Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Yürütme içre erk mücadelesi

Demokrasi tarihini de kapsayan Osmanlı modernleşme tarihi, bir yanda Saray/Köşk ve diğer yanda ise Babıali/Hükümet merkezleri arasındaki erk mücadelesi bağlamında ve bu mücadele sürecinde yaşanan güç kaymaları çerçevesinde de tartışılabilir.

Osmanlı ve Türkiye modernleşme sürecinde, yürütme bağlamında erk savaşımına baktığımızda farklı dönemlerde iki merkezin öne çıktığını görmekteyiz: Bir yanda Saray/Köşk (Sultan/Reis) ve diğer yanda ise Babıali/Hükümet (Başbakan/Bakanlar Kurulu).

Demokrasi tarihini de kapsayan Osmanlı modernleşme tarihi, bu iki merkez arasındaki erk mücadelesi bağlamında ve bu mücadele sürecinde yaşanan güç kaymaları çerçevesinde de tartışılabilir.

Bu köşede bir süredir ele aldığım, demokrasi şafaklarından ve geceye evirilmelerden sorumlu başat aktörleri görmek için de bu savaşıma bakmak yararlı olabilir.

Temsil ettikleri sınıfların analizini ve bu karmaşık temsiliyet ilişkisiyle ilgili tartışmayı bir yana bırakarak, bu güç merkezlerinin, sadece modernleşme stratejisinin rengini ve niteliğini değil aynı zamanda demokrasi şafaklarını ve takip eden gecelerin sahibini de belirlediğini söyleyebiliriz.

*****

İçinde yaşadığımız 2017 sonrası dönemde yürütme içre güç merkezinin (yeniden) Saraya/Külliyeye kaymış olması ve Saray rejiminin otoriterliği gerçekliğini akılda tutarak tarihsel süreci okumak gerekir. Ancak Sarayı/Külliyeyi despotizmin, Babıali’yi/hükümeti (görece) demokratlığın sembolü olarak değerlendirmenin sakıncaları unutulmamalıdır.

Türkiye-tipi Başkanlık tartışmalarıyla bu yeni rejime geçiş sürecindeki tartışmaların sığlığının bence önemli nedenlerinden biri de konunun böyle bir sembolizm/nominalizm üzerinden ele alınması olmuştur.

2017’ye giden süreçte, Birikim dergisinde 2016 yılı baharında daha kapsamlı bir çerçeve içinde başladığım, ama maalesef devam ettiremediğim bu tartışmayı ileride bu köşede gerçekleştirebilmeyi ümit ediyorum.

*****

Demokrasi tarihi tartışmalarını kuvvetler ayrılığı veya birliği (denge ve denetim) sorunsalı gibi daha genel bir çerçeve içerisinde değerlendirmek gerektiğini akılda tutarak ve onu da aşan genel çerçeveyi tartışmayı gelecek yazıya bırakarak, bu yazıda demokrasi ve erk mücadelesi tarihinin odağındaki kuvvetlerden biri olan yürütme içinde yaşanan güç rekabetine bakacağım.

Modern Osmanlı ve Türkiye tarihinde yürütme içre güç savaşımında tarafların, başkentteki mekansal yansımasına paralel şekilde Saray/Köşk ve Babıali/Başbakanlık olarak karakterize edilmiş olması, bu konudaki analizi pratik anlamda kolaylaştırmaktadır doğrusu.

Bu yazıda ben de Osmanlı ve Türkiye’de (gün yüzü görmeyen) demokrasi tarihindeki şafaklar ve geceler bağlamında yürütme içre güç merkezleri arasındaki rekabet sürecini, bu semboller üzerinden ele almaya çalışacağım.

*****

Modernleşme sürecinin başından itibaren, yani II. Mahmut dönemiyle (1808-1839) beraber Sarayda toplanmış olan erkin, Abdülmecit döneminde (1839-1861) Babıali’ye kaydığını görmekteyiz. Abdülmecit döneminde Ali ve Fuat Paşalar önderliğinde güçlenmiş olan bürokratların kontrolündeki Babıali, 1790’lardan itibaren III. Selim’in niyetlendiği/giriştiği ve 1820’lerden itibaren II. Mahmut liderliğinde Saray yönetiminin devlet eliyle yukarıdan aşağıya yürüttüğü modernleşmenin lokomotifliğini üstelenmiştir. Bu açıdan bakıldığında, Abdülaziz dönemi (1861-1876) yürütme içre iki güç merkezi olarak Saray ile Babıali arasında (galibin netleşmediği) giderek sertleşen bir erk savaşımı dönemi olarak görülebilir. Özellikle Fuat Paşa’nın 1869 yılında ve Ali Paşa’nın 1871 yılında ölümünden sonra Sarayın bu savaşımda daha çok güçlenmesi, dengeleri sarsmıştır.

Nitekim 1876 yılında birinci demokrasi şafağının sökmesine yol açan, ordu ve ulema desteğinde gerçekleştirilmiş 31 Mayıs darbesi, biraz da bu güç savaşımının ürünüdür.

Birinci demokrasi şafağının, bu iki merkez arasındaki güç savaşımının dolaylı ürünü olması, söz konusu şafağın (I. Meşrutiyet) demokratlığının sınırları konusunda bize bir fikir verebilir.

*****

Aradan iki yıl geçmeden şafağın geceye evirilmesi süreci ise gücün tartışmasız olarak Sarayda toplanması sürecine tekabül etmektedir. 1878 yılından başlayarak 1880’lerin ortasına kadar II. Abdülhamit, gücün Babıali’den Saraya kaydırılması sürecini tedricen gerçekleştirmiştir. Bu arada, artık modernitenin kaçınılmazlarından birine dönüşmüş olan yürütmenin ikinci merkezi olarak Babıali’yi olduğu gibi yerinde tutmuştur. Ancak 1880’lerin ikinci yarısından ve özellikle 1890’lardan itibaren ikincisi, aynı zamanda ikincil de olmuştur. Nihayet, 1908 yılına kadar yürütmenin asıl güç merkezinin Saray olduğu dünya alemin bildiği bir gerçeklik olarak kabul görmüştür.

*****

Demokrasinin ikinci şafağının sökmesine yol açan 1908 Devrimi sonrasında, ilk etapta gücü Sarayla paylaşmayı kabul eden Babıali, giderek önemi artan alternatif bir güç merkezine dönüşmüştür. Ancak, üzerinde İttihatçıların denetimi/kontrolü arttığı oranda Babıali, aynı zamanda şafağın gündüze evirilmesi önünde engel oluşturmuştur. Nitekim Ocak 1913 darbesiyle İttihatçıların Babıali’yi tamamen ele geçirmesi, sadece güç merkezinin Saraydan tamamen Babıali’ye kayması anlamına gelmemiş, şafağın geceye evirilmesinin bu sefer Babıali sorumluğunda gerçekleşmesini sağlamıştır.

*****

Giderek marjinal/sembolik konuma itilen Saray karşısında özerkliğini Birinci Dünya Savaşı sırasında bağımsızlık seviyesine taşıyan İttihatçı liderlerin savaş sonrasında ülkeyi terk etmeleri, yürütme içre güç savaşımında Sarayı yeniden biraz güçlendirmiştir. Ancak İstanbul’da söken (1918-22) demokrasi şafağında Babıali hala merkezi yürütmenin başındaki asıl aktör konumundadır.

İttihatçıların devamı niteliğindeki Kemalistlerin bu sırada Ankara’da kurduğu paralel devlet (1920-22) nedeniyle bu dönemde güç savaşımı aynı anda Ankara’da da yaşandığı için, 1920-22 döneminin analizini iki düzlemde yapmak zorunludur.

Bir yandan, İstanbul merkezli kadim devlette söken demokrasi şafağında (1918-1922) iki rakip güç merkezi olarak Saray ve Babıali arasında büyük rekabet yaşanmıştır. Sarayın özellikle hilafet nedeniyle sembolik önemi ihmal edilemez, ama bu mücadelede Babıali karşısında pek şansı yoktur.

Diğer yandan, Birinci Dünya Savaşı sonrası iktidar boşluğunda Anadolu’da söken demokrasi şafağı (1919-22) döneminde, İstanbul’daki yürütme içre güç rekabetini çok iyi kullanan Ankara merkezli (inşa aşamasındaki) yeni devlet, tamamen sembolik konuma ittiği (saltanatın ve halifeliğin temsilcisi) Saray’ın gerçek temsilcisi olarak kendisini sunma taktiğine sarılmıştır. Babıali karşısında meşruiyet iddiasında ve yürütmenin asıl meşru merkezi olma mücadelesinde Ankara’daki Kemalist kadro, ‘savaş galiplerinin esiri’ olan Sultanın ve Halifenin (Sarayın) ‘gerçek temsilcisi’ imajını başarılı bir şekilde araçsallaştırmıştır.

Ancak 1921’den itibaren Ankara’daki alternatif yürütmede de yeni bir güç merkezi rekabeti başlamıştır. Henüz kendi Sarayına sahip olmayan (ama manen hızla Saray kadar güçlenen) Gazi liderliğindeki kurumlar olarak Meclis Başkanlığı ve Başkomutanlık, yeni yürütmenin asıl güç merkezi olma mücadelesinde öne çıkmaya başlamıştır. Ankara’da diktatörlük iddiaları 1922 yazında doruğa çıkarken, meclise bağlı hükümet ve çoğu zaman meclisin kendisi de yürütmenin asıl meşru güç merkezi olarak buna karşı direnç/direniş sergilemeye başlamıştır.

Kasım 1922’de Saltanatın kaldırılmasıyla İstanbul hükümeti de son bulmuş oldu. Böylece bu coğrafyada tek meşru devlet olarak kalan Ankara rejiminde yürütmenin ikili güç merkezi arasındaki rekabet Cumhuriyet’in ilanına kadar devam etmiştir.

Nisan 1923’te Birinci Meclisin dağıtılması ve nihayet Ekim 1923’te Cumhurbaşkanlığı kurumunun yaratılmasıyla birlikte yeni (hanedansız) saltanat niteliğindeki Riyaset, yürütmede asıl güç merkezine dönüşmüştür. Böylelikle meclis ve ona bağlı hükümet ortadan kalkmamış, ama Reisin emri altında geri plana itilmiştir.

Demokrasinin üçüncü şafağının 1923 sonrasında geceye evirilmesinin asıl müsebbibi olan Riyaset, yerleştiği Çankaya Köşkü’nde, belki Abdülhamit döneminde olduğundan daha fazla ve açık bir şekilde, hükümete karşı üstünlüğünü ilan etmiştir.

Reise bağlı çalışan bir başbakanlık ve bakanlar kurulu hala mevcuttur, ama yürütmenin asıl merkezi tartışmasız Çankaya’dır.

Tek Adam rejiminin maddi ve manevi tek lideri konumundaki Gazi döneminde (1923-1938) ‘normalleşen’ bu gerçeklik, Milli Şef İsmet İnönü’nün dönemi (1938-1945) için de geçerlidir.

*****

1946’da CHP içinden çıkarak kurulan ve 1950 seçim zaferiyle demokrasinin dördüncü şafağının sökmesini sağlayan Demokrat Parti (DP), hem Sarayı hem de hükümeti CHP’den devralmayı başarmıştır. DP hükümetinin ilk birkaç yılında, Başbakan Adnan Menderes asıl rakip CHP’ye karşı Çankaya (Celal Bayar) ile yürütmeyi paylaşmayı tercih etmiştir. Fakat daha sonra giderek aratacak şekilde Çankaya ile barışçıl/yumuşak bir rekabet içine girmiş ve zamanla gücün yeniden Başbakanlığa kaymasını sağlamıştır.

Ancak 1954 seçimleri sonrasında tedricen otoriterleşerek dördüncü demokrasi şafağını sona erdiren Menderes önderliğindeki DP hükümeti, gecenin efendisi olma mücadelesini esas olarak Bayar önderliğindeki Çankaya Köşkü’ne karşı değil, İsmet İnönü önderliğindeki gölge Köşke ve onun ordu ve bürokrasi içindeki temsilcilerine karşı vermiştir. Nitekim, 1960 darbesine kadar bu mücadelede oldukça ‘başarılı’ olmuştur.

*****

1960 sonrası başlayan beşinci demokrasi şafağı ise, 1960-61, 1971-73 ve 1980-83 dönemleri arasındaki askeri yönetimler dışında, güç merkezinin hükümete kaydığı uzun bir alacakaranlık dönemine yol açmıştır.

Böylece, 1950’lerde başlayan hükümet merkezli yürütme erki, kısa darbe yönetimleri dışında 2017 yılına kadar devam eden bu uzun süreçte, Köşkün rolünü marjinal/sembolik konuma düşürmüştür.

*****

2000’lerde yaşanan altıncı demokrasi şafağının önemli bir özelliği, yürütmede Çankaya’ya karşı üstünlüğü devam eden Başbakanlık kurumunun (Menderes’in deneyip başaramadığı bir şekilde) Tayyip Erdoğan elinde giderek tek adam rejimine dönüşmesi ve bu bağlamda yürütmede güç merkezinin bir kişiye endekslenmesidir. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı döneminde (2007-2014) başbakanlık kurumunu yürütmenin adeta tek merkezine dönüştüren Erdoğan, 2014 yılında cumhurbaşkanlığı seçildiği andan itibaren, kendisiyle birlikte güç merkezini de pratikte Çankaya’ya taşımayı başarmıştır.

2017 yılında Türkiye-tipi Başkanlık sistemine geçilmesinden ve böylece iki merkezli yapıya son verilmesinden sonra ise yasal olarak da yürütmenin tek merkezi olan Beştepe, aynı zamanda ülkenin üstüne çöken karanlığın da sembolü olmuştur.

Üstelik İstibdat döneminde (1878-1908) ve Tek parti diktatörlüğü döneminde (1923-1950) yerinde tutulan Sadaret/Başbakanlık kurumu bu sefer ortadan kaldırılmıştır.

Sonuç olarak, yürütme içre iki güç merkezi arasındaki rekabet, birinin tasfiyesi, diğerinin açık zaferi ile sonuçlanmıştır.

Türk-Tipi Başkanlık rejimine geçiş sürecinde en önemli argüman olarak kullanılan, bu tür rejimlerin yürütmedeki teknik/pratik avantajları inkar edilemez ama (her zaman öyle olması şart olmasa da) sonuç olarak bu türden bir başkanlık sisteminin ülkeye armağanı, altıncı demokrasi şafağının geceye evirilmesi ve zifiri karanlığın çökmesi olmuştur.

*****

Kısaca özetleyecek olursak, modern Osmanlı ve Türkiye tarihinde demokrasi şafaklarını başlatan veya bitirenler, bazen Saray/Köşk bazen de Babıali/Başbakanlık olmuştur.

Yürütme içre rekabette gücün/erkin II. Abdülhamit (1878-1908), Mustafa Kemal (1923-38), İsmet İnönü (1938-1950) ve Tayyip Erdoğan (2017’den günümüze) liderliğinde tamamen Sarayda/Köşkte toplanmış olduğu dönemlerde, demokrasi tarihinin en koyu karanlığının yaşandığı doğrudur. Nitekim, bu dönemlerde, varlığı devam etse de (gelecek yazıda ele alacağım) yargı, yasama, ordu, basın ve devlet güdümünde sivil toplum aktörleri gibi diğer tüm kuvvetler, yürütme karşısında bağımsızlığını yitirmiş ve hatta onun hizmetine girmiştir.

Ancak bu olgusal gerçeklikten yola çıkarak, güç merkezlerinin Babıali’ye/hükümete kaydığı uzun dönemlerde (1909-1923 ve 1950-2017) demokratik bir düzenin olduğu veya yaşandığı algısı/beklentisi de kesinlikle yanlış olur.

Modern Osmanlı ve Türkiye tarihinde yürütme içre güç merkezinin açıkça Babıali veya hükümete/Başbakanlığa kaydığı Ali ve Fuat Paşalar dönemi (1860’lar), İttihat ve Terakki hükümeti dönemi (1913-1918), Demokrat Parti dönemi (1950’ler) ve Başkanlık öncesi AKP hükümeti dönemi (2014-2018) gibi örneklerde erk merkezi konumunda olan Babıali veya Başbakanlık/hükümetler de şafakların geceye evirilmesinde rol oynayabilmiş ve Osmanlı ve Türkiye tarihindeki anti-demokratik izleği devam ettirebilmiştir.

Sonuç olarak, demokrasi tarihi bağlamında yürütme içre rekabeti tartışırken sembolizm/nominalizm tuzağından kurtulmak ve sorunu da çözümü de başka yerlerde aramak gerekiyor.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi