Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Bilmez Hocadan Tarih Tersleri

Son demokrasi şafağında demos

AKP’nin 2002 sonrasındaki demokrasi söylemi, hikayenin sonunu değiştirmemiştir: On yıl kadar süren alacakaranlık, sonraki on yılda tedricen yerini günümüzün zifiri karanlığına bırakmış, demos bir sonraki seçimde sahneye çıkmak üzere evine gönderilmiştir!

Osmanlı ve Türkiye demokrasi tarihinde demosun yer(sizliğ)i konusundaki bu son yazıda, demokrasi tarihinin altıncı ve şimdilik son şafağı olan 21. yüzyılın ilk on yılına odaklanacağım.

Ancak bunu yaparken, öncelikle o güne kadarki süreçle ilgili bazı genel tespitlere yer vermek ve 1960 sonrası sökmüş uzun demokrasi şafağına son veren 1980 askeri darbesi sonrasında yaşananları, her zamanki gibi ‘tarihsel bağlam’ veya arkaplan sunma amacıyla, kısaca ele almak istiyorum.

*****

Türkiye’de elitler/muktedirler için güç kaynağı ve erk payandası olmaktan öte anlamı pek olmayan demosun, Cumhuriyet’in ilk yirmi yılında (1925-1945), tek parti diktatörlüğünün devrimci/dönüşümcü popülist politikaları sayesinde (veya yüzünden!) önemli bir dönüşüm yaşadığını görürüz.

Bu dönem boyunca Cumhuriyet’in döktüğü kalıba uygun kitleler, yani ‘Cumhuriyet’in cumhuru’, özellikle şehirlerde hızla inşa edilmiştir.

Ancak 1945 sonrası ABD önderliğindeki liberal demokrasi rüzgarının etkisinde üçüncü defa gündeme gelen çok partili sisteme geçme denemesi sırasında müesses nizamın sahipleri büyük bir sürprizle karşılaşmışlardı: Yeterince ‘dönüştürülmemiş’, yani yeni rejim tarafından ‘asimile’ edilmemiş olan, hem mecazi hem coğrafi anlamda ‘periferi’deki geniş kitlelerin tepkisi, tek parti içinden çıkan Demokrat Parti (DP) liderleri sayesinde güçlükle kontrol altına alınabilmişti.

İlk etapta ABD tipi, sınırları belirlenmiş çerçeve içinde danışıklı dövüş performansı olarak iki partili demokrasicilik oyunu Türkiye’de de oturacak gibi göründü. Ancak zaferden başı dönmüş DP liderlerinin giderek artan cüreti ve pervasızlığı nedeniyle muktedirler arasındaki çelişkilerin keskinleşmesi buna izin vermedi.

Sonuçta, üçüncü deneme de 1960 yılındaki askeri darbe ile sona erdirildi. Muktedirler arası çelişkilerin keskinliği, hukuksuz yargılamalar, (devlet eliyle cinayetten ibaret olan) idamlarla sonuçlandı. Cumhuriyet devrimi, ikinci kuşak evlatlarını da yemişti…

Geçen haftaki yazıda belirttiğim üzere, 1960 darbesi sonrası söken uzun demokrasi şafağının alacakaranlığında, giderek genişleyen siyaset yelpazesinde demosun yeri çok kısa sürede olağanüstü büyümüştü.

*****

Daha çok sağ ve sol ayrışması üzerinden tanımlanan bu siyaset yelpazesine kimlik politikaları da eklenmiştir. Ancak daha çok zımni ve ikincil konumda kalan kimlik siyaseti, 1980 darbesiyle başlayan gecede giderek daha çok bariz ve etkili olacak ve küresel gelişmelere paralel olarak 1990’lardan itibaren belirleyici olmaya başlayacaktır.

Devletin yetmiş yıllık baskı politikalarına karşı, Kürtler ve Aleviler başta olmak üzere, dil ve inanç temelli ‘azınlıklar’ın 1980’lerde başlayan ve 1990’larda kitleselleşen tepkisine/isyanına aynı dönemde niceliksel ve niteliksel sıçramayla kadın ve LGBTI+ hareketleri de katılmıştır. Bu sayede, siyasetin dışına itilmeye çalışılan demosun farklı kesimlerinin karar süreçlerine katılmayı zorladığı kanallar da değişmiştir. (Bu hareketlerin demokrasi mücadelesine teorik-kavramsal bağlamda söylemsel katkısı, geçmişin temel siyaset unsuru olan sınıf mücadelesinin bu sırada geri düşmesi gerçekliğiyle birlikte ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor.)

Bu süreçte kitleselleşme anlamında en ‘başarılı’ kimlik siyaseti ise Milli Görüş hareketi tarafından yürütülmüştür: 1960’lardan beri anti-kapitalist ve anti-Batıcı bir söylemle faaliyet yürüten bu kesimin öncüleri, kendini onlarca yıllık jakoben Batıcı/laikçi Kemalist müesses nizamın baskısı altında hisseden geleneksel Sünni Müslüman çoğunluğun desteğini, giderek daha çok kimlik politikaları niteliği kazanan söylemleri sayesinde artırmıştır. Bu, aynı zamanda o zamana kadar bu kitlelerin siyasete katılımında en önemli kanalları oluşturan sağ merkez partilerinin gücünü/rolünü ellerinden alması anlamına geliyordu.

1980 darbesinin Türk-İslamcı politikalarının yarattığı dalganın üzerinde sörf ederek önce 1990’larda büyük şehirlerin yerel yönetimlerini, sonra 2002’den itibaren Ankara’da iktidarı paylaşan veya devralan Milli Görüşçü hareket (vesayetçilerin sıkı denetimi ve baskısı altında) devrimci/dönüştürücü niteliğini korumuştur.

Bu noktada devrimci/dönüştürücü popülizm konusunda yaşanan en önemli kırılma, demosun dönüştürülmesi istenen yön konusunda olmuştur: Milli Görüş hareketi 2000’lere kadar, özellikle merkez sağın nemalandığı sağ-muhafazakar Müslüman kesimin karşısına bazen geleneksel (otantik!), bazen de post-modern İslami söylemle çıkarak onları aslına (!) dönüştürmüş veya modernist dönüşüme karşı olan direnişlerine katkı sunmuştur. 21. yüzyılın ilk on yılında, AKP önderliğinde ise devrimci/dönüştürücü etkisini, aynı kesimleri ‘Avrupa Birliği üyeliği nimetleri’ argümanlarıyla Batı düşmanlığından vaz geçirme ve hatta onları Batı icadı modern liberal demokrasiye kazandırma yönünde göstermiştir.

Aslında on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, modernist İslamcıların ortaya çıkışından beri gündemde olan, ‘yozlaşmış’ reel/yaşanan İslam karşısında ‘hakiki/otantik İslam savunuculuğu’ damarı, 1980’ler sonrası post-modernist İslamcılar için farklı bir nitelikle yeniden karşımıza çıkmıştır. Eğitimli orta sınıf mensuplarının bayraktarlığını yaptığı bu (aslında pek Batılı) Batı düşmanı radikal (rasyonalizm, sekülerizm ve demokrasi dahil) modernite karşıtlığı, AKP öncesinde, Milli Görüş hareketinin arka bahçesinde kendisini evinde hissetmiştir. Ancak hareketin ‘hakiki İslam” yönündeki devrimci/dönüşümcü popülizm iddiasından sessiz sedasız ve tedrici bir süreç sonunda vazgeçtiği dönem, tam da Avrupa Birliği üyeliği motivasyonu ile revaçta olan neo-liberal söylem ve pratikler nedeniyle sökme şartları oluşan demokrasinin altıncı şafağı dönemi olmuştur.

AKP’nin seçim zaferiyle sonuçlanan 2002 seçimleri sonrası dönemde demosun siyasete katılımı ve dönüşümünde, 1990’larda canlanarak çok renkli bir siyasi, toplumsal ve kültürel ortam yaratmış olan (genelde kimlik politikaları hakimiyetinde) sivil toplum mücadelesinin yükselişi önemli bir rol oynamıştır. Ancak demokrasinin yerleşmesi önünde o güne kadarki en büyük engeli oluşturan, (çıkarları büyük burjuvaziyle iç içe geçmiş) ordu, yüksek bürokrasi ve yargı gibi müesses nizam kurumlarının geriletilmesi ve zamanla tasfiyesi konusunda AKP hükümeti ve destekçilerinin kararlılığı belirleyici olmuştur. Bu konuda liberal aydınlar, dünyaya açılmış yeni burjuvazi ile özellikle devlet kurumları içindeki Fetullahçı yapılanmanın açık desteği ve katkısı yadsınamaz.

Ancak konumuz bağlamında önemli olan şudur: 1990’ların sonunda, birçok tabunun yıkılmakta olduğu umudunun suya düştüğü bir sırada iktidara gelen AKP’nin 2002 sonrasındaki demokrasi söylemi ve ‘açılım politikaları’, demokrasinin yapısal olarak yerleşmesi ve kısmi kazanımların kalıcılığı konusunda başarılı olamasa da o zamana kadarki en geniş katılımla toplumun siyasete dahli için büyük heyecan ve uygun ortam yaratmıştır.

*****

Ancak hikayenin sonu değişmemiştir: On yıl kadar süren alacakaranlık, sonraki on yılda tedricen yerini günümüzün zifiri karanlığına, ne kadar süreceği belli olmayan geceye bırakmıştır.

Demokrasi oyunu sonlandırılmış, demos, bir sonraki seçimde sandığa gitmek/sahneye çıkmak üzere evine gönderilmiştir!

Buna uymayıp, zaten halkın bir kesiminin gözünde güvenirliğini iyice yitirmiş sandık ve seçim siyaseti ve siyasetsizliğine ses çıkarmak için sokağa çıkanlar şiddetle evine, gönderilemiyorsa veya medya ve benzeri kamusal alandan atılamıyorsa, cezaevlerine tıkılmıştır.

Asayiş berkemaldir!

Demokrasi ise bir kez daha tatilde!

Artık muhalif demokratların tek umudu ise sadece bir sonraki sandıktadır…

O sırada demosa gelince: Kendisine söylendiğinde, büyük vefayla sandığa koşmakta, ancak sandıkta hala ‘demokrasi hayranı’ elitistlere saç baş yolduracak sonuçlar yaratmaktadır!

*****

Böylece, her seferinde olduğu gibi, demokrasi şafağı 2010’larda yeniden geceye evirilmiş ve genelde olduğu üzere geceye evirilmenin müsebbipleri (‘demokrasi hainleri’) bizzat 2000’lerde şafağı söktüren ‘demokrasi kahramanları’ olmuştur.

Osmanlı-Türkiye demokrasi tarihine baktığımızda, öğrenmemiz gereken önemli şeylerden biri şu oluyor: Tarihte kahramanlar ve hainler arayışı her zaman sorunlu bir yaklaşımdır ve sağlıklı sonuç vermesi olanaksızdır.

*****

İkinci bir şey de şudur: Her dönem için geçerli olduğu üzere, ancak küresel bağlamı içinde düşünülüp analiz edilirse bu dönem doğru anlaşılabilir. Bu analiz sonucunda, küresel gelişmelerle Türkiye’dekiler arasında görülecek doğrudan ilişki ve şaşmaz paralellikler sürpriz olmamalıdır.

*****

Osmanlı Türkiye demokrasi tarihinde altıncı şafağı oluşturduğuna inandığım 2002 sonrası gelişmelere, yakın tarihsel arkaplanıyla birlikte bu yazıda yer vermeye çalıştım. Ancak diğer şafaklar gibi bunun da geceye evirilme sürecini sonraki yazılara bırakıyorum…

Halen içinde yaşamakta olduğumuz gecenin baskın ideolojisi olarak tüccar popülizminin küresel düzeyde demokrasiyi nereye getirdiğiyle ilgili yazılara ve günümüzde ‘demokrasi önünde engel olarak demos’ (!) konulu tezlere teorik-kavramsal analizler için kullanabileceğim başka mecralarda, daha geniş bir şekilde yer vermek isterim.

*****

Demokrasi şafaklarının diğer iki temel özelliği olan geceye evirilme sürecini (kırılma noktaları ile nedenlerini) ve her iki aşamada sorumluların aynı aktörler olması gerçekliğini anlamak için, hikayenin başına dönerek her demokrasi şafağında bu iki meseleye bakmamız gerekiyor.

Bunu gelecek haftalara bırakıyorum…


Bülent Bilmez: Lisans eğitimini ODTÜ Ekonomi bölümünde, doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlayan Prof. Dr. Bülent Bilmez, 2005 yılından beri İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. 30 yıla yakın hocalık sürecinde, daha önce Almanya’da (Berlin Freie Universitaet), Arnavutluk’ta (Elbasan Alexander Xhuvani Üniversitesi), Kosova’da (Prishtina Üniversitesi Yaz Okulları) ve Türkiye’de değişik üniversitelerde dersler verdi. Bir dönem Tarih Vakfı Başkanı olarak görev yapan Bilmez’in araştırma ve ders konuları şunlar: Modernleşme/(az)gelişme, emperyalizm ve küreselleşme teorileri; son dönem Osmanlı modernleşme süreci ve bu bağlamda modern kolektif kimlik inşa süreçleri ve modern Balkan (özellikle Arnavut/luk) tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti tarihi; Türkiye’de azınlıklar ve bu bağlamda sözlü tarih, kolektif bellek ve geçmişle yüzleşme. (Yayınları için: https://bilgi.academia.edu/BulentBilmez

Önceki ve Sonraki Yazılar
Bilmez Hocadan Tarih Tersleri Arşivi