Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Yılın ardından- 1

Şiirin özelliklerinden biri de okundukça, hatırlandıkça yeniden üretilebilmesidir. O nedenle örneğin bir şiirin hatırlanması, hatırlatılması okuyanları bir daha okumaları için kışkırtabilir. 'Toplu şiirler' kategorisi de bu kışkırtmada önemli rol oynar.

Şiir ekseninde sürdürdüğümüz yazıların bir bölümünde yıl içinde bize ulaşan kitaplara ilişkin düşüncelerimizi, değerlendirmemizi paylaşmaya gayret ettik. Ancak arada değinme imkânı bulamadığımız kitaplar da oldu.

Yılın sonunda bu defa değinemediğimiz kitapları hatırlayalım, hatırlatalım istiyoruz. Böylece, kendi ölçütlerimize göre biten yıla dair eksiğimiz tamamlamış olur diye düşünüyoruz.

Şiirin paylaşılmak için yazıldığına ilişkin görüşümüzü zaman zaman yineleriz. Değini, tanıtma, eleştiri, inceleme türü yazıların da bir bakıma, şiirin paylaşımını arttırmaya yönelik çabalar olduğu söylenebilir. Şiirin varlık nedeni de, şiiri var eden de budur, yani paylaşımdır, paylaşılmasıdır. Özdemir Asaf’ın meşhur “yalnızlık paylaşılmaz paylaşılsa yalnızlık olmaz” dizesinin ilhamıyla şiir paylaşılırsa vardır, paylaşılmazsa şiir olmaz da diyebiliriz. Bizim çabamız da aslında elimizden geldiğince, dolaşım kanalı arayan şiirlerin, şiir yapıtlarının paylaşılmasına, gözden kaçmamasına katkıda bulunmaya yönelik.

‘TOPLU ŞİİRLER’ NEDEN ÖNEMLİ

Yazımızın bu bölümünde önceliği, masamızın üstünde duran kitaplardan “toplu şiirler” kategorisinde yer alan yapıtlara vereceğiz. Değini konusundaki sıralama kriterimizi ise kitabın yayın tarihi ve şairin doğum tarihi oluşturacak. Buna göre ilk sırada Çiğdem Sezer (1960) ve onun, Everest yayınlarından Ocak 2023’te çıkan “Aramızdan Hayat Geçti” adlı “toplu şiirler”i var.

Sezer’in “toplu şiirler”inde, 2019’da Öteki yayınlarından çıkan son kitabı “Aklımla Aramda Mavi Bir Şey Var Ferda” dahil, daha önce okurla buluşan sekiz kitabı bir araya getirilmiş. İlk yapıtı 1991’de “Kanadı Atlas Kuşlar” adıyla yayımlanan Sezer’in daha sonraki yıllarda okurla buluşan kitapları şunlar: “Çılgın Su” (Dünya Kitap Yayınları - 1993), “Kapalı Gişe Hüzünler” (Karşı Yayınları - 1996), “Bir Şehrin Hatıra Fotoğraflarından” (Hera - 1998), “Dünya Tutulması” (Yom Yayınları - 2005), “Denizden Geçme Hali” (YKY - 2009) ve “Küçük Şeyler Mevsimi” (2017).

HATIRLAMA, HATIRLATMA

Çağımızın hıza dayandığı dikkate alındığında bazen bir önceki gün bile zamanın çok gerilerinde kalmış gibi algılanabiliyor. Öyleyken aradan geçen süre göz önüne alındığında, geçmişte kalmış denilebilecek şiir kitaplarını hatırlamanın, hatırlatmanın ne önemi olabilir? Olabilir, böyle de sorulabilir. Ama karşılığı belli bir soru bu aslında. Şöyle açıklayabiliriz: Şiirin önemli özelliklerinden biri de okundukça, hatırlandıkça yeniden üretilebilmesidir. Bir defalık okumayla tüketilememesidir. Dolayısıyla şiir, kolay tüketilebilen bir sanat türü, dil olayı, eylemi değildir. O nedenle örneğin bir şiirin hatırlanması, hatırlatılması okuyanları bir daha okumaları için kışkırtabilir, okumayanlarda merak uyandırabilir. Sözü daha fazla uzatmadan Çiğdem Sezer’in şiirlerine dönelim. Şairin ilk kitabından bir örnek sunalım. İlk kitabın ilk şiirinden, “Sesim İçimde Ağrı”dan bir betik okuyalım:

umuda gölgeydi yaşanan

yitirdim kimliğimi / sorulmadı adım

göçmendim / adresim bilinmedi

hiç yazılmamış mektuplar almayı özledim

özgürlük gibi içimde savrulan

kâğıtlardan yelken yapmayı

yürümeyi özledim sevişerek sokaklarda

kalbimde gök rengi bir düş büyüttüm

ŞİİRDE ZAMAN

Şiirlerin zamanı ya da şiirin zamanı genelde felsefenin sorun ettiği ya da yaşamımızda deneyimlediğimiz zamandan farklı işler. Öyle olması da şaşırtıcı değildir. Çünkü şiirin zamanı fena halde benzeşir rüyadaki zamanla. Zaman konusunu açtık, çünkü Sezer’in “toplu şiirler”inde, kitabın adı da dahil odaklandığı sorunsallar, irdelediği temalar arasında zaman önemli bir yer tutuyor. Bu çıkarsamamıza dayanak olacak örneklerden biri şairin “toplu şiirler”ine verdiği “Aramızdan Hayat Geçti” adı olabilir. Bu ad anahtar bir göstergedir. Ama şiirsel zaman anlayışının Sezer’in başka yapıtlarına da yansıdığını saptanabiliyor. Şu dizeler “Hüzünzaman” adlı şiirden:

kim kadar kimseydim sana. sen bana kim?

öyle yan yanaydık yıkılan köprüler yağmur tanecikleri

olabilir ancak bu kadar

benzer ve aynı

sen bana kimdin, ben sana dil

öyle küçük, usta bir hüzünzaman

sızıyor kazdığın derin çukurdan

ŞAİRİN KENDİSİYLE İKİNCİ BİR KİŞİ GİBİ KONUŞMASI

Çiğdem Sezer’in şiirlerinin dikkat çeken bir özelliği de şairin kendisiyle konuşuyor olduğu izlenimi oluşturması. Ancak iç sesle değil. O nedenle şairin kendi kendisiyle konuşmasını, “kendi kendisiyle diyalog” olarak tanımlanabileceğini düşünüyoruz. Şairin kendi kendisiyle monolog değil de diyalog tarzında konuşmasını ayırt edici bir özellik olarak değerlendirilebilir.

Kendisiyle konuşuyor şair, yaşadıklarını hatırlıyor, irdeliyor. Yüzleşme deneyimine ilişkin aktarımlardan da söz edebiliriz. Sezer’in şiirlerinde kitaptan kitaba nerdeyse değişmeden geçen yüksek dozlu hüzün tonu da dikkat çekici. O hüzün dozunun arttığı şiirlerinden bir örnek okuyalım. “Leke” adlı şiirden iki betik aktarıyoruz:

kurdum çadırımı ateşimi yaktım

patikalar su yolları atlılar

düşeyazdım öleyazdım, yolcular

sessizliği dağıtır sandım

gidenler gitti, kendime dar kaldım

kaç hayattır burada oturuyorum

hem dünyalı hem değil

tuhaf bir şey her sabah

aynı mektubu okuyorum

tanrı’nın el yazısıyla yazılmış

bir lekeymişim tavanda, kendime

bakıyorum. rüya

gördüğümü söylüyor dışımdaki

yalnızca rüya…

Çiğdem Sezer’in daha önce yayımlanan kitaplarını bir araya getirdiği “toplu şiirler”ine seçtiği ad isabetli olmuş. Hem zaman algısına şiirsel bir boyut kazandırması, hem anlatının bir yüzleşme deneyimine yaslandığını çağrıştırması hem de şiirlerde kimin kimle, ne konuştuğu kadar hangi tarzda konuştuğunu da sorunsallaştırması bakımından yerinde bir seçim olduğu söylenebilir.

Şairin “Aramızdan Hayat Geçti”den yükselen deruni sesinin hayata, dünyaya çarpıp kulağımızda şöyle çınladığını söyleyebiliriz: Ey şiir aramızdan hayat geçti. Bir kısmı senin hafızanda kayıtlı.

Sezer’in toplu şiirlerinden bir örnek daha okuyalım. Şairin tek şiirden oluşan sekizinci kitabındaki elli sekizinci parçanın son betiği:

ve biz ferda

bakıp ağlayacağız kendimize

şükür diyerek gözyaşı dökebilme yeteneğimize

DOKSANLI YILLAR

Modern Türkçe şiirin önemli dönemeçlerinden biri olan ve doksanlı yıllar diye ifade edilen 1990 sonrası gelişmelere ilişkin değerlendirmeler, tespitler yapılıyor; daha da yapılmalı. Neydi doksanlar; enine boyuna sorgulanmalı, tartışılmalı. Çünkü doksanlı yılları yeteri kadar anlaşılmadan modern Türkçe şiirin seksenli yıllarını da, ikibinli yıllarını da anlamaya uzak kalacağız.

Örneğin “toplu şiirler”ini konu ettiğimiz Çiğdem Sezer’in yapıtlarını çözümleyebilmek, anlayabilmek ve modern Türkçe şiirin birikimi içinde yerli yerine oturtabilmek için doksanlı yılların neler getirip neler götürdüğüne dikkat kesilmek durumundayız diye düşünüyoruz.

Zamanın ruhu şiirlere genellikle sirayet eder, ediyor. Ya da şöyle söyleyelim, şiir biraz da zamanın ruhunun kara kutusu gibidir. Gibi fazla öyledir. Çağına tanıklık yapan şairin şiirleri elbette tanıklığın belleğidir. Çağına tanık olmayan şair var mı? Şunu da ekleyelim: Şiirde bahsedilenler kadar bahsedilmeyenler de şiire, şiir okumasına dahildir.

Yazımızın bundan sonraki bölümünde, “toplu şiirler”i okurla buluşan bir başka şair olarak değineceğimiz Asuman Susam (1968) olacak. Susam’ın ilk şiiri 1989’de ilk kitabı 1995’te yayımlanmış. Onun şiir macerasına ışık tutabilmek için de modern Türkçe şiirde doksanlarda neler oldu, bu dönemin koşulları ve ortamı nasıldı, hangi özellikleriyle kendine özgü bir dönemdi. İrdelenmesi, karşılığı aranması gereken sorular. Bir bakıma doksanları okumadan Çiğdem Sezer gibi Asuman Susam’ın şiirini okumak da eksik okuma olacaktır diyebiliriz.

DOKSANLARA KUŞ BAKIŞI

Doksanlar her şeyden önce şair kadınların nitelik ve nicelik olarak modern Türkçe şiirde bir patlamayı gerçekleştirmeleri bakımından önemlidir. Patlama evet. Daha önce şair kadınlar hiç yok değil. Ama örneğin ilk baskısı 1985’te yapılan Memet Fuat’ın “Çağdaş Türk Şiiri” antolojisinde, yalnızca bir şair kadın vardır; Gülten Akın. Oysa o tarihte de antolojide yer alabilecek şair kadınlar vardır. Örneğin Şukufe Nihal, Sennur Sezer, Melisa Gürpınar.

Bakış açımızı ve kaynağımızı değiştirdiğimizde de sonuç değişmez. Ödüller şiir kültürüne ve birikimine ait belleğin oluşmasında önemli rol oynar. Örneğin şiir dalında verilen Behçet Necatigil ödülü öyle olmuştur. Behçet Necatigil’in 1979’da ölümünden sonra 1980’den itibaren ailesi tarafından verilen şiir ödülü son kez 2019’de verildi. Bu ödülü bir şair kadın ilk kez 2005’te birinciliği paylaşarak alabildi. O yıla kadar Behçet Necatigil şiir ödülü alan şair kadın yok. Verildiği sürece de toplamda ödülü yalnızca iki şair kadın alabilmiş. Bu sonucun oluşmasında, doksanlı yıllara kadar “kadından şair olmaz” görüşünün egemen olup olmadığının da üzerinde düşünmek gerekir. Ödül jürisinin de aslında düşünmesi gerekir.

Aradan geçen zamanın verdiği imkânla geçmişte neyin, ne olduğu daha açık görülebiliyor. Ne olup bittiği daha ayrıntılı saptanabiliyor. Gerçek açık. İfade etmekten kaçınmamak gerekir. Doksanlara kadar kadınlar şiir yazmadığı için değil, erkekler engel olduğu için yoktur. Peki ne olmuştur da doksanlarda kadın şairler hem şiirleriyle, hem varlıklarıyla modern Türkçe şiirde patlamaya neden olmuşlardır. Kısaca söyleyelim, şiir yazan bütün kadınlar doksanlı yıllarda huruç etmişlerdir. Erkek hegemonyasına ve eril iktidara başkaldırmışlardır.

BÜYÜK PATLAMA

Doksanlı yıllarda, Türkiye’nin bir bölgesinde yürütülen savaşın doğrudan etkisinden uzak batısında başka bir hava vardır. Deyim yerindeyse, bilhassa kültür ve sanat alanında bir nevi “özgürlük rüzgârları” eser. Adeta zincirlerinden kurtulma gibi bir durum söz konusudur. Bilhassa gençlik uzun süre bastırılmış enerjisini açığa çıkarabileceği görece serbestlik ortamı bulmuştur. Şiir de bu serbestleşmeden, enerjinin dışavurumundan payını alır. Şiirde patlama yalnızca şair kadınların sahneye çıkmasından ibaret değildir. Örneğin yayınlarda; dergi, kitap sayısında da bir patlama olur. Daha önce olmayan bir başka alan da açılır. Fanzin yayıncılığı. Tabii bu tür yayıncılığın kaynağını oluşturan yeraltı şiiri de modern Türkçe şiirde yeni bir kanal olarak gündeme gelir.

İkinciyeniden sonra, şiiri değilse de, şiirin sosyolojisini değiştiren büyük patlama doksanlı yıllarda gerçekleşir.

Doksanlı yıllara ilişkin daha önce başka mecralarda yazdık. Ama bu konuda söyleyeceklerimiz tamamlanmış değil. O nedenle bu konuya olan ilgimiz sürdüğünü belirtelim ve imkân bulduğumuzda konuya ilişkin düşüncelerimizi paylaşacağımızı kaydedelim.

Asuman Susam’ın Everest yayınlarından Ocak 2023’te yayımlanan “toplu şiirler”inde daha önce okurla buluşan ilk üç kitabı bir araya getirilmiş. Susam’ın daha önce yayımlanan ve “toplu şiirler”de yer alan kitapları şunlar: “Bir Unutuş Olsun” (1995, Piya Kitaplığı), “Susunca Sen” (2001, Piya Kitaplığı) ve “İhtimal ki Aşk” (2008, Şiirden Yayıncılık). Bu sıralama bize ait. “Toplu şiirler”de kitaplar yeniden eskiye doğru sıralanıyor. Aynı dönemde çıkan Çiğdem Sezer’in kitapları eskiden yeniye doğru. Önce acaba yayınevinin, editörün tercihi mi diye düşündük. Ama öyle olmadığı anlaşılıyor. Muhtemelen şair, okurunu yeniden eskiye doğru bir yolculuğa çıkarmak istemiş.

Sonraki yazıda devam edeceğiz.


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’da yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eylül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi