Tarih felsefesinde liderlerin rolü ya da Kılıçdaroğlu meselesi

Kılıçdaroğlu’nun seçimden önce izlediği siyasetin (iktidara karşı ortak cephe – ya da “altılı masa” siyasetinin) esas olarak başarılı olduğunu ve CHP’nin yerel seçimdeki başarısının yolunu açtığını düşünüyorum.

Tarih Felsefesi’nde son derece önemli bir konu olan “Tarihte bireyin rolü” ya da “önderlerin rolü” meselesine dönüp dolaşıp yeniden gelmek zorunda kalıyorum:

Bugün sosyal medyada, özellikle Uğur Dündar’ın bilinen meş’um açıklamasıyla yeniden gündeme gelen Kemal Kılıçdaroğlu tartışması, beni bu konuyu bir kere daha ele almak zorunda bıraktı.

İSPANYA DEVRİMİ VE İÇ SAVAŞI

Her tarihi olayı ya da devrimi incelerken “önderlerin rolü” kaçınılmaz olarak gelip karşımıza dikiliyor. Bugünlerde, hazırlamakta olduğum, adı ya “Komintern’in Kapıları” ya da “XX. Yüzyıl Devrimleri” olacak kitabımın en çetrefil konusu olan “İspanya Devrimi ve İç Savaşı” üzerine yoğun okumalar yapıyorum. Bu devrim ve acılı bir iç savaşın sonunda faşizmin galibiyetiyle sonuçlanan İç Savaş’ta da hem işçi ve köylü kitlelerinin, hem her biri bu kitleleri ya da daha üst sınıfları temsil eden veya darbecileri destekleyen örgütleri (CNT-FAI; POUM, PSOE, PCE, PSUC, CEDA, FALANJ vb. vb.), hem de olaylar içinde ön plana çıkan liderleri olumlu ve hatalı yönleriyle saptamak için çaba gösteriyorum.

LARGO CABALLERO

Örneğin, olayların kargaşası içinde olumlu ve olumsuz yönleriyle son derece tayin edici roller oynayan, sosyal demokrat PSOE’nin ve (anarko-sendikalist CNT’nin yanı sıra) bir diğer büyük işçi konfederasyonu UGT’nin lideri Largo Caballero’yu ele alalım.

İspanya’nın o günkü devrim atmosferi içinde PSOE ve UGT, genelde sosyal demokratlardan beklenmeyecek ölçüde sola kaymıştı ve bu sola kaymanın temsilcisi de, o günlerde “İspanya’nın Lenin’i” olarak nitelenen L. Caballero’ydu. Öyle ki, Caballero, daha 1936’dan önce bile “proletarya diktatörlüğü”nden yana olduğunu açıklıyor, sosyal demokrat gençlik örgütü Juvertudes Socialistas (JJSS)’ın “aşırı sola” kaymasını sağlıyor, bir yandan anarko-sendikalistlerle (CNT) ve devrimci Marksistlerle (POUM) ittifak siyaseti izlerken, diğer yandan buna ters bir şekilde, CNT ve POUM’un amansız düşmanı (o sırada henüz küçük bir parti olan) İspanya Komünist Partisi (PCE) ve sosyal demokratlarla komünistlerin ortak örgütü olarak doğan ve hızla Stalinist manipülasyonun partisi haline gelen Katalonya Birleşik Sosyalist Partisi (PSUC)’nin güç toplamasına kapıları açan bir politika izliyordu.

Kısaca belirtecek olursam, çok önemli bir tarihi kişilik olan L. Caballero, o kritik 1936-37 yıllarında hem olumlu hem de olumsuz anlamda devasa bir rol oynamıştır. Olumlu rolü şudur: Zaten hızla sola kayan UGT’li işçilerin CNT ile işbirliğini sağlamış (gerçi aralarında rekabet de vardı); iç savaşta CNT-FAI ve POUM’un devrimci milislerine karşı açık kapı siyaseti izlemiş; Stalinist komünist partisinin (PCE ve PSOE) devrimi bastırma girişimlerinin önüne dikilmiştir.

Olumsuz rolü ise şöyle ele alınabilir: Caballero, “komünizm hevesi” nedeniyle örgütlerinin kapılarını ideolojik olarak Stalinist etkiye açık hale getirmiş; dahası, 1936 yılının sonlarına doğru başbakanlığını üstlendiği hükümet aracılığıyla, tam da Stalinistlerin istediği şeyi yapıp, devrimci kolektiflere ve milislere karşı devlet düzeninin yeniden teessüs edilmesinin yolunu açmış; sonunda bu süreçten yararlanan Stalinistlerin önayak olmasıyla bizzat Caballero’nun başbakanlığına son verilmiş ve yerine, sağ sosyal demokratların temsilcisi ve Stalinistlerin bir dediğini iki etmeyen Negrin gelmiş; bu süreç içinde “Cumhuriyet İspanya’sı” özellikle 1937 yılının ortalarından itibaren, daha Frankocu faşistler ülkeye hâkim olmadan önce, devrimcileri işkence ve suikastlarla bastıran, Sovyetler Birliği’ndekinden pek farklı olmayan bir NKVD (SIM) polis diktatörlüğünün avucuna düşmüştür.

Görüldüğü gibi, Largo Caballero, esas olarak emekçilerden ve devrimden yana bir kişilik olmasına rağmen, istemeden de olsa çok meşum bir gelişmenin kapılarını açan adam rolünü oynamıştır. Caballero bu iki çelişen yönüyle birlikte ele alınmadığı zaman onun oynadığı rolü kavramak mümkün olmayacaktır.

KILIÇDAROĞLU’NUN İTTİFAK SİYASETİ

Bu uzunca özetlemeden sonra, günümüzdeki Kılıçdaroğlu tartışmasına geçebilirim.

Bazıları, CHP’nin son yerel seçim başarısından sonra, CHP’nin genel seçimdeki “başarısızlığını” Kılıçdaroğlu’nun sırtına yıkma eğiliminde olduğundan, olguyu çelişkili yönleriyle ele almak zorunlu oldu. Ben, Kılıçdaroğlu’nun seçimden önce izlediği siyasetin (iktidara karşı ortak cephe – ya da “altılı masa” siyasetinin) esas olarak başarılı olduğunu ve CHP’nin yerel seçimdeki başarısının yolunu açtığını düşünüyorum. Bazıları şimdiden “geleceğin cumhurbaşkanı” olarak gördükleri Ekrem İmamoğlu’na yaranmak için (Uğur Dündar da bunlardan biridir) bütün olumlulukları Özgür Özel’e ya da İmamoğlu’na ne kadar atfetmeye çalışırlarsa çalışsınlar, bence sağın önemli bir kesiminin iktidardan koparılıp muhalefet cephesine eklenmesinde, dolayısıyla AKP iktidarının “kadro”suz ve “barutsuz” bırakılmasında Kılıçdaroğlu çizgisinin payı belirleyicidir.

Bunun da ötesinde, Kılıçdaroğlu’nun AKP’yi kendi sağdaki doğal müttefiklerinden koparan ittifaklar politikası sonucunda telaşa kapılan AKP, alelacele bir “karşı-ittifak” cephesi kurma telaşına girmiş ve YRP ile Hüda-Par’ı bulmuştur. 1990’lara ilişkin korkunç Hizbullah anıları nedeniyle Hüda-Par, AKP’ye yarardan çok zarar getirmiş, YRP ise, AKP ile ittifaktan yararlanıp gücünü AKP aleyhine geliştirmiş ve yerel seçimlerde AKP’nin karşısına en büyük rakiplerden biri olarak çıkıp ondan epeyce büyük bir parça kopartmıştır.

Kısaca belirtirsek, CHP’nin genel seçimlerden 9 ay sonraki yerel seçim başarısı esas olarak Kılıçdaroğlu’nun ittifak siyasetinin açtığı yolun sonucudur.

İŞİN ÖBÜR YANI…

Bununla birlikte, Kılıçdaroğlu siyasetinin önemli zaafları da söz konusudur. Kılıçdaroğlu, “sağa açılan” cephe siyasetini önemli ölçüde başarıyla yürütürken, solu da bu geniş cepheye katmakta yetersiz kalmış, HDP’yle ittifak konusunda “örtülü” ve çekingen bir yol izlemiş, Meclis’e kendi kontenjanından sağ partilerin güçleriyle nispetsiz bir şekilde doluşmasını sağlarken (bunun kısmen ittifak için “zorunlu” olduğu düşünülebilir) ”sol kanadı”nın güdük kalmasına yol açmıştır. Keza, milletvekillerinin önseçimini “taban”ın iradesine tabi kılmakta zayıf kalmış, en başta da CHP’li “taban”ı küskünlük içine sokmuştur, bu da CHP’ye, sosyal demokrat bir partiden çok, “orta-sağ” bir parti görüntüsü vermiştir.

Bu çelişkili ve karmaşık yönlere rağmen, Kılıçdaroğlu’nun son 10-12 yıldaki rolünün (Adalet Yürüyüşü unutulmazdır) esasen olumlu olduğunu saptamak, siyaset fırsatçılarının “gündelik siyaset” eşelemelerine yüz vermemek gerekir.


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi