TİP'e katılan Ahmet Şık: Önerimiz, HDP ve CHP dışında da kararlı bir muhalefet odağının yaratılmasıdır

TİP'e katılan Ahmet Şık: Önerimiz, HDP ve CHP dışında da kararlı bir muhalefet odağının yaratılmasıdır
İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, yaklaşık bir yıl sonra aldığı bir kararla TİP'e katıldı. Şık, bu süreci ve Türkiye'deki genel atmosferi Artı Gerçek'e değerlendirdi.

Nazlı Eda PİYADE


ARTI GERÇEK- İstanbul Milletvekili Gazeteci Ahmet Şık, geçtiğimiz hafta Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş ve Genel Başkan Yardımcısı Barış Atay'la birlikte yaptığı basın toplantısında TİP'e katıldığını duyurdu.

2018 seçimlerinde HDP'denİstanbul Milletvekili olarak Meclis'e giren Şık, Mayıs 2020 yılında yaptığı bir açıklamayla partiden istifa etti. Şık, yaklaşık bir yıl Meclis'te iki milletvekiliyle temsil edilen TİP'e katılmaya karar verdi. Artı Gerçek'e konuşan Şık, "Bu kadar olumsuzluğun hâkim olduğu bir denklemde nabzı doğru tutabilen, talepleri ve beklentileri görünür kılabilen ve doğru çözümleri sunabilen, gençleri siyasetin öznesi haline getirebilecek bir parti ihtiyacı elzem. Beni TİP’e katılmaya karar verdirten de bu oldu" dedi. 

HDP ve CHP arasında konumlandırılması gereken bir siyasi partiye ihtiyaç olduğunu söyleyen Şık, "Türkiye’de iktidar ve karşıtları biçiminde oluşan ve artık kendisi de bir dengeye oturmuş görünen siyaset tablosunun dengesini değiştirecek bir adım olarak önerimiz HDP ve CHP dışında da bir kararlı muhalefet odağının yaratılmasıdır" diye konuştu.

Şık, dipten gelmesi beklenen bir dalga konusunda herkesin hemfikir olduğunu belirterek, "Ancak o gün geldiğinde insanların güven duyacakları bir odak olarak önde bulunacak bir siyasi yapı maalesef yok" dedi.

''HDP'DEN İSTİFA ETTİM, YOLDAŞLIKTAN DEĞİL' DMİŞTİM, HÂL AYNI NOKTADAYIM'

HDP'den ayrıldığınız dönemde bir dizi tartışma yürümüş ve siz daha partiden ayrılmadan önce sizinle yapılan uzun bir söyleşide eleştirilerinizi sıralamıştınız. Neden ayrıldığınızı bir kez daha sormuş olayım ve şimdi başka bir parti içerisinde yola devam etme fikri/kararı nasıl doğdu oradan devam edelim.

HDP’den ayrılma sürecim ve nedenlerim başka bir tartışmanın konusu ve benim için kamusal alanda tartışmaya kapalı. Bahsettiğiniz söyleşide uzun uzadıya nedenlerim gayet anlaşılır bir şekilde dile getiriliyordu. Ama okuyup anlamak yerine tarafları yıpratıcı bir dedikodu ağı ile neler olduğunu yorumlamak kolaycılığına kaçanlar nedeniyle mesele anlaşılamadı. Şimdi, HDP’ye kapatma davası da açılmışken tekrarlamanın kimseye bir faydası yok.

O zaman "HDP’den istifa ettim yoldaşlıktan değil" demiştim hala aynı yerde duruyorum. Sorunuzun diğer kısmına gelince, TİP’e geçme kararım beni HDP’den koparan şeyleri şu anki TİP’te bulacağımla ilgili değil. Partiye geçişim birdenbire ortaya çıkmış değil, uzun zamandır ihtiyacını hissettiğimiz bir potansiyel yaratmak için aylardır bu fikir üzerinde kafa yoruyorduk. Dolayısıyla bir süredir planlamasını yaptığımız, yol haritasını çıkarmak istediğimiz hem kendimi bulacağım hem de daha sonra bahsedeceğimiz üzere yeni bir toplumsal arayışa karşılık olacak bir siyasal parti gereksinimi vardı. TİP’i ve TİP’e geçişimi en çok bu doğrultuda değerlendirmek gerekir.

'HDP VE CHP ARASINDA KONUMLANDIRMAMIZ GEREKEN BİR PARTİ İHTİYACI VAR'

Biraz açar mısınız? Nasıl bir toplumsal arayıştan ya da ihtiyaçtan bahsediyorsunuz?

Kısaca HDP ve CHP arasında konumlandırmamız gereken bir siyasi parti ihtiyacından bahsettiğimi söyleyebilirim. Ancak bu iki partinin seçmenlerini TİP’e kanalize etmekten öte, partisiz olanlara bir adres yaratma gayemiz var. Mevcut denklemde siyasal tercihlerini gönüllülük ya da fikirdaşlık ekseninde değil zorunlulukların belirlediği "mutsuz seçmenler" ile kendisinin temsil edilemediği inancı ile oy kullanmaktan kaçınanlara ulaşmaktan, onların sesi, sözü olmaktan bahsediyorum. Buradaki esas hedef ikinci grupta yer alan seçmenin seçeneği haline gelebilmek.

'TOPLUMUN TÜMÜNÜN TEMSİL EDİLDİĞİ BİR MECLİS'TEN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL'

Mevcut durumda Cumhur İttifakı -AKP+MHP toplam 336 vekil- ve Millet İttifakı -CHP+İYİ Parti toplam 172 vekil- ile HDP -55 vekil- Meclis'te temsiliyet bulmakta. Bu partilerin yanı sıra Meclis’te grubu olmayan partilere (TİP, DBP, SP, BBP, DP, DEVA, Yenilik Partisi) mensup 10 ve bağımsızlardan da 10 olmak üzere toplam 20 vekil bulunuyor. Meclis’te 17 sandalye ise boş. Eğer veriler doğru ise 24 Haziran 2018 seçimlerinde Türkiye’de 59,3 milyon seçmen bulunuyordu. Hem Cumhurbaşkanlığı hem de Parlamento seçimlerine katılımın yüzde 85 olduğu düşünüldüğünde kaba bir hesapla sandığa gitmeyen 8,5 milyonun üzerinde seçmen var. Oy kullanan 1 milyonun üzerinde seçmen de 'diğer' kategorisinde sayılan partiler ya da adaylardan yana tercihini kullanmış. Yani 10 milyon civarında seçmenin iradesi Meclis’te bulunmuyor.

Dolayısıyla Parlamento içinde 11 adet parti bulunmasına rağmen toplumun tümünün temsil edildiği bir Meclis'ten bahsetmek mümkün değil. Buna ek olarak biraz önce bahsettiğim güven duyulacak bir odak arayışında olduğunu düşündüğümüz ikinci grupta bulunan seçmen sayısının yaklaşık 10 milyon kişi olduğunu söyleyebiliriz.

Bu seçmen grubu homojen olmadığı gibi her birinin aynı nedenlerle oy vermekten kaçındığı gibi bir sonuca da ulaşmak doğru olmaz. Ama iletişim kurmamız, oylarına talip olduğumuzu göstermemiz ve taleplerini görünür kılmamız gereken milyonlarca yurttaşın olduğu ortada. 

Farklı ideolojilere sahip görünen/olan ve farklılıkları bir arada tutan partiler Meclis’te iken toplumun tümünün temsil edildiği bir Meclis pratiğinden bahsetmenin mümkün olmadığını söylemeniz ne kadar doğru?

Diğer kitle partilerine kıyasla önemli bir kısmı HDP çatısı altında olmak üzere, farklı siyasal aidiyet ve kimliklere mensup kişilerin de Meclis’e girebildiklerini söyleyebiliriz. Ancak bu durumun temsiliyette çeşitliliği artırdığını söylemek ne yazık ki güç. Her ne kadar farklı anlayışlardan gelinse de "grup (parti) menfaati" bu çeşitliliğin görünmesinin önündeki en büyük engellerden birisi olabiliyor. Bu "engel" bir yere kadar anlaşılabilir olsa da zaman zaman doğru siyasal tutum almanın önüne geçiyor. Ülkenin öncelikli sorunlarına dair söz söylemenin önüne geçen ya da sözü etkisi olmayacak biçimde dile getirmek zorunda kalmak ve hatta sessiz kalmak gibi bir durum yaratıyor. Geniş bir temsiliyetin olmadığını söylemem bununla ilgiliydi.

'MECBURİYET PARTİSİ HALİNE GELEN CHP...'

TİP’in üstleneceği siyasal hattın ya da Türkiye’nin ihtiyacı olan partinin neden HDP ve CHP arasında konumlanmış olması gerekiyor?

Mevcut siyasi dağılım üzerinden söz konusu CHP, HDP ve diğer partilere baktığımızda ortaya çıkan tabloyu şu şekilde anlatabiliriz. Millet İttifakı içinde yer alan sağ, milliyetçi ve muhafazakâr gelenekten gelen partileri ayrı tutuyorum. CHP de dahil olmak üzere bu ittifak bileşenleri uzlaşıyı "sağcılığın panzehrinin sağcılaşmaktan geçtiği" anlayışı ile sağlamakta ve hatta zaman zaman iktidar bileşenleri ile ortak paydada buluşmaktan kaçınmamaktadır. Ancak mevcut iktidar bileşenlerine ve yarattığı faşizm ortamına sol ya da sosyal demokrat bir yerden itiraz eden seçmende, seçimlerde taktiksel oy kullanmanın bir doğal sonucu olarak Meclis’teki kitlesel muhalefet partilerinden HDP ve görece sosyal demokrat CHP arasında bir ortak payda olduğu düşüncesi hâkim bir kanaat haline gelmiş durumda.

Ya da demokrasi ve hukuk normlarının ülkeye egemen olması beklentisiyle birtakım uyuşmazlıkları, ideolojik ayrımları görmezden gelmeyi tercih eden seçmenlerin kanaati bu yönde demek mümkün. Ancak hem teoride hem de pratikte bir CHP+HDP ittifakından bahsetmek mümkün olmadığı gibi her iki parti için de bazı açmazlar karşımıza çıkıyor. Sol görüşlü seçmenlerinin halen solculaşacağı beklentisi içinde olması ve siyasal hattını faşizm üzerine kurmuş ceberut iktidardan ne olursa olsun kurtulmak gayesinin baskın olması nedeniyle 12 milyon civarında bir oya sahip olmasına karşın bir mecburiyet partisi haline gelen CHP, rotasını "merkez sağın parti boşluğunu doldurmak" olarak çizmiş durumda. İçinde bulunduğumuz karanlık siyasal tablo nedeniyle de CHP, seçmenlerin mecburiyetlerinin farkında olarak ne olursa olsun sol tabandan oy alacağından emin. Bu yüzden CHP yönetiminin tüm söylemlerini ve ittifak arayışlarını sağ kanattan gelen partilerle kurmaya çalışıp, sağdaki seçmenin partisine yöneleceği yanılgısı içinde olan bir anlayışta olduğunu söylemek mümkün. Yani bir alternatif yaratılması halinde az ya da çok, arayışta olan solda yer alan seçmenin CHP’den bir kopuş yaşayacağını söylemek mümkün.

Peki ya HDP?

Partinin programı, tüzüğü, idealize ettikleri nedeniyle değil de sahadaki pratiği nedeniyle eleştirdiğimizi belirterek, farklı nedenlerle benzer bir tespiti HDP için de yapabiliriz. Kalabalık bir doğal tabana eklemlenen çeşitli bileşenlerle HDP de solu kitlesel olarak sadece kendisinin temsil ettiği fikrinde.

HDP’nin bütün olarak sol bir parti olduğunu düşünsem de parti içinde Kürt siyasal hareketi ve Türkiye solunun bileşenleri biçiminde iki ayrı grubu işaret etmek yanlış olmaz. HDP’nin bütüncül bir sol parti olmasının önündeki asıl engel, Türkiye solundan gelen yapıların zayıflığıdır. Türkiye solunun HDP içinde sesinin az çıkması ya da yaşanan baskı ve zulüm nedeniyle duyulan sesin sadece belli bir odağın dışına taşamayan bir siyaset odaklı olmasının nedeni sanılanın aksine Kürt hareketinin hegemonya kurması nedeniyle değil. Aksine Türkiye solu olduğu iddiasındaki grupların mevcut politik duruşlarını daha güçlü olanın siyaseti üzerinden dile getirme anlayışından kaynaklı.

'40 YILLIK SAVAŞIN YÜKÜNÜ TAŞIYAN HDP'NİN YAPABİLECEKLERİ SINIRLI'

Bu tutum bu grupların HDP’nin ülkenin batısında büyüme stratejisini sağlayacak politika üretmekten ve mücadele örgütlemekten uzak olmalarını, yani zayıflıklarını örtmeye yarıyor. Bu siyasetlerin mevcut çabalarını elbette değerli görüyorum. Ancak bunca 'farklı' bileşeniyle HDP, sahip olunduğu iddia edilen farklılıkların göründüğü bir parti olmaktan çok tek merkezli siyaset yapılan, homojen bir yapı gibi görünüyor. Bir yere kadar anlaşılabilir bu tutum Kürt meselesinin, kelimenin gerçek anlamıyla da can alıcı sorunları ortaya çıktığında seçmende aynı karşılığı yaratamıyor. Sadece çatışmalı süreci 40 yıldır süren bir sorunu, devletin ya da yargısının ve medyasının dili ile barışçıl çözüm bulmaktan uzak bir anlayışın egemen olduğu bir bakışla değerlendirmeye çalışan seçmenler HDP ile kolayca mesafelenebiliyor. Kısa yoldan söylemek gerekirse sırtında 40 yıllık bir savaşın yükünü taşımak zorunda olan HDP’nin bu şartlarda yapabilecekleri sınırlı.

Devlete hâkim iktidar zihniyeti Kürt hareketine yönelik ağır baskı ve zulüm politikalarıyla HDP’yi kolayca kriminalleştirebilecekleri -ki bunda başarılı oldukları aşikâr- bir alanda siyaset yapmaya iterken, parti de yaşananların ağırlığının da etkisiyle o alandan çıkmakta zorlanıyor durumda. Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün ve militarist tedbirlerin yarattığı duygusal kırılma/kopukluk nedeniyle olası bir seçimde Kürt yurttaşların tercihini HDP’den yana kullanacağından emin bir parti yönetimi mevcut.

Mevcut tabloda bu tercihin, AKP+MHP bloğuna karşı taktiksel oy kullanacakların katkılarını da ekleyerek, HDP’ye seçim barajını kolaylıkla geçireceğinden emin bir yönetim anlayışı var. Ki Türkiye partisi olma iddiasını, Batı'da iktidar bileşenlerinin "yenilmesini" sağlayacak, altının ne ile doldurulduğu belirsiz bir demokrasi blokundan yana olmaktan öteye taşımayan HDP, bu tutumuyla taktiksel oyların kendi hanesine geleceğinden de emin. Ancak olası bir seçimin, iktidar bileşenleri açısından ihtiyaç duyulan mutlak zafer ya da en hafif hasarla atlatılmasının yolunun HDP’siz bir seçim denklemi üzerine kurulu olacağı açılan kapatma davasıyla artık bir ihtimal olmaktan çıkıp iyice belirginleştiği ortada.

HDP’nin kapatılması, Hazine yardımının kesilmesi, elde bekletilen fezlekelerle milletvekili dokunulmazlıkların kaldırılıp hukuki normlardan uzak Saray yargısı eliyle gerçekleştirilecek hızlı bir yargılamayla tutuklamaların olması ve bilindik isimler başta olmak üzere pek çok siyasetçiye siyaset yasağı getirilmesi gibi bir dizi yaptırımı öngören planlamalar yapıldığından bahsetmek mümkün. Türkiye’deki mevcut yargı sistemini de hesaba katarak değerlendirme yapmak gerekirse bu hamlelerin hepsinin ya da herhangi birinin dahi ülkede barış ve eşitlik talep eden, demokrasi ve hukuka dair beklentiler içinde olan tüm kesimleri altında bırakabilecek bir koca çığa dönüşmesi mümkün.

'TİP, BU HEYECANI ÖRGÜTLEYEBİLİR'

Türkiye solunu temsil ettiği iddiasında olan kitlesel iki partinin mevcut durumları kabaca böyle. Her iki partiden uzaklaşan/uzaklaşmaları muhtemel seçmenlerin, güven duyulacak odak arayışındaki "kararsız/protestocu" grubun arasında yer almalarını engellemek için de bir alternatife ihtiyaç var ve TİP o boşluğu dolduracak bir heyecan yaratıp bu heyecanı örgütleyebilir.

Bunun HDP’ye zarar vereceğini düşünenler vardır ve çıkacaktır. Her şeyden önce bu bir yoldaşlık örgütlenmesidir ve Türkiye’de HDP dışında da gerçekten soldan söz kuracak güçlü bir harekete ihtiyaç var. Güçlü olan ya da güçlü olma potansiyeli taşıyan bir yapının varlığı temel haklar ve özgürlükler mücadelesinin, demokrasi ve dahası barış talebinin daha güçlü dillendirilmesini sağlayarak çözüme yaklaştıracak bir pozisyon yaratacaktır.

'PARLAMENTO, SARAY REJİMİNİN DİKTATÖRLÜK HEVESLERİ DOĞRULTUSUNDA İŞLEVSİZLEŞTİRİLİYOR'

Söylediklerinizden yola çıkarak Türkiye’deki mevcut sorunu 'muhalefet partisi eksikliği' olarak mı anlamalıyız?

Muhalefet partileri ve toplumsal hareket mevcut pozisyonunu sadece seçimde oy kullanmak olarak belirleyen geniş bir yığına dönüşmüş durumda. Tekil örneklerle çıkarılan ses ise yeterince güçlü olmadığı için duyulmuyor ya da yetersiz kalıyor. Bugün toplumsal muhalefet ve kurumsal muhalefeti oluşturan siyasal partiler arasında boşluk var. Bunun asıl suçlusu kurumsal siyasi figür ve yapıların da yarattığı açmazlardır. TİP aynı zamanda bunun da aşılmasına vesile olacak.

Anlaşılan o ki mücadelenin kurumsal siyasete ve parlamentoya taşınmasında bir sorun var ya da bu sesin taşıyıcılığını üstlenenler az. Halk iradesinin somutlaşması gereken Parlamento, Saray Rejimi'nin diktatörlük hevesleri doğrultusunda adım adım daha da işlevsizleştiriliyor. Ancak muhalefet güçlerinin de parlamentoyu halkın/haklının kürsüsü yapmak için tüm imkanları kullandığını söylemek mümkün değil. Sorunun bir diğer yanı ise iktidarla ve dayattığı politikalarla uzlaşmayacağını her fırsatta göstermeye çalışan ve niceliksel olarak hayli kalabalık olan bu gücün maalesef bir parti bünyesinde pozisyon al(a)maması.

Politik bir homojenlikten bahsetmenin elbette mümkün olmadığı bu grupların tek bir parti seçmeni haline gelmesi gerçekleşmesi güç bir hayal. Ancak özellikle genç seçmenler ve toplumsal muhalefet odakları açısından kendilerinin temsil edildiği düşüncesini uyandıracak ya da sahiplenecekleri bir siyasal parti maalesef yok. Kendimizi de katarak söylemeliyiz ki mevcut partilerin ve siyasetçilerin üslup, tarz, içerik ve siyasi ezberlerinin bu kuşakla bağ kurmakta yetersiz kaldığı bir gerçek olsa gerek. Şimdilerde derin bir sessizlik hâkim olmakla birlikte dipten gelmesi beklenen bir dalga konusunda herkes hemfikir. Ancak o gün geldiğinde insanların güven duyacakları bir odak olarak önde bulunacak bir siyasi yapı maalesef yok.

Sorunun bir parçası ya da bütünün çoğunluğu olmakla birlikte aynı şekilde tabanda da durum pek iç açıcı değil. HDP’nin, yaşanan ağır zulüm sürecinin normali olarak sergilediği tutum alışları, Kürt meselesine yaklaşımda egemen olan ezberler nedeniyle ülke genelinde karşılık bulmuyor. Kürt nüfusun hâkim olduğu yerlerde ses çıkaranın daha ağır bir zulme uğradığı gerçeği de orta yerde dururken HDP’nin kendi tabanını dahi mobilize etmekte yetersiz kaldığını söylemek mümkün.

'TOPLUMSAL OLANI SEÇMEN DÜZEYİNE İNDİRGEYEN SEÇMEN ANLAYIŞI VAR'

Tekil örnekleri ya da küçük gruplar halinde çeşitli yerlerde ortaya çıkan işçi direnişleri ile Boğaziçi Üniversitesine kayyım rektör atanmasıyla başlayan ve giderek sönümlenen son dönemdeki öğrenci eylemlerini saymazsak Türkiye’de kadın+ hareketinden başka aktif mücadele içinde olan, iktidara karşı kazanım elde edebilen bir muhalefet odağı yok. CHP’nin ve Millet İttifakına eklemlenen diğer partilerin toplumsal olanı seçmen düzeyine indirgeyen muhalefet anlayışları nedeniyle ülkenin neredeyse tamamı ağır bir sessizlik sarmalıyla kuşatılmış durumda. Toplumsal muhalefet anlaşılabilir ve anlayamadığımız nedenlerle sessizleşince tüm yükü parlamenter muhalefetin sırtına yükleme kolaycılığına kaçarak zayıflığını da örtmeye çalışıyor.

'TOPLUMSAL MUHALEFETİN GÜVEN DUYACAĞI BİR SİYASAL ODAK YOK'

Özellikle yargının tasarruflarıyla meşruiyet kazandırılmaya çalışılanlar başta olmak üzere, bir dolu haksızlığa görece "ses çıkarılabilen" tek mecra haddinden fazla anlam yüklenilen sosyal medya oluyor. Bir nevi vicdan rahatlatma aracına dönüşen sanal muhalefetin gerçekliği zayıflattığı düşüncesindeyim. Türkiye’de, her siyasal anlayıştan ve dahi trol hesaplarla birlikte hepi topu 13 milyon kullanıcısı olan Twitter’da çıkarılan "gürültü" bizi büyütmek bir yana küçültüyor olabilir mi diye düşünüyorum. Herkesin kendi mahallesine seslendiği bir megafondan öteye gitmeyen sosyal medya muhalefetine en çok kulak kabartanlar ise yargı ve Saray Rejiminin emir erine dönmüş hâkim/savcılara hedef gösteren trol çeteleri oluyor. Hal böyle iken sadece muhalefet partisi eksikliği üzerinden yapılacak bir değerlendirme eksik kalır.

Ancak şunu söylersek yanlış olmaz: Türkiye’de toplumsal muhalefetin güven duyacağı geniş kapsamlı bir siyasal odak maalesef yok. Mevcut muhalefet blokunun ve kitle partilerinin politik ve siyasi hattı kurmaktaki eksikliğiyle ilgili bir sorun bu. Yani ilke ve prensiplere göre değil de iktidara, medyasına ve fezlekelere göre pozisyon alıp hizalanan ve muhalif olanı birer seçmenden öte görmeyen particilik ve muhalefet anlayışıyla kat edeceğiniz mesafe gidebileceğiniz bir yol yok. Ya da iktidar değişimi halinde bile kat ettiğinizi sandığınız yolda gelip varacağınız yer mevcut iktidarın durduğu noktadan farklı olmayacaktır.

'ANKETLERDEN ELDE EDİLEN SONUÇ, 'İLK SEÇİMDE GİDİYORLAR' OLMAMALI'

Muhalefet partilerinin temsilcilerinden yayılan ve muhalif tabanının ezici çoğunluğunda karşılık yaratan "İlk seçimde gidiyorlar" sözcüklerine sığdırılan umudun karşılığı yok mu yani?

Sanırım bu iddialı söyleme ve muhalefetin toplumsal tabandaki karşılığına dair umudu besleyen tek veri anket şirketlerinin olası bir seçime dair yaptıkları çalışmalardan ibaret. İddia edilen olası bir seçimde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi ortaklığı ve Büyük Birlik Partisi’nin niceliksel olarak tartışmalı oy desteğinin toplamının Cumhurbaşkanlığının kim olacağının belirlenmesinde belirleyici olan yüzde 50+1 oranına ulaşamadığı.

O çok ciddiye alınan anketlerin bize gösterdiği bir başka gerçek daha var: İktidar blokundaki partilerden kopan seçmenler muhalefet blokundaki partilerde değil karasızlar ve protesto oylarında birikiyor. Buna ek olarak, yine aynı anketlerde "ekonomiyi en iyi kim yönetir" sorusuna ise "Erdoğan" yanıtı veriliyor. Herhangi bir kriz sonrası Erdoğan’ının görev onayı yüzde ellilerin üzerine çıkıyor. Yani bu siyasal olarak; "'ses çıkarmazsak ilk seçimde gidecekler' stratejisi" kesin sonuç getirmeyecek.  Ki iktidarın "oy erimesi" ve bunca soruna rağmen rahat davranmakta devam etmesinin en önemli nedeni de bu. Öte yandan oy bazında bir erime olmasına karşın iktidarın bürokrasideki kurumsal gücü devam ediyor. Ve o gücü sağlayan da başta yolsuzluk olmak üzere tepeden tırnağa hepsinin suç denen zamkla birbirine bağlı olmasıyla ilgili.

Yani anketlerden yola çıkarak elde edeceğimiz sonuç artık bir sayıklamaya dönüşen "ilk seçimde gidiyorlar" olmamalı. Faşist politikalarını gizleme gereği bile duymayan Saray Rejimi'nin sahiplerini bir tarafa, sığ bir AKP karşıtlığı ve Erdoğan düşmanlığında ortaklaşan diğer partileri diğer tarafa koyarak yapılan bir aritmetik hesabın bize bu sonucu vereceğini düşünmek hatalı bir çıkarım olur. Muhalefet blokunun kitle partileri CHP ve İYİ Parti ile bu blokun doğal ortakları kabul edilen DEVA, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi tek bir ittifak içinde değerlendiriliyor. CHP de dâhil olmak üzere bu sağ bloğun yanına yüzde 10-13 bandında oya sahip olduğu düşünülen HDP ve irili ufaklı sol/sosyalist partilerin alacağı oyları da dâhil ederek yapılan bir hesaplama yöntemi bu. Anket sonuçlarında ortaya konan verileri doğru kabul etsek bile ulaşacağımız sonuç en iyi ihtimalle Meclis’teki milletvekili dağılımının değişebileceği ve Cumhurbaşkanını belirleyecek seçimin ikinci tura kalacağı olabilir. İyimser tahminle bu sonuçların elde edileceği bir seçim umutlanmamıza vesile olabilir.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı koltuğundan olacağını ummak için biraz erken. Dahası birbirine bunca benzeyen ve benzemeyen siyasi tutum, geçmiş ve politik hatta sahip partiler ve seçmenlerinin her kim olursa olsun Erdoğan’ın karşısında olan adayda ortaklaşacağı düşünülüyor. Ve bu kanıya sahip olunmasına neden olan tek motivasyon aracı ise Erdoğan karşıtlığı/düşmanlığı.

Erdoğan’da simgeleşen iktidar pratiği sona ererse ülkenin içinde bulunduğu karanlık girdaptan çıkış yolunun da açılacağına dair inanç. Elbet bunu hafife alıyor değilim. Ancak kutuplaştırıcı kimlik siyasetinin baskınlığıyla ortaya çıkan nefret dili, kendinden olmayanı düşman addeden anlayışın yarattığı duyguyla birleşince böyle bir sonuca ulaşmak mümkün. Ama siyasette rasyonalitenin değil de duygunun bu kadar baskın hale geldiği bir dönemde sadece aritmetik hesabına dayanan böyle kolaycı bir sonucun ortaya çıkacağını düşünmeyi çok naif buluyorum. Çünkü her ne kadar birbirinin aynısı haline dönüşmüş olsalar da ve bu benzeşmeye kimi tutum alışları ve alamayışlarıyla HDP’nin de dâhil olduğunu düşünüyor olsam da ortada homojenize edeceğimiz bir partiler bloku olduğundan söz edemeyiz. Kürt politikasındaki savaşa son vermek, laiklik ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik olanlar başta olmak üzere memleketin esaslı sorunları hakkında bütünlüklü ve çözüm odaklı bir muhalefet ittifakından söz etmek mümkün değil.

Ne gibi farklar var?

Bu konuda bize turnusol olan ve Türkiye’deki tüm yurttaşların eşitliğini öngören ve çözüm bulunması halinde evrensel hukuk ve demokrasi normlarının ülkeye egemen olarak yerleşik ve yaygın hale gelmesini sağlayacak olan pek çok sorunumuz var. Bunların başında kadınların, LGBTi+’ların yaşamına son veren cinayetler ve şiddet geliyor. Ekonomik eşitsizlikler ve geçim sıkıntıları da yurttaşları intihara sürükleyen, memleketi yaşanabilir olmaktan çıkaran, gençlere yurt dışına "kaçma" hayalleri kurdurtan esas bir sorun olarak yer alıyor. Bunlara ek olarak, memleketin kadim meselesi Kürt sorunu geliyor. Türkiye İşçi Partisinin, memleketin yukarıda saydığım tüm esas meselelerine ilişkin çözüm önerileri ve bu çözümlerin nasıl hayata geçirileceğine ilişkin fikirleri var ve kesin doğrudur demiyor. Ama kendi çözüm önerileri ve fikirlerini sorunların tüm muhataplarıyla birlikte yeniden konuşmaya, sorunları yeniden tanımlaya, yeni çözüm ve uygulama yolları bulmaya hazır olduğunu söylüyor. Bunu söyleyen, ifade eden ve kararlılık gösteren herkesle bir ortak çözüm paydasında buluşmak şart. Çünkü bizim başka bir memlekete ihtiyacımız var ve bunu hep birlikte kurmak zorundayız.

'İMAMOĞLU'NUN TWEETİNE YÖNELİK TEPKİLER BİZE BİR ŞEY SÖYLEMİYOR MU?'

Ancak Millet İttifakını oluşturan siyasal partilerle ve ittifakın kurmayı arzu ettiği memleketle, bizim hayallerimiz arasında belirgin farklar var. Örneğin, İYİ Parti'nin Kürt yurttaşların hak taleplerinin nasıl karşılanacağı ya da Kürt meselesi diye anılan sorunun nasıl çözümleneceğine dair yol haritası nedir? Kimi zaman iyot gibi açığa çıkan tutum alışlarıyla bu sorunun çözümünde mevcut iktidar blokundan farklı bir yaklaşımı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bize itiraz ettiğimiz devlet anlayışının vücut bulup dile geldiğini düşündürten konuşmalarıyla Yavuz Ağıralioğlu’nda temsiliyet bulan anlayışın İYİP’te ve tabanında hatırı sayılır bir karşılığı yok mu?

Ekrem İmamoğlu’nun 8 Mart kutlamasıyla ilgili Twitter iletisinde Meral Akşener ve Pervin Buldan’ı aynı cümle içinde geçirmesiyle ilgili gösterilen tepkiler bize bir şey söylemiyor mu? HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlık fezlekelerinin Meclis Genel Kurulu’na gelmesi halinde İYİP ne yapacak? Bu konuda "gözü kapalı evet" diyeceğini söyleyen Ağıralioğlu en net açıklamayı yaparken buna itiraz ediyor görünen bir konuşma yapan Meral Akşener’e bakılırsa da hem evet hem hayır denilecek. Bunu da Saray Rejimi'nin kapıkulları haline dönüşmüş yargının mensuplarının hazırladığı iddianamelere, fezlekelere, yöneltilen suçlamaları "hukuken" değerlendirerek yapacaklarmış. Akşener de dâhil muhalefet partileri temsilcileri, sıklıkla yargının bir tetikçilik görevi üstlendiğine dair eleştiriler yöneltirken söz konusu olan HDP olunca neden bir anda yargıyı bağımsız, yargı mensuplarını da hukukçu olarak değerlendiriliyor? Yargının en rezil halini yaşadığı ve toplumun ezici çoğunluğunun adalet talep ettiği bir dönemde iktidardaki ömrünü savaş baronluğuyla uzatmaya çalışan Saray rejiminin muhalefet blokunda bir çatlak yaratma gayesi güttüğü açık olan bu hamlesine adaletsizliği pekiştiren bir söylemle mi mukabele edilir? Bulunduğu pozisyon ve politik tutumuyla hem iktidarın hem de muhalefetin tabanına seslenebilen Akşener’in dokunulmazlık fezlekeleri ve dolayısıyla Kürt meselesine dair açıklaması Ağıralioğlu’nun netliğine sahip olmadığı için hatalı bir biçimde demokrasi ve hukuk normlarıyla bağdaştırılarak alkışlandı. Söyleneni değil de duymak istediğini anlayanlar alkış tutmak yerine "dokunulmazlık fezlekelerine hayır" denmesi gerektiğini güçlü biçimde dile getirmeliler.

Halkın iradesini temsil edenlere yönelik kriminalleştirme hamlelerine itirazını dile getirmekle kalmayıp, iktidarın Kürt meselesini merkez alarak çizdiği sınırlarda hizalananlara da haddinin bildirmesi gerek ve şarttır.

İYİ Parti'ye kıyasla görece demokratik bir yaklaşımı olacağını düşündüğümüz CHP’nin bu sorunu çözeceğini iddia etmesine rağmen nasıl çözeceğine dair cesaretli bir sözü olduğunu anımsayan var mı? Her ne kadar sol, sosyal demokrat bir tabana sahip olduğu düşünülse de Kürt meselesini devletin, yargısının ve medyanın yansıttığı manipülatif biçimiyle değerlendirmekte devam eden ve mevcut iktidarın çizgisinde hizalanan bir anlayışın tabanda hatırı sayılır bir yer tuttuğu gerçeğini görmezden mi gelelim?

Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında, LGBTİ+ bireylerin toplumsal varlığının kabulü konusunda Saadet Partisi’nin ne düşündüğünü bilmiyor muyuz? Sadece kadına yönelik erkek şiddetinin önlenmesinde önemli bir eşik olan İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması konusundaki tutum alışı bile seçmeni Erdoğan karşıtlığında birleştirir mi? En güncel olanından örneklersek kadın kolları başkanlığını bir erkeğe teslim eden parti toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında nasıl bir katkı sunabilir?

Peki DEVA ve Gelecek Partilerinin bu denklemdeki yeri?

Şunda net olalım; bu partilerin yöneticilerinin ve vitrindeki isimlerinin tasfiye edilmelerinden sonra AKP’nin bağrından koparak muhalefet blokuna geçmiş olmaları, DEVA ve Gelecek Partisi ve liderlerinin yaşadığımız karanlıktaki paylarını sorgulamamıza engel değil. Bu partiler mevcut iktidar blokundan koparacakları oylar nedeniyle muhalefet için "umut" ama kopup geldikleri yer ve geçmişteki tutum alışlarından hareketle söylersek Türkiye için risktir. Hem bu partiler hem de CHP’nin memlekete dair sorun ettiği, ittifak yaptığı diğer partilerde olduğu gibi sistemle değil sistemin sahibi olamamaktan öte değil. Hal böyle iken olası bir seçimde yaşanacak iktidar değişimi, elbette demokratik iyileşmeler, kısmi nefes alacak alanlar yaratacak olmakla birlikte gücü elinde bulunduranın değişmesinden ibaret kalacağına dair endişelerim var.

Peki o zaman TİP nerede durup nasıl bir pozisyon alacak? 

Bir an için anketlerin bizlere gerçeği gösterdiğini kabul edersek, kurumsal siyaset alanında yer alan muhalefet güçlerinin önündeki görevlerin ilkinin mevcut rejime karşı kararlı ve inatçı bir mücadeleyi büyütmek olduğu tespitinde bulunabiliriz. Diğeri ise bu mücadeleyi ve direniş kararlılığını koruyarak kurumsal siyaset alanına ve parlamento zeminine de taşımak olmalı. Yapmamız gereken Meclis’i halkın iradesinin somutlaştığı bir kürsü olarak kullanmak, bunun tersi yönündeki tüm dayatmalar karşısında daha büyük inatla ve daha yaratıcı yollarla halkın sesini ve sözünü ait olduğu yere, Parlamento’ya taşımaktır. Açık ki Türkiye’nin toplumsal muhalefet güçlerinin geniş çeşitliliği, parlamentonun mevcut bileşimiyle karşılanmamakta. Dahası, parlamentonun mevcut işleyiş ilkeleri de bu çeşitliliği korumak yerine yadsımayı, yok etmeyi gözetmekte.

'ÖNERİMİZ; HDP VE CHP DIŞINDA KARARLI BİR MUHALEFET ODAĞININ YARATILMASI'

Bu koşullarda, parlamentonun ülkemizin muhalefet çeşitliliğini yansıtacak bir bileşime kavuşturulması, doğrudan parlamentoda temsil imkânı bulamayan dinamik toplumsal kesimlerin seslerinin ve sözlerinin temsil edildiği bir kürsü haline gelmesi hepimizin görevi. TİP bu başlıkta üzerine düşeni yapmanın tüm yollarını sınırlı olanaklarıyla zorlamaya çalışıyor. Parlamento içinde mevcut durumu kabullenmeyen ve imkanları sonuna kadar zorlamanın yanı sıra seçimlerde de ittifak ilişkilerine açık olmayı da gözeten bağımsız bir siyasal parti olarak seçime girme hakkını kazanmış olmak bir diğer mücadele konumuz. Türkiye muhalefetinin tüm çeşitliliğinin parlamentoya yansıması için ne yapılması gerekiyorsa onu yapmaya da hazırız. Bu kararlılığın sadece kendi partimiz ve seçmenimizle sınırlı olmadığını da söylemek gerek. Hem demokratik siyasi kültür hem de parlamento işleyişi açısından gerekli mücadeleyi beraberce yürütmek, tüm muhalefet güçlerinin de üzerlerine düşeni yapmaları sağlamak için diyaloga ve yaratıcı çözümlere duyduğumuz ihtiyaç inkâr edilemez.

Türkiye’de iktidar ve karşıtları biçiminde oluşan ve artık kendisi de bir dengeye oturmuş görünen siyaset tablosunun dengesini değiştirecek bir adım olarak önerimiz HDP ve CHP dışında da bir kararlı muhalefet odağının yaratılmasıdır. Bu odağın hem oy kullanmayan seçmenleri hem de genç seçmenleri umutlandırıp, heyecanlandırarak bir kuvvet olarak siyaset alanına taşıması ilk hedefimiz. Milyonlarca gencin, bu iktidara karşı kararlı duruşuna rağmen, mevcut muhalefet güçlerine çeşitli nedenlerle mesafeli olmasının, bu yeni seçeneğin en önemli zemini olacağını düşünüyoruz. Ayrıca bu gücü bizlerle birlikte hareket etmeye nasıl yöneltebiliriz sorusuna yanıt aramaya çalışıyoruz.

'GENÇ SEÇMEN TANIMI YAPIYORUZ VE HOMOJEN BİR GRUPTAN BAHSETMİYORUZ'

Biraz önce bahsettiğiniz ve şu anda birer partisi olan seçmen gruplarından oy alabilecek mi? O oylar yeterli olacak mı? 

Kitlesel bir sol odak yaratmak iddiasını taşıyorsanız bu iki gruptan alınacak oylar elbette yeterli değil. Ki zaten sadece o oylara talip olmak hem etik hem politik olarak doğru değil. Bu ceberut iktidardan kurtulmanın çaresi de olmaz. Bir değişiklik olmazsa bir kez daha önceki sistemle seçim yapılacak. Dolayısıyla muhalefet bloku içinde yer alan partiler arasındaki oy geçişkenlikleri muhalefete zarar vermeyecek ama iktidarı zayıflatan bir etki de yaratmayacak. Dolayısıyla hedefi yeni ve oy kullanmayan seçmenler üzerinden kurmak gerek. Bir arayışta olduğunu düşündüğümüz seçmenler dışında kalan çok güçlü ve kalabalık bir grup daha var: Genç seçmenler. 

Bir genç seçmen tanımı yapıyoruz ama homojen bir gruptan bahsetmiyoruz. Farklı sosyo-ekonomik koşullardan gelen, eğitimli ya da eğitimsiz olanlardan, hali hazırda politik tercihleri olan, dünyaya ikili cinsiyet ve rolleriyle bakmayan bir genç kuşak var. Ancak yine de bu grubun ortak sorunlardan bahsedebiliyoruz. Ekonomik krizi yoğun biçimde hissediyorlar. İşsizlik, KYK borçları, alım güçlerinin müthiş zayıf oluşu bu grubu iktidar odaklarına tamamen uzaklaştırıyor.

'DİLEĞİM O DUR Kİ 101 YILLIK MECLİS'E GİRECEK İLK LGBTİ+ AKTİVİSTİ TİP VEKİLİ OLSUN'

İkincisi haklarının, özgürlüklerinin sürekli daralması, ekonomik sorunlardan yaşamlarının sekteye uğraması kopuşun diğer bir yönü. Şu an mevcut muhalefet partilerinin bu gençlere ulaşamadığı aşikâr. TİP bu genç seçmen grubunu temsil etmeye, bu sorunlar bakımından bu grupla siyasal köprüyü kurmaya ve gerçekçi çözümlerle gelmeye aday parti olma iddiasındadır. Bunun da ötesinde TİP, feminist hareketin, LGBTİ+ ve ekoloji mücadelesi odaklarının temsiliyetini güçlendirmeli, partinin organik bir unsuru haline getirmeli ve bu grupların sahadaki aktivist kazanımlarını kurumsal siyasete taşıyarak taçlandırmalıdır. Dileğim odur ki bu 101 yıllık Meclis'e girecek ilk LGBTi+ aktivisti, Türkiye İşçi Partisi’nin milletvekili olsun.

Soruya dönersek, bu kadar farklılığı içinde barındıran genç arkadaşların ezici çoğunluğunun ortaklaştığı en önemli başlık ise insanca yaşanabilir bir ülkenin yurttaşı olmak. İnsan yaşanabilir olanın ne olacağına dair verilecek yanıtlar farklılaşabilir ama gelecek kaygısı olmadan, işsizlikle boğuşmadan, iyi eğitim olanaklarına sahip olarak, can güvenliği kaygısı taşımadan ve hukuki güvencesi olduğundan emin bir şekilde yaşamını sürdürebileceği bir ülkeden bahsediyorum. 

İlk kez oy kullanacaklar başta olmak üzere özellikle son 10 yılda AKP’den başka bir iktidar yüzü görmemiş gençlerin yaşadığı Türkiye’de hayal bile kuramıyor bu arkadaşlar. Demokrasinin daha da boğulduğu bir hukuksuzluk, nepotizmin geçer akçe olduğu bir bürokrasi anlayışı, savaş baronluğu ve nefret dilinin hâkim olduğu bir yönetim ve dahası ülkeyi talan edip devleti yağmalayan bir çete düzeninden başka hiçbir şeye tanık olmamışlar. Siyaset sahnesindeki partilerin vitrin süsü olarak gördükleri, temsilcilerinin sosyal medya diliyle "mizahi" paylaşım yaparak nabızlarını tuttuğunu sandıkları gençler bunlara tav olacak bir kuşak değil. Sadece seçim zamanında anımsanan oy depoları olarak görülmek değil, siyasetin doğrudan öznesi olmayı istiyorlar ve bu talep karşılanmalı. Üstelik bir lütufmuşçasına da değil, bir hak olarak karşılanmalı. Kadınlar, LGBTi+’lar ve gençler bize insanca yaşanabilir bir ülkenin yolunu gösteriyorlar. Biz onları takip edeceğiz. 

'GENÇLERİN SORUNLARININ, KENDİLERİ TARAFINDAN ÇÖZÜLDÜĞÜ BİR PARTİYE İHTİYAÇLARI VAR'

TİP bunu karşılayacak mı?

Amacımız, çabamız bu yönde. Bu konularda uzmanlığı olan kişilerle birlikte, yurt içinde ve dışında akademik çalışma yürüten, tıpkı benim gibi TİP’in siyasi geleneğinden olmayan ve memleket meselesini kafaya takmış genç arkadaşlarla çalışıyoruz. Onlara kulak verip anlamaya, onların nasıl bir yol yöntem izlememiz gerektiğiyle ilgili fikir ve önerilerini dinleyip nasıl gerçekleştireceğimize dair yol haritası çıkarıyoruz. Ancak bu arkadaşlarımızın katkısını sadece 'danışmanlık' gibi düşünüyor değilim. Partinin yönetim ve karar mekanizmalarında olmaktan tutun da seçilebilir yer ve sıradan milletvekilliği adaylığıyla güçlü biçimde Meclis’e girmelerini diliyor ve istiyorum.

Seçmenler bu kadar genç iken siyasetin bu kadar yaşlı olması ciddi bir paradoks. Ve gençlerin sorunlarının bizzat kendileri tarafından çözüldüğü ya da çözme iradesinin gösterildiği bir partiye ihtiyaç var.

'CUMHURBAŞKANLIĞI ADAYLIĞI' TARTIŞMASI

Öncelikli olan bir başka ihtiyaç ise üzerinde uzlaştığımız bir ittifak metni. Cumhurbaşkanı adayının kim olacağından tutun da ülkeyi demokrasi ve hukuk normlarına kavuşturmanın yolunu açacak şeffaf bir toplumsal sözleşmeden söz ediyorum. Toplumsal uzlaşı yaratmanın yolu mevcut sorunların tümünü doğru zeminde tartışıp akılcı, demokratik ve hukuki çözüm yolu bulmaktan geçiyor. Ki zaten bunu gerçekleştirdikten sonra da Erdoğan’ın rakibinin kim olacağını tartışmak anlamsızlaşır. Çünkü tartışmayı adayların kim olacağı kısırlığından kurtarıp barış, demokrasi ve hukuk normlarının egemen olacağı sistemik değişim ve dönüşümü sağlayacak bir zemine çekmeye ihtiyaç var. Bunun yolu da iktidar seçmenleri de dahil bu ülke yurttaşlarının hepsini kapsayan, sorunları çözme iradesini yansıtan ve yapacaklarını anlatan şeffaf bir toplumsal sözleşmeden geçiyor. Birbirini kontrol ve denetime tabi tutacak her kesimi temsil eden Cumhurbaşkanı yardımcılarının, kabinesinin, yasal ve bürokratik dönüşümü gerçekleştirecek kadrolarının kim olduğunun önceden bilindiği ve sistemik dönüşümü nasıl ve ne şekilde gerçekleştirileceğinin önceden şeffaf bir biçimde ilan edildiği bir toplumsal sözleşme etrafında birleşildiğinde hem Cumhurbaşkanı adayının kim olacağı sorun olmaktan çıkar hem de bu mafya iktidarından kurtulmanın yolu açılır.

AHMET ŞIK'I, TİP'E KATILMAYA İKNA EDEN NEYDİ?

Peki şimdi yeniden geçmiştekine benzer tartışmaların yeniden yapılabilmesi söz konusuyken sizi TİP'e ikna eden şey ne oldu? Neden TİP?

Denklemde kimler ve neler var bir bakalım; aralarında iktidardan kopmalarıyla kıymete binenlerin de olduğu ama dertleri sistemle değil de sistemin sahibi olamamakla ilgili olan siyasi partiler. Bir tarafta CHP’den bitmek bilmez bir beklenti, diğer tarafta HDP’ye karşı aynı kararlılıkta bir şüphe içinde olan bir seçmen topluluğu. Yolsuzluktan, hırsızlıktan bıkmış ama mecburiyetleriyle oy tercihinde bulunan yurttaşlar. İktidar yanlısı olmayana sadece nefes alıp vermekten ibaret bir yaşamın "lütfedildiği" her kuşaktan herkese sinmiş bir gelecek kaygısı. Sadakatinden emin olunmayanın ve çete düzeninin kurallarına göre oynamayanın devlet kapısında iş bulamadığı bir bürokrasi anlayışı. İşsizlik. Yolsuzlukların neden olduğu yoksulluk ve yoksun bırakılmışlığın derinleşmesi. İlk kez sandığa gidecekleri de eklediğimizde sayıları 22 milyonun üzerine çıkacak olan genç seçmenlerin çaresizliği ve alternatifsizliği.

Mevcut tabloda toplumsal, politik ihtiyaçlarla parlamenter siyasi ihtiyaçlar arasında giderek derinleşen bir uçurum var. Dolayısıyla burada ortaya çıkan bir boşluk var. Toplumsal olana kayıtsız kalmayan ancak parlamenter olana da kanmayan bir politik özne bu boşluğu doldurabilir. Bu kadar olumsuzluğun hâkim olduğu bir denklemde nabzı doğru tutabilen, talepleri ve beklentileri görünür kılabilen ve doğru çözümleri sunabilen, gençleri siyasetin öznesi haline getirebilecek bir parti ihtiyacı elzem. Beni TİP’e katılmaya karar verdirten de bu oldu. TİP’in şu anki haliyle bu sorunları çözeceği iddiasında değilim.

Ama arkadaşlarımızla aylar süren konuşmalar ve yaptığımız toplantılarda bu iradeyi ortaya koyan ya da bunu gösterenlerle yol yürümeyi amaçlayan bir partide bir arada olunması gerektiğinde uzlaştık. Uzun zamandır kabuğunu kırmaya yönelik çalışmalar yapan ve kendi içindeki politik ve siyasal tutum alışlara dair bazı dönüşümler gerçekleştirmeye çalışan TİP bu ihtiyaca yanıt veren bir parti olarak kendisine yer bulabilir.

Sözü duyulmayanın sözcülüğünü üstlenen, yok sayılan ve sadece seçmen düzeyine indirgenen insanların sesi, soluğu olan ve talebini ileten güven duyulan güçlü bir odak olarak Türkiye İşçi Partisi, Saray Rejimi sonrasında kurulacak Türkiye’de siyasi kültürü değiştirecek ciddi bir temsil merkezi olabilir. Bunu karşılayabilmeye dönük çaba harcamak gayesiyle çıktık yola. Başka bir gelenekten gelip siyasette yer tutmaya çalışmak ve bunu yaparken de bu kadar kısıtlı imkanla iki yıl içinde seçime girme yeterliliğini sağlama başarısını ciddi bir kolektif emeğin ürünü olarak, çok değerli bir örgütlenme çalışması olarak görüyorum. Ben de partiye yeni katılan birçok kişi de TİP’in geleneğinden gelen insanlar değiliz. TİP’li arkadaşlarımız da bunu biliyor ve zaten partiyi toplumsal muhalefetle buluşturarak kitleselleşme çabası gösteriyorlar. TİP’i, altında herkesin kendisini olabildiği gibi ifade edebildiği gökkuşağının her rengine boyanmış bir şemsiye olarak tahayyül ediyorum. Seçimlerde bu yeni seçeneğin toplamda iktidar karşısındaki bloku genişletme ve güçlendirme konusunda yaratacağı etkiyi de hesaba katmak gerektiğini düşünüyorum. TİP’in büyümesi Türkiye’de tarafını emek, barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yana seçmiş olan muhalefetin büyümesi anlamına geliyor.

TİP’e katıldığınız açıkladıktan sonra HDP’den istifa etmenize atıfla sosyal medyadan yönelen eleştirilerle ilgili sormuş olayım TİP’ten de istifa eder misiniz?

Buraya kadar anlatılanlardan çıkaracağımız sonuç şu ki hepimiz Türkiye’nin kurtuluş mücadelesine bir yerinden dahil olmaya çalışıyoruz. İki uçlu ittifakın kitleleri bayrak ve ezan arasına sıkıştırmış olmasını dert ediniyoruz. Samimi, sahici ve şeffaf biçimde olmaya ve kalmaya gayret ederek güven veren isimlerin yan yana durmasının önemli olduğuna inandığımız için bir aradayız. Partiye katılmamdan tutun da birçok kişinin üyelik başvurusu yapması ya da seçimlerde oy vereceğini söylemesinin nedeni TİP'in geleneksel sol bir parti olmasından değil. Ve zaten geniş toplamın ki umurunda değil bu. Umurlarında olan bir boşluğu akıllıca doldurup, yarının inşasında güçlü bir aktör olup, solu yeniden bir değer ve güç olarak tarih sahnesine çıkarabileceği, ölü toprağını silkinip üzerinden atabileceği güveni verdiği içindir. Aksini söyleyenler ve inananlar olacaktır; ancak geçmişin fail, yapı ve söylemlerini yeniden ve yeniden üretmenin, bugünün esas ve acil sorunlarını çözme noktasında çok da gerekli olmadığını düşünüyorum.

'BİRBİRİMİZE ZARAR VERİR HALE GELİRSEK BU SEÇENEK MEVCUT'

Somut durumun somut tahlilini yapalım. Konforunu bozmamak için, yalnızca direnenlere uzaktan destek veriyormuş gibi yapanların bunca çok olduğu ve memleketteki en devrimci eylemin seçimlerde oy kullanmaktan öteye gitmediği bir yerde kitlelerle birlikte sol siyaset yapmanın yolu ezber sloganlar yerine anı yakalayan ve var olanı dönüştüren bir yaklaşımla, hep birlikte siyasetin kendisini de dönüştürecek bir alçak gönüllülüğe sahip olmaktan geçiyor. Ve sorunuza gelirsek kimsenin kimseyle arasında Katolik nikahı yok. Birbirimizi aldatırsak, dürüstlük ve şeffaflıktan uzaklaşırsak ve birbirimize zarar verir hale geldiğimiz görürsek bu seçenek her zaman herkes için söz konusu.

Tabelalara, isimlere bir kutsiyet atfetmiyorum. Hedeflediğimiz amaç uğrunda tutarlılık devam ettiği müddetçe, memleketin ve insanlarının iyiliği için yepyeni araçlara başvurmak gerekiyorsa, tıpkı Türkiye İşçi Partisi'ni kuran dostlarımız gibi, gereğini yapmakta bir beis görmem. Ancak bugün konuşulması ve tartışılması gereken ilkelerimize ve prensiplerimize bağlı kalarak Türkiye İşçi Partisi'ni güven duyulacak bir odak haline getirmek için çalışmak olmalı.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar