Enver Topaloğlu

Enver Topaloğlu

Şiirde böcek var

Hüseyin Peker’in yeni yayımlanan kitabının, modern Türkçe şiirde sözcük olarak bile pek rastlanmayan bir adı var: “Böceklenme”. Peker böceklenme sözcüğünü şiirsel dile bir metafor olarak aktarıyor. O, metaforla, mecazla bir temayı adlandırıyor.

Şiiri odağa alarak konuşurken tarihi on yıllık dönemlere ayırma benimsenmiş bir eğilim olarak dikkati çekiyor. Altmışların şiiri, yetmişlerin şiiri, seksenlerin şiiri, doksanların şiiri, ikibinlerin şiiri, ikibin on, ikibin yirmilerin şiiri deniyor… Bunun kolaylaştırıcı bir ifade tarzı olduğu açık. Öte yandan bu tür kategorizasyonlarda sorunsallaştırılan olgunun da zorlayıcı olabileceğini göz ardı etmemek gerekir. O nedenle, şiirle ilgili birtakım konularda değerlendirmelerini on yıllık dönemler üzerinden yapanların yaklaşımı sadece işi kolayına getirmekten ibaret olarak görülmemeli diye düşünüyoruz. Kategorize edelin dönemlerle ilgili dinamiklerin bu tür adlandırmalarda önemli bir etken oluşturduğu kanısındayız.

İkibinli yıllarda, birinci on yıl çoktan bitti ve ikinci on yılın da nerdeyse ortasına geldik. Buna karşın günümüzden geriye doğru sürecin ne tamamı, geçen yirmi yılı kapsayacak biçimde ne de onar yıllık dönemlerle görünür, bilinir bir biçimde incelemeye, değerlendirmeye tabi olmadığını gözlemliyoruz. Özellikle milenyumun ikinci on yılındaki modern Türkçe şiiri merkezine alan çalışmaların büyük ölçüde marjinal kaldığını söylemek mümkün. Bilhassa gündem oluşturması, gündemde kalma süresi ve benzeri açılardan değerlendirildiğinde. Daha çok ikibinli yılların ilk on yılında gerçekleşmiş “Milenyum Çağı”nın şiirine ilişkin irdelemeler ve saptamalar etkili. Bu değerlendirmelerin, isabetli olsa bile eken değerlendirmeler olduğunu da kaydetmek gerekir.

İkibinli yılların ilk on yılında antilirik ve deneyselci şiir önemli bir çıkış ve yükseliş gerçekleştirse de ikinci on yılda yükselişini devam ettirdiğini söylemek zor. Günümüzde üçüncü on yılın ortasına ilerlerken artık düşüşe geçmiş, büyük ölçüde ölü bir dalga olduğu bile söylenebilir. Ancak deneyselci şiir çizgisini benimseyip sürdürenler, modern Türkçe şiirde elde ettikleri mevzileri koruyorlar elbette. İkibinlerin çok öncesinde seksenlerin sonunda deneysel şiirin bir tür yeni kuşaklar içindeki öncü ismi olarak dikkat çeken Enis Akın örneğin.

İkibinli yılların ikinci on yılında modern Türkçe şiirde teknolojik imkânların gelişmelere koşut olarak daha çok kullanılır olduğunu de belirtmeliyiz. Ayrıca bu süreçte modern Türkçe şiirde doğanın her zamankinden daha çok ve kapsamlı biçimde yer aldığını, doğaya bakışta, geleneksel yaklaşımdan, önemli bir kopuş eğilimi oluştuğunu söyleyebiliriz. Örneğin Edip Cansever’de doğa, özellikle yetmişlerin ikinci yarısından sonraki şiirlerinde bir sığınak, bir kaçış alanı olarak dikkati çeker. Ama bir başka şairde doğaya yaklaşımda ilk kopuş denemesi 1970’li yılların başında Ece Eyhan’dan gelmiştir: “Devlet ve Tabiat.” Devletin karşısına tabiatı yerleştirmek bile bir paradigma değişiminin işareti sayılır.

ŞİİRDE YEŞİLLENME

İkibinli yılların ikinci on yılında modern Türkçe şiirde ekolojik duyarlılığın, doğaya bakışın, çevreye karşı farkındalığın daha önce hiç olmadığı kadar değiştiğini ve ekokırıma karşı önemli bir hassasiyet geliştiğini kısaca bir “Yeşillenme” olduğunu gözlemiyoruz. Bu süreçte yeşile kaçış değil, yeşilin kendisi olma arzusu ön planda çıktı diyebiliriz. Bu doğanın kâr amacını önceleyen biçimde kuşatılıp yağmalanmasına, talan edilmesine, ekokırıma yönelik tepki şiire de yansımakta. İnsanı doğanın merkezine yerleştiren ve doğayı fethetme amacını taşıyan düzenin şiirde de sorgulandığını, bu yönde önemli bir mesafe kat edildiğini belirtebiliriz. Doğayla savaş düşüncesi yerini, doğayla barışa bırakmış ve bu eğilimin yansıdığı şiirler okuyoruz. Modern Türkçe şiirde, günümüzde, diyebiliriz ki doğayla barış içinde bir arada yaşama anlayışı giderek daha çok öne çıkıyor. Bir başka yazıda örnekleriyle bu konuya dönmeyi düşünüyoruz.

ŞİİR DAHA NELER GÖRÜYOR

Mehmet H. Doğan’ın “Türk Şiirinden Son Okumalar” kitabında yer alan yazılarından birinin başlığı “Şiir 2000 Yıllarda Daha Ne Görecek”. Yazının altında 1999 tarihi var. Doğan’ın eleştirisinin, serzenişinin konusu farklı. Bir tür şairin kendisini bir meta olarak pazarlamasına yönelik itiraz diyebiliriz. Biz bağlamı değiştirerek ifade edelim. Modern Türkçe şiirin ikibinli yıllarda da, yüzyıllık geçmişinde de görmediği şeyleri görerek bugünlere geldiğini kaydetmek gerekir. Şiirin aslında bilinmeyene olan merakı, yapılmayana olan hasreti sayesinde devindiğini ve devam ettiğini, bunu söylemek tekrar olacak ama söyleyelim.

Son on yılın şiirinde neler gördük diye soralım ve karşılığını arayalım öyleyse. Modern Türkçe şiirde hiç görmediğimiz kadar ve görmediğimiz tarzda kediler, köpekler, sokak sakinlerini yakın plana alan şiirler gördük. İnsanı doğanın sahibi değil doğada herhangi bir varlık gibi değerlendiren eşitlikçi yaklaşımların yansıdığı şiirler okuduk, okuyoruz. Haiku şiir kanalının taştığını, poetik omurgası, yatağı değilse bile dilinin, sözünün açıldığını, açılım içinde işlediğini gördük. Teknolojinin sağladığı imkânlardan büyük ölçüde şairin ve şiirinde pay aldığını söyleyebiliriz. Şiirin teknolojik gelişmeden biçim ve biçem yönünden bir hayli etkilendiğini de eklemek gerekir…

Ama elbette doksanlarda yükselişe geçen etnik ve cinsiyet kimliklerinin ötekileştirilmesine, bastırılmasına, yok sayılmasına yönelik tepkinin şiirde güçlü ve kalıcı biçimde bir ses, söz oluşturarak dile geldiğini gördük. Doğaya yönelik katliamların, farklı etnik ve cinsel kimliklerle ilgili sorunların temalaştırılmasındaki, izlek olarak işlenmesindaki ısrarı gördük. Daha da sayabiliriz.

Savaş ve iklim değişikliği nedeniyle yaşanan sürgün, göç, göçebelik, yersiz yurtsuzlaşma gibi sorunlarla yüzleştiren şiirler gördük.

Şiir çağının tanıysa eğer, şiirin günümüzde de çağına tanıklık etmekten vazgeçmediğini gördük. Yalnızca içerik, tema izlek yönünden değil dil, biçem, teknik yönünden de şiirde bir güncellemeye tanıklık ediyoruz.

Özetlersek modern Türkçe şiirin yirmi yılında duyguların abartıldığını da görüyoruz, Fredric Jameson’ın postmodernizmi irdelerken değindiği gibi duyguların sönüşünü de görüyoruz.

Gece karanlığında şiirin gökyüzü, aynı anda parlayan ve sönen yıldızlarla dolu adeta…

Hüseyin Peker’in Everest yayınlarından çıkan yeni kitabının adını da gördüklerimiz zincirine ekleyebiliriz.

PEKER’İN ‘BÖCEKLENME’Sİ

Hüseyin Peker’in (1946), ilk şiiri 1965’te Soyut dergisinde çıkar. Takip eden yıllarda dönemin dergilerinde yayımlanan şiiriyle dikkat çeker. Cemal Süreya, 1970’te Yeni Dergi’deki yazısında ondan şöyle söz eder: “Bir de Hüseyin Peker var; çok yetenekli bir arkadaş, büyük gelişmelere açık bir şair. Bir yerde şiirin gizini fark etmiş; bırakmıyor.” Ancak Peker Cemal Süreya’nın “bırakmıyor” demesine karşın şiirin gizini bırakmasa bile seksenlerde şiire ara verir. Yeniden dönüşüyse 1997’de Arkadaş Z. Özger ödülünü alan “İnsan Arkadaşınındır” kitabıyla olur. Sonrasında da deyim yerindeyse şiirden bir daha ayrılmaz. Peker’in yayımlanan şiir kitaplarından bazıları şunlar: “Yer Bezinden Bir Köle” (2000), “Ses Salkımları” (2001), “Yıldızlara Çok Yakınım” (2016), “Tek Vuruş” (2007), “Toz Bile Değilken” (2017).

Hüseyin Peker’in yeni yayımlanan kitabının, modern Türkçe şiirde sözcük olarak bile pek rastlanmayan bir adı var: “Böceklenme”. Peker böceklenme sözcüğünü şiirsel dile bir metafor olarak aktarıyor. “Böceklenme”nin sözlük anlamını “içinde veya üstünde böceklerin oluşması” diye açıklamak mümkün.

O, metaforla, mecazla bir temayı adlandırıyor.

Peker’in, “Böceklenme”ye yaşlanma, doğal süreçte ölüm zamanına, anına yaklaşma, yaşam süresinin kısalması olarak anlam kazandırdığını söyleyebiliriz. Şiirler de yaşlanma haliyle oluşan, doğal süreçte ölüme yaklaşma durumuna dair deneyimleri, gözlemleri, izlenimleri, kaygıları, ikilemleri aktarıyor. Böceklenmenin duyguları ve düşünceleri yansıyor şiirlere. Alttan alta yaşlanmaya koşut olarak gelişen bir serüven, böceklenmenin ve böceklenmiş olmanın gizli serüveni de dile getiriliyor şiirlerde. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünün adı da “Böceklenme”. Kitabın “Vedalaşmak Yok” başlıklı ilk şiirinden bir betik okuyalım:

çürüğü bile güzeldi yaşadığımız saatlerin

renksiz kalan kahkahalar, hepsi güzeldi, dost sohbetleri

kuş kafesini andıran bir ömür

tabutuna ölümsüz yazdıran herkes

evi satıyor musun diye soruyor önüne gelene

ÜRKÜTÜCÜ BİR AD

Adı “Böceklenme” olan bir kitabın ürperticiliği de açık. Nedenleri üzerinde elbette psikolojik kazı yapılabilir. Ama bilinmektedir ki fobilerin bir kısmı doğrudan böceklerle ilgilidir. Neticede örümcek de, akrep de bir böcektir ve bu canlıların adının bile ürküttüğü kişiler vardır. Kitaba adını veren şiirden, “Böceklenme”den bir bölüm okuyalım:

duvarlar bahçe olacak

kefen giyme modası geçtiğinde

kör yığınların üzerinde

yolculuk uzun sürecek

olgunlaşmamış çiçek olarak büyüdük

kalp gözüyle bak bu söylediklerime

buruk kutlanıyor geçmişimiz

başladı bizim böceklenme

kuş yuvalarının üstünden uçarken

anladım nefret suçuyla çoğalan gürültüyü

görünmez parmaklıklar gerilirken üstüme

gökle yer arası bir yerde

taşa oyulmuş bir yazgı...

ölünün etini kemiğinden ayıranlar

neredesiniz

büyüteçle okur olduğum geleceğimi

Hüseyin Peker’in şiir dili ve dünyasına ilişkin Orhan Kahyaoğlu şu saptamada bulunur: “Kendine özgü deneysel arayışlardan, biçime verdiği özel önemden hiç vazgeçmez. Modern Türkçe şiirde, biçim arayışları, anlatımcılığı, söyleyişteki zenginliğiyle, daha 1960’lar noktalandığında şair kimliğini kanıtlamış yenilikçi bir şair.”

ŞİİRİN GENİŞLEMESİ YEĞDİR

Yeniden kitabın adına dönersek. Şiir bazen şairinden dizginleri alıp uzaklaşabilir. Çok şiir vardır şairini peşinden koşturan. Ya da peşinden koşmaktan vazgeçmiş şairden kopup kendi halinde var olan. Peker’in adlandırması, Kafka’nın “Dönüşüm” hikâyesindeki hamamböceğini de çağrıştırır. Konu, tema ve benzeri yakınlaşmalarla değil, daha önce var olanı, bilineni akla getirmek suretiyle hatırada uyandırarak. Öte yandan böcek deyince aklımıza Samsa gelir de ağustosböceği gelmez mi? Gelir elbette. Erhan Bener’in romanı “Böcek”i de unutmayalım. Ancak Peker bu çapta bir çağrışım genişliğini amaçlamış mıdır? Şiir şairin amacını aşabiliyor. İyi de oluyor. Şiirin genişlemesi, daralmasından elbette her zaman yeğdir.

Hüseyin Peker’in şiirlerine ilişkin değerlendirmesi dikkat çeken isimlerden biri de Şeref Bilsel’dir. Bilsel’in anlatımıyla “Peker, şiirler boyunca derdini anlatıyor, hem de tek tek dizelerle şiirsel yükün nasıl taşınacağını gösteriyor. Yoğun bir anlatma, iç dökme isteği var dizelerde, hatta dizeler kimi zaman anlatma isteğinden kabaran anlamı sonraki dizeye taşırıyor.”

Kitabın “Halatlar Volta” başlıklı bölümünden bir şiir okuyalım. Alıntılayacağımız bölüm, kitabın da son şiiri olan “Kürekçi”den:

kürekçi dostum, çekip getirdin beni bu kıyılara

üstelik yanık derilerle bıraktın, güneş göreyim diye

bir iyilikti bağışladığın güneş

torbasıyla azık: kalan günlere

yetmezse oruç tut dedin, hatırladın mı

kaç günüm kalmış sordun mu?

bu su yeter mi? iç iç diye sesleniyorsun

kürekçi dostum, belki yeterim kalan gökyüzüne

yıldız olup bırakırım kalanını

toprakla üstümü örtme, gitti diye

Hüseyin Peker ilgi çekecek, okunacak şiirler yazıyor. Ama aynı zamanda şiir üzerine de düşünüyor. Birçok dergide yeni çıkan şiir kitapları üzerine tanıtma, değini yazılarına rastlamak mümkün.

Modern Türkçe şiirin önemli sorunlarından biri şairanelikse diğeri de fazlalıklar, yığmalar, safralardır denilebilir… Şairanelikten ve safralarından kurtulan şiirin daha fazla derinliğe, daha çok genişliğe, elbette yüksekliğe de kavuştuğu bir gerçek. Öte yandan modern Türkçe şiirin tarihi boyunca bir yandan bu sorunla başa çıkmak, bir yandan da onsuz yapamamak gibi bir durumu olduğu da söylenebilir. Hüseyin Peker’in şiirlerini okurken yığma, fazlalık gibi görünecek birtakım kalabalığa bu açıdan yaklaşmak gerekir diye düşünüyoruz. Fazlalıklar şiirin dengesini bozmayan yükler olarak da değerlendirilebilir… Terazilerin darası gibi…

“Böceklenme”yi biz, şairin içindeki denizi kitaptan bir havuza dökmesi olarak betimleyeceğiz. Bu arada söyleyelim; şair de elbette “havuza kim doldurabilir içindeki denizi” biliyor. Peker, içindeki denizden yeni kitabının havuzuna, alabileceği kadarını doldurmuş. “Böceklenme”yi, ilgilisinin kayıtsız kalmayacağı bir kitap olarak kaydediyoruz.


Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Enver Topaloğlu Arşivi