Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Kahramanlık ve ihanet arasında

Demokrasi tarihinin altı dönüm noktasında karşımıza belirleyici aktörler olarak çıkan ‘demokrasi kahramanları’, kısa bir süre sonra sürecin terse dönmesinde (şafakların geceye evirilmesinde) birinci dereceden sorumlu aktörler olarak öne çıkmaktadır.

Bu yazıda, Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihiyle ilgili bir süredir sıraladığım genel gözlemlerin sonuncusuna yer vereceğim: Demokrasi tarihinin altı dönüm noktasında (şafağında) karşımıza belirleyici aktörler olarak çıkan ‘demokrasi kahramanları’, kısa bir süre sonra sürecin terse dönmesinde (şafakların geceye evirilmesinde) birinci dereceden sorumlu aktörler olarak öne çıkmaktadır.

Kahramanlık ve ihanet kavramlarını, esasen ne kadar sorunlu olduklarını unutmadan, semboller üzerinden süreci karikatürleştirerek anlatmak üzere kullandığımızda, bu ‘birinci dereceden sorumlu’luğun, geri dönüş noktalarında ‘davaya ihanet’ anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Bir başka deyişle bu yazı, (geçen haftanın konusunu oluşturan) kısa demokrasi şafaklarının gündüze değil de tekrar geceye evirilme süreçlerinin müsebbibi olan aktörlerin, geceyi sonlandırma girişimine, yani şafakların sökmesine önderlik/liderlik edenler arasından çıktığına dikkat çekmektedir.

Osmanlı’dan bugüne süreklilik arz eden otoriter veya diktatöryal rejimden/çizgiden adeta birer sapma olarak görülebilecek şafakların kısa süre sonra tekrar geriye/normale/geceye dönüş noktalarının aktörleri, aynı zamanda söz konusu sapmanın başlatılmasında rol oynamış ve bu nedenle bazıları tarafından kendilerine ‘kahramanlık’ atfedilmiş aktörlerdir.

Yani, bizzat ‘demokrasi’ getiren veya getirme iddiasında olan aktörler (kişi, grup veya kurumlar), bir süre sonra geceye evirilmenin sorumlusu olarak karşımıza çıkabilmektedirler.

Her seferinde gündüz vaadiyle ortaya çıkanlar kısa bir süre sonra kendilerinin sahibi oldukları geceler yaratabilmektedir.

*****

Birinci demokrasi şafağı olarak ele alabileceğimiz 1876-1878 (I. Meşrutiyet) sürecini, 30 Mayıs 1876’da Sultan Abdülaziz’i tahtan indiren bir darbeyle başlatan ‘kahraman’lardan Serasker Hüseyin Avni Paşa ve Hariciye Nazırı Mehmed Raşid Paşa kısa bir süre sonra (15 Haziran 1876) Çerkes Hasan tarafından öldürülmeselerdi, demokrasi tarihinin ilk şafağı mümkün olur muydu bilmiyoruz. Ancak öldürülen iki darbeci elitin, demokrasinin iki dayanağını oluşturan parlamento ve anayasa konusunda pek olumlu olmayan tavırları iyi biliniyordu. Muzaffer ‘Erkân-ı Erbaa’ arasında verilecek erk savaşında tavırlarının demokrasi karşıtlığı yönünde olacağı, dolayısıyla yaşasaydılar söken şafağın gündüze evirilmesi önünde engel oluşturacakları bilinmektedir. Erken ölümleri, davaya ihanet ithamıyla tarihe geçmelerini engellemiş oldu belki de…

Diğer yandan, demokrasi kahramanı olarak tarihe geçen Mithat Paşa ve kliğiyle yaptığı anlaşma üzerine 31 Ağustos 1876 tarihinde ‘şartlı olarak’ tahta geçirilerek 23 Aralık 1876’da anayasanın ilanını ve 19 Mart 1877’de meclisin açılmasını ‘sağlayan’ II. Abdülhamit, o sırada utangaç veya zoraki demokrasi kahramanı olarak görülmeyi hakketmiştir.

Oysa, aradan daha iki yıl geçmeden 13 Şubat 1878 tarihinde meclisi süresiz ‘tatil eden’ ve anayasayı rafa kaldıran II. Abdülhamit, başlatılmasında birinci dereceden rol oynadığı demokratikleşme sürecini bizzat sonlandırmada (sökmesine hizmet ettiği şafağın yeniden geceye evirilmesinde) birinci dereceden sorumlu aktör olarak karşımıza çıkacaktır.

*****

1878 yılında meclisi tatil edip anayasayı rafa kaldırması ve sonraki 30 yılda giderek artan baskıcı politikalar uygulaması nedeniyle tarihe despot olarak geçen II. Abdülhamit, 1908 sonrası (II. Meşrutiyet’in ilk yıllarında) yaşanan ikinci demokrasi şafağının da sökmesini ‘sağlayan’ ve 1908 devrimi olarak bilinen kararın altındaki imzanın da sahibiydi!

Ancak onca yıllık otoriter politikadan sonra bu sefer utangaç veya zoraki de olsa demokrasi kahramanı olarak görülmesi olanaksızdır artık.

Bu dönemin demokrasi kahramanları İttihatçılar oldu. Kesinlikle utangaç olmayan, tam tersine göğüslerini gererek kahramanlar gibi ortalıkta dolaşan İttihatçıların, bu rolü kimseye kaptırmaya niyeti yoktu. Bu arada ‘Hürriyetin babası’ olarak İstanbul’a dönen Ahmet Rıza da dahil olmak üzere, birçok kıdemli İttihatçının da kahramanlık yarışında Enver ve Talat gibi yeni aktörler karşısında pek şansı yoktu. Devrimden bir süre sonra hızla şiddetlenen erk savaşımında kahramanlık payesinin önemli bir sermayeye dönüştüğü bir sırada, bu pek mümkün de değildi.

13 Nisan 1909 ayaklanmasının (31 Mart Vakasından) bastırılmasından itibaren başlayarak 13 Ocak 1913 Babıali Baskınına kadar giderek artan denetimli iktidarları sırasında İttihatçıların asıl rakibi, daha ziyade eski rejimin artığı müesses nizam temsilcileriydi. 31 Mart Vakası sonrasında II. Abdülhamit tahttan indirilmiş olsa bile iktidarı İttihatçılarla paylaşan bu aktörlerin tasfiyesi veya ikinci plana itilmesi süreci, İttihatçıların tam iktidarı anlamına geliyordu. Ancak bu noktada da muktedirler arasında (devrimin evlatlarını yemesi anlamına gelecek şekilde) acımasız bir tasfiye süreci yaşandığını söyleyemeyeceğimizi, daha önce konuyla ilgili yazımda belirtmiştim.

Ancak demokrasiyi kağıt üzerinde meclis ve anayasadan ibaret olmaktan çıkarma çabası içinde olan Jön Türk kuşağının İttihatçı olmayan (özellikle ademimerkeziyetçi) önderleriyle İttihatçılar arasındaki erk savaşında giderek daha çok otoriter yöntemlere başvuran İttihatçıların, söken şafağın kısa süre sonra tekrar geceye evirilmesi yönünde ilk adımlara yol açtığını söyleyebiliriz.

Bu yazının konusu bağlamında önemli olan, en geç 1913 başından itibaren demokrasi kahramanlarının, kendi devrimlerinin demokrasi hedefine ihanet etmeye başlamalarıdır: 1913 sonrası doruğa çıkan İttihat ve Terakki diktatörlüğünün kurucuları ve yürütücüleri, daha beş yıl önce demokrasi kahramanı olarak ortalıkta dolaşan aktörlerden başkası değildi.

Yani, 1908 ‘Devrimi’ ile demokrasi şafağının sökmesini de kısa süre sonra tekrar geceye evirilmesini de sağlayanlar aynı aktörlerdi!

Bu sırada meclis tatil edilmedi, ama demokrasinin zayıf aracı olan seçimlerin manipülasyonu sayesinde içi istenildiği gibi dolduruldu.

Daha önemlisi, anayasa yürürlükten kaldırılmadı, ama yürütme ve onun hizmetinde yargı, kendini anayasanın bağlayıcılığından her gün daha çok muaf gördü.

*****

Benzer bir şekilde, 1920-23 arası söken Anadolu merkezli üçüncü demokrasi şafağının üç yıl gibi kısa bir süre sonra geceye evirilmesinin müsebbipleri, (daha o dönemde uluslararası arenada Kemalistler olarak bilinen) Osmanlı’nın askeri ve sivil kadroları içinden çıkacaktır.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında, kimi İttihatçıların çeperinden kimi de merkezinden gelen Müslüman çoğunluğun elitleri konumundaki liderler, savaş sürecinde Ermeni soykırımı ve katliamlardan geriye kalan Gayrimüslimlerin tasfiye sürecini konsolide ve devam ettirmek üzere örgütlenmiş ve nihayetinde Ankara'da çoğunluk Türk olmak üzere Müslüman unsurlardan oluşan 'Müslümanlarla sınırlı ‘çoğulcu' bir meclis kurmuşlardı. Kurulan bu meclis sayesinde ve özellikle mecliste kabul edilen 1921 anayasası (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) aracılığıyla, demokrasi tarihine (kısmi ve sınırlı) bir umut olarak geçen bu süreç, bizatihi onu mümkün kılan aktörler tarafından ilk meclisin feshi ve 1921 anayasasının ilgası nedeniyle kısa süre sonra geceye evirilmişti.

1920-22 arasında Anadolu’daki alternatif güç odaklarına, İstanbul Hükümetine ve en önemlisi Yunan ordularına karşı zafer kazandıktan sonra, Nisan 1923’te kurucu meclisin kendisini feshetmesini sağlayıp yaz aylarında gönlüne göre bir meclis oluşturan Mustafa Kemal önderliğindeki muzafferlerden oluşan bir grup, şafağın geceye evirilmesi konusunda çok önemli bir adım atmış oldu. Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması sonrası uluslararası kabulü garantiledikten sonra, otoriter ve diktatöryal rejimlerin yaygınlaştığı 1920’ler dünyasında, devrimci popülist politikalarla bezenmiş, tepeden inmeci ve zora dayalı modernleşmeci diktatörlüğün inşası da Mustafa Kemal önderliğindeki aynı aktörler tarafından gerçekleştirilmiş oldu.

1924 yılında kabul edilen yeni anayasa, daha birkaç yıl önce sökmüş şafağın yeniden geceye evirilmesinde önemli bir dönüm noktasını oluşturdu, ama zaten her türlü muhalefete karşı en otoriter yöntemlere başvuran Kemalist klik, bu yolda meclis ve anayasayı pek umursamayacağının işaretlerini başından itibaren vermişti.

Yani, şafağın gündüze evirilmesini engelleyerek ülkeyi zamanla zifiri karanlığa gömen uzun geceye evirilmesini sağlayanlar, bir kez daha bizzat o şafağın sökmesini sağlayanlar arasından çıkmıştı.

*****

Osmanlı ve Türkiye tarihinde dördüncü şafak olarak kabul edebileceğimiz, 14 Mayıs 1950 Beyaz İhtilali sonrasında yaşanan üç-dört yıllık sürecin geceye evirilmesinin müsebbipleri de demokrasi şafağının sökmesini sağlayan kahramanlardı. Yani ilk olarak ‘Demokrat’ adıyla ortaya çıkan parti ile onun genç lideri Adnan Menderes ve arkadaşları olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından esen ABD merkezli demokrasi rüzgarına kapılarak İsmet İnönü önderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi tarafından başlatılan ‘demokratikleşme’ sürecini doruğa taşıyarak 1950 seçimlerinde Türkiye’ye (tüm kısıtlılıklarına ve sorunlarına rağmen) önemli bir demokrasi şöleni yaşatan Demokrat Parti ve önderleri, özellikle 1954 seçimleri sonrası giderek artan bir otoriterleşme sürecinin de liderliğini yaptılar.

Bir kez daha, şafağın yeniden geceye evirilmesini sağlayanlar, kesintilerle onlarca yıldır süren geceyi bitirmeye aday kahramanlar arasından çıkmıştı.

*****

Osmanlı ve Türkiye tarihinde bu konudaki tek istisnayı, 1960 sonrası söken ve hemen geceye evirilmemekle birlikte gündüzden ziyade uzun bir alacakaranlık sürecine yol açan beşinci şafak (1960-1980) oluşturur: 12 Mart kesintisine rağmen inişli çıkışlı devam eden bu çok uzun alacakaranlığın yirmi yıl sonra kapkara bir geceye evirilmesini sağlayanlar, şafağın sökmesini sağlayanlar arasından çıkmamıştır.

Ancak bu gerçeklik, sadece bireyler düzeyinde doğrudur. Kurum düzeyinde değerlendirdiğimizde ise şafağın sökmesinden de geceye evirilmesinden de aynı ordunun sorumlu olduğunu görürüz.

Gerçi iki durumda da bir askeri darbe belirleyici olmuştur, ancak şafağın sökmesini sağlayan 1960 darbesinde, emir-komuta zinciri dışında, aşağıdan gelen dalganın üstündeki subayları (cuntayı) görürüz. Bu nedenle, 27 Mayıs Ak Devriminin öncüsü/lideri (ve Milli Birlik Komitesi üyesi) olan bu sürecin aktörleri uzun süre kendilerini demokrasi kahramanları olarak gördü ve gösterdi ve gerçekten uzun bir süre bir kesim tarafından böyle görüldü.

Ancak, en tepeden en aşağıya ordunun emir-komuta zincirine dayalı olarak gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 darbesinin liderleri olarak beş komutan ve onların oluşturduğu Milli Güvenlik Komitesi, hep tekrarladıkları ‘demokrasiyi yeniden rayına oturtma’ söylemlerine rağmen, tarihe tartışmasız olarak sadece askeri diktatörler olarak geçtiler.

*****

Son olarak, demokrasi tarihinde altıncı şafak olarak kabul edebileceğimiz 2002 sonrası on yıl boyunca geniş kesimlerde uyanan demokratikleşme yönünde umutların müsebbibi olan Tayyip Erdoğan önderliğindeki AKP’nin, sonraki on yılda yaşanan yeniden geceye evirilmenin de belirleyici aktörü olması, maalesef demokrasi tarihinde pek bir şeyin değişmediğini göstermektedir:

*****

Yaklaşık yüz elli yıllık Osmanlı-Türkiye tarihine damgasını vuran ve bazı dönemlerde parti ve/ya kişi diktatörlüğüne dönüşen otoriterlik çizgisinde, bazen zayıf ve sınırlı da olsa demokrasi umutlarının ortaya çıkmasını (şafakların sökmesini) sağlayan ‘kahramanlar’ olarak karşımıza çıkan kurumlar (parti veya ordu) ve kişiler, aynı zamanda bu umutların kısa süre sonra suya düşmesine neden olarak (yani kendi demokrasilerine ‘ihanet’ ederek) şafakların gündüz yerine yeniden geceye evirilmesine yol açan aktörlere dönüştüler.


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi