Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Şiirlerde şehirler – 2

Modern Türkçe şiire geçiş sürecinin öncesinde taşları yerinden oynatan Tevfik Fikret’in “Sis”i de aynı zamanda şehir şiiridir. Fikret’in imparatorluğun enkazı olarak baktığı şehre Osmanlı’nın son şairi Yahya Kemal, tüketilmesi imkansız miras olarak bakar.

İlk bölümde galiba konuya, ortasından girmiş gibi olduk.. Modern Türkçe şiirde şehirlerin şiirlere yansımasına ilişkin iz sürülecekse elbette “Orhan Veliler”den çok daha öncesine gitmek gerekir. Bu arada “orta”, “ortası” demişken Orhan Veli için de Garip için de modern Türkçe şiirin ortası, hatta belki ortalaması denilebilir.

Önceki yazıda konuya ortasından başladık. Bu defa başa dönmeye çalışalım. Ama önce Ali Günvar’ın aktardığı bilgiyi paylaşmak istiyoruz. Günvar gönderdiği iletide Kostantinos Kavafis’in “Şehir” şiirinde bahsedilen şehrin İskenderiye değil, İstanbul olduğunu kaydediyor. Günvar’a teşekkür ederiz. Kavafis’in yaşamının büyük bir bölümü İskenderiye’de geçmiştir. Yaşamı orada. sona ermiştir. Ancak aile kökleri İstanbul’dadır ve kendisi de üç yıl bu şehirde yaşamıştır. Neticede şairin adının Kostantinos Kavafis olduğunu da dikkate almak gerekir. Bu durumda ona İstanbullu değil de galiba Kostantiniyyeli Kavafis denilebilir. Öyleyse şiirde bahse konu şehir İstanbul’dan çok Kostantiniyye olabilir mi? Bir de soru: İkisi aynı şehir mi?

TAŞLARIN YERİNDEN OYNADIĞI DÖNEM

Modern Türkçe şiire geçiş sürecinin hemen öncesindeki dönemde, premodern süreçte taşları yerinden oynatan Tevfik Fikret’in “Sis”i de aynı zamanda bir şehir şiiridir. Namık Kemal’in “Hürriyet Kasidesi”yle açılan dönemin son kreşendosudur da denilebilir. Şiirde halklarını tutsak almış köhne, çürümüş, çökmekte olan imparatorluğa ve zalimliğine lanet yağdırılırken sahne payitahtta, yani İstanbul’da kurulmuştur. Şiirden bir bölüm okuyalım:

Kaatil kuleler, kal'alı zindanlı saraylar;

Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma'bed;

Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,

Mâzîleri âtîlere nakletmeye me'mûr;

Ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;

Ey kubbeler, ey şanlı mebânî-i münâcât;

Ey doğruluğun mahmil-i ezkârı minârat;

Ey sakfı çökük medreseler, mahkemecikler;

Ey servilerin zıll-ı siyâhında birer yer

Te'mîn edebilmiş nice bin sâil-i sâbir;

“Geçmişlere rahmet!” diyen elvâh-ı mekaabir;

Ey türbeler, ey herbiri pür-velvele bir yâd

İykâz ederek sâmit ü sâkin yatan ecdâd;

Ey ma'reke-i tîn ü gubâr eski sokaklar;

Ey her açılan rahnesi bir vak'a sayıklar

Vîrâneler, ey mekmen-i pür-hâb-ı eşirrâ;

Ey kapkara damlarla birer mâtem-i ber-pâ

Temsîl eden âsûde ve fersûde mesâkin;

İmparatorluğun çürümüşlüğü, çöküşü şehri örten sisin altındaki siluetin ayrıntıları betimlenerek sergilenir. Fikret, sisin adeta bir silgi gibi sildiği şehri dizelerinde yeniden kurar. Sis altındaki şehri izlerken okuru imparatorluğun enkazında dolaştırır. Tevfik Fikret’te şehrin adı yoktur. Ama diyebiliriz ki onun için İstanbul’dan başka şehir de yoktur.

Fikret’in imparatorluğun enkazı olarak baktığı şehre Osmanlı’nın son şairi cumhuriyetin “rantiyecisi” Yahya Kemal, tüketilmesi imkânsız miras olarak bakar. Tevfik Fikret’in zorbalığına, zulmüne yönelik beddualarını, lanetlerini nedenleriyle birlikte unutturmaya “memur” olur. Deyim yerindeyse şehri tepe tepe dolaşır. Osmanlı’ya övgü yağdırırken payitahtına itibar kazandırmaya yönelik güzellemeler yazar.

RESTORAN DEKORU GİBİ

Yahya Kemal’in şiirine yansıyan şehir aslında daha çok bir eğlence ve yeme içme mekânıdır. O mekânın peyzajı ve dekorudur. Şehir onun anlatımında tepeden bakarken de, semt semt dolaşırken de bir dekordan ibaret kalır. Bazen bir lokanta, bazen bir meyhane, bir restoran dekoru gibi. Ha bir de huzurevi özlemi söz konusudur… Huzur içinde yaşlılığını yaşayacağı ve ölümü bekleyeceği bir yeryüzü köşesi. Ülfetin belasına karşı uzletin sıkıntısına katlanılabilecek bir “aşiyan” belki. “Bedri’ye Mısralar” başlıklı şiirden bir bölüm aktaralım;

Bin bir tepe yükselen Boğaz’dan

Baktıkça vatan görünsün engin;

Her yıl, bir ömür boyunca, yazdan

Yelkenler açılsın ufka gergin.

Lâkin bu ikinci varlığımda,

Son devrede, ihtiyarlığımda,

Artık çekilince söz ve sazdan,

Ömrüm İç-Erenköyü’nde geçsin.

Yahya Kemal’de şehrin adı vardır. Açıkça anılır, şiire betimlenerek yansıtılır. Betimleme yoluyla şair şehri yeniden kurar. İstanbul semtlerinde bulduğu, belki de kurduğu, hatta hayalinde yarattığı, manzaralara bakmaya davet eder okuru. Şair okurunu gösterdiği manzarayla büyülemek ister adeta. Niye acaba diye sormak gerekir elbette. Şairin çizdiği manzara çerçevesinin dışında, ötesinde ne ya da neler vardır? Nedeni bilinmesin, ilgilenilmesin istenmiş olabilir mi? Yahya Kemal’in şiiri bir illüzyondur ve bu sorular da ona dayanır. Şiir illüzyon yaratabilir mi? Olabilir ama amacı ya da nedeni de önemli… Okur niye büyülenmek ne ile büyülenmek isteniyordur. Yahya Kemal, aynı zamanda modern Türkçe şiirin başlangıç döneminde zuhur etmiş “iktidarın ya da efendinin şairi” ya da Ece Ayhan’dan mülhem söyleyişle “sahibinin sesi” örneği olarak da dikkat çeker.

NAZIM HİKMET'İN ŞİİRİNDE

Yaşadığı yerin insanı, ilişkileri gibi yaşadığı yerin havası, suyu, toprağı da tüm somutluğu ve canlılığıyla yansır Nâzım Hikmet’in şiirlerine… Şairin aynı zamanda şiirde bir betimleme ustası olduğu bilinir. Ömrünün çok kısa bir bölümünü geçirmesine karşın onun şehri, hatta başşehri İstanbul’dur. Nâzım Hikmet’in İstanbul’u “Yeditepe”dir, ama aynı zamanda bir daha dönemeyeceğini kabul ettiği “çınarlı kubbeli mavi bir liman”dır. Ancak şairin şehri, yani şiirine yansıyan İstanbul o kadarla kalmamıştır.

Nâzım Hikmet’in ilk kez “Sesini Kaybeden Şehir” olarak şiirine naklettiği İstanbul; yıllar sonra, 1960’ta üniversite öğrencisi Turan Emeksiz’in polis tarafından katledilmesi üzerine şiirine bir kez daha konu olur.

Menderes hükümetinin antidemokratik uygulamalarının bir adımı olarak “Tahkikat Komisyonu” kurulmasına dair kanunun kabul edilmesi üzerine 28 Nisan 1960 sabahı İstanbul Üniversitesi öğrencileri bir protesto mitingi düzenler. Hükümeti protesto eden öğrencilerin eylemini sonlandırmak için polis, yasalara aykırı olarak okul bahçesine girer. Bu protestoya katılımın daha da artmasına ve mitingin okul bahçesinden taşarak Beyazıt Meydanı’na kadar genişlemesine yol açar. Bunun üzerine polis, öğrencilere ateş eder ve Malatya doğumlu Orman Fakültesi öğrencisi 20 yaşındaki Turan Emeksiz katledildir. Nâzım Hikmet ünlü “Beyazıt Meydanı’ndaki Ölü” şiirini bunun üzerine yazar. Şiiri okuyalım:

Bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.

Bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı Nisanı’nda
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.

Bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda.

Bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı
silâhlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar
büyük meydanı.

Türkiye’nin sancısı hala yaşanan gecikmiş modernleşme atılımının büyük adımı cumhuriyetin tasfiye ve inşa dönemi modern Türkçe şiirin kuruluş ve gelişme sürecini de kapsar ve etkiler. Hem de yol haritası çizecek boyutta etkileme çabası içinde olunur. Modern türkçe şiirdeki arayışı aslında cumhuriyetin modernleşme girişiminin yansıması olarak da okuyabiliriz. Ya da şöyle söyleyelim: Cumhuriyetin siyasal, toplumsal, kültürel girişimine ilişkin modern Türkçe şiirdeki izlerden yola çıkılarak da tarihsel bir yorum geliştirilebilir.

ETKİLEŞİM

Yazının ilk bölümüne Kavafis’in “Şehir” başlıklı şiiriyle başlamıştık. Cahit Sıtkı Tarancı’nın da “Şehir” başlıklı bir şiiri bulunuyor. Tarancı’nın şiirinde ilk okuyuşta Kavafis’in şiiriyle adından başka yakınlık belki kurulamayabilir. Bunu yanıltıcı bir ilk izlenim olarak değerlendirmek gerekir. Şiir irdelendiğinde etkilenmenin izlerini sürmek mümkün. Bu arada Cahit Sıtkı Tarancı’nın şehre bakışı, şehirle olan etkileşimi Kavafis’in yapıtıyla karşılaştırıldığında “ham” olarak kaldığı, şiirsel olgunluğa erişemediği de fark edilebiliyor. Öte yandan Kavafis’in dolaylı olarak dile getirdiği “şehre aidiyet, şehrin hatıra ve hafıza mekânı olması yönünden de bağlayıcılığı” Tarancı’nın şiirinde son derece yüzeyseldir. Derinlik oluşturmaz. Tarancı’nın daha çok, şehre aidiyet ve şehrin betimlenmesi yönünden Kavafis’ten etkilenmiş olduğu söylenebilir.

Yeri gelmişken T.S. Eliot’ın şairlerin birbirlerinden esinlenmesi ya da etkilenmesine ilişkin şu sözünü de hatırlatalım: “Olgunlaşmamış şairler taklit eder; olgun şairler çalar; kötü şairler aldıklarını bozar ve iyi şairler aldıklarını daha iyi – veya en azından farklı hale getirir. İyi şair, çaldığını aslından daha emsalsiz, tamamen farklı bir duygu ile yoğurur.” Tarancı’nın Kavafis etkisindeki şiirini okuyalım:

Ve şehir sabah akşam bu gürültüdür,
Baksan minareler, kubbeler görünür,
Minyatür bir gök ve serseri bulutlar;
Bacalar tütmekte yakından, uzaktan,
Kuşlar saçaklarda mahzun kanat çırpar,
Usanmış durur damlar göğe bakmaktan.

Ve kış yaz demeden ve Tanrının günü,
Benimsemişler şehrin gürültüsünü,
Giderler gelirler bu kaldırımlarda
Gül benizli toklar, saz benizli açlar.
Ne alışveriştir gel gör bu pazarda;
Ne çeker apartmanlardan ağaçlar!

Cahit Sıtkı Tarancı’nın özellikle ilk betiğin son iki dizesinde, Kavafis’in şiirindeki temadan, şehrin bağlayıcı ve yazgı olarak görülmesi bakımından esinlenmiş olabileceği söylenebilir. Söz konusu dizelerde kuşlar uçup gidecekken, gidebilecekken saçaklarda mahzun kanat çırparlar. Saçaklar yuvaların olduğu yerler ve aynı zamanda korunaklı alanlardır. Usanarak göğe bakan damlar, usanarak göğe bakmaya devam eder. Şehir usanç ve bağlılıktır aynı zamanda. Öyle algılanır ve anlatılır. Zincirinden kopamamak… buna gönüllü esareti de ekleyebiliriz… Kavafis’in şiirindeki altmetinde romantizm çağı edebiyatının, sanatının, şiirinin odağında bulunan uzak yerlere gitme, egzotik dünyalara açılma, başka denizlere seyahat arzusu ve anlatısıyla yüzleşme, hatta hesaplaşmadan söz edilebilir. Tarancı deyim yerindeyse sorunun “yanından” geçer… Gelecek bölümde devam edelim…


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi