar (milletler) arasındaki hiyerarşik ilişkinin, hem aynı kolektif kimlikler düzleminde alt gruplar arasındaki eşitsizlikler hem de diğer düzlemlerdeki eşitsizlikler arası kesişimler dolayısıyla karmaşık bir tablo ortaya çıkardığını görürüz.

Örneğin sınıfsal düzlemde eşitsizlikler bağlamında ikinci ve üçüncü gruptakilerin tepesinde yer alan ruhban sınıfı ile onların sorumlu oldukları grup (yani çobanı oldukları sürü) arasındaki eşitsizlik, bizzat Osmanlı devleti ve millet sistemine dayalı bir grup-içi hiyerarşik ilişki ağı yaratır. Bu bağlamda millet sistemini şöyle de okuyabiliriz aslında: Zimmi konumundaki reayanın (sürü) çobanı olan Osmanlı devleti, sürüsünün bir kısmının (alt)çobanlığını millet-başı olarak belirlediği ruhban sınıfının liderine bırakmıştır. Halife sultan olarak zaten kendisini Müslümanların çobanı olarak görürken, diğer yandan diğer cemaatlerin çobanlarının da çobanıdır.

Yine dağlı-ovalı olma düzleminde eşitsizlikler, grup içi eşitsizliklerin daha karmaşık hal almasına yol açabilir. Örneğin Ermeni milleti içinde (bölge Kızılbaşları gibi kendi büyük grupları içinde özgünlükleri öne çıkan) Dersim Ermenileri, Katolik millet içinde Cebel-i Lübnan Marunileri veya Rum milleti içinde Arnavutluk’taki Sülyotlar gibi Hıristiyanları Osmanlı’nın ötekisinin de ötekisi olarak görmek mümkündür.

Modern öncesi dönemde Müslüman Kürtlerin, özellikle seküler (ağa) ve dini elitlerinin (şeyh) Osmanlı devletinden aldıkları yetki ve güçle, çoğunluk oldukları Kürdistan’da Süryaniler, Ermeniler ve kendileri de Kürtçe konuşan Ezidiler ile kurdukları bariz eşitsizlik ilişkisi ve bazen şiddete dayalı üstünlük konumları çok iyi bilinmektedir. Ancak etnisite merkezli kimliklerin de kast sistemi hiyerarşisinde yer almaya başladığı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, kendileri de alt kasta mensup hale gelen Kürtlerin bu üstünlük ve baskı politikalarını devam ettirdiklerini, en çok Süryanilerin yaşadıkları zulüm ve göç ettirmeler üzerinden biliyoruz.

Haritayı iyice karışık kılan modern öncesi dönemde, kolektif kimlik düzleminde belirleyici olmayan etnik aidiyetleri bir yana bırakacak olsa bile, toplumsal cinsiyet düzleminin temel iki kategorisinden biri olarak kadınların eşitsiz ‘öteki’ konumunun, diğer tüm düzlemlerdeki eşitsizlikleri enlemesine kestiğini asla unutmamak gerekiyor.

*****

Osmanlı kast sistemini, hem modern öncesi (klasik) uygulamaları hem de modernleşme döneminde değişmesi ihtimalinin çoğunluk elitlerinde yarattığı fobi (egelofobi) bağlamında daha çok konuşmamız gerekecek.

Günümüzde devam eden bu düzlemdeki eşitsizliklerden en önemlisi olan Sünni-Türk olmayan toplulukların yaşadığı ayrımcılığın ve çoğunluk aydınlarının, bu konudaki duyarsızlığının anlaşılması için bu tarihsel arka planı bilmek hayati önem taşıyor…

*****

Bunun, sadece bir sistem/devlet meselesi olmanın ötesinde, en sıradan insandan en entelektüel kişiye kadar bugün de toplumun tamamına sirayet etmiş (hastalıklı) bir ruh hali olduğunu görebilmek gerekiyor.

Nitekim, bu düzlemde eşitsizliğin farklı yüzleri ve olası eşitlikten (çoğu zaman irrasyonel) korkunun farklı formları, en sağdan en sola farklı söylem ve ortamlarda, Arap göçmenler, taşralı Aleviler veya kadın Ermeniler gibi örnekler bağlamında karşımıza çıkabilmektedir.

Kürt = köylü = gayri-medeni = gayri-modern denklemi üzerinden ve bu unsurlardan biri duruma göre diğerinden daha çok öne çıkacak şekilde sergilenen tavır, özellikle incelenmeye değer bir örnektir: Mesela Türkiye’de ‘beyaz solcu’ aydınlar, ‘karnını kaşıyan Kürt’ olarak bir aydının veya aktivistin, kendi grubu bağlamında lider/aydın özelliğini ve önemini kabul edebilirler; ancak en güncel veya (çok sevdikleri ifadeyle) ‘çağdaş’ düşünceyi/politikayı ona yakıştırmazlar! Hele çağdaş olanı aşmak gibi bir ‘hadsizlik, ya tamamen görmezlikten gelinir ya da asla affedilemez! Örneğin Bookchin veya Wallerstein gibi düşünürlere göndermeler, liberter düşünce, reel moderniteyi aşma çabası gibi iddialar görmezlikten gelinir veya çocuk sayıklamaları gibi muamele görür.

Batı'ya karşı kompleksli üçüncü dünya aydını olarak çığır açıcı düşüncelere, tezlere vs. zaten kendileri de cüret etmezler, ama Batı'dakilerin Türkiye bayiliği ancak Beyaz Türk-Müslüman aydınlarının işi olabilir!

Resmi söyleme göre sadece gayrimüslimlerden oluşan Türkiye (Lozan) azınlıkları marjinal konuma indirildiği için kolektif kimlikler düzleminde bittiği iddia edilen kast sistemi, bugün hala yaşıyor ve hiç beklemediğimiz bir anda, beklenmedik şekilde kendini dışa vurabiliyor Bazen ‘Kirli Arap’, bazen ‘köylü/ilkel Kürt’ ya da kestirmeden söyleyecek olursak Kıro algısıyla!


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (İletişim için: [email protected])

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi