Savaş sloganları, slogan savaşları!

Sol hareketinin sembolleri epey eskimiştir. Oysa Gezi mücadelesi bu konuda iyi bir örnekti. Yalnızca toplumsal mücadele alanındaki kendiliğindenci bireysel inisiyatifin değil, sloganlar ve semboller alanında bireysel yaratıcılığın da eşsiz bir örneği oldu

Savaşlar sloganlarla yürütülürken sloganlar da birbiriyle savaşır. Savaşan devletler kendilerini kamufle etmek için “barış” sloganını kullanırlar. Savaş bakanlıklarının adı “Savunma Bakanlığı”, saldırı harekâtlarının adı “Barış Harekâtı”dır.

Savaş karşıtlarının böyle bir kamuflaja ihtiyacı yoktur, bu yüzden attıkları “Savaşa hayır!” ya da “bomba değil, ekmek!” gibi sloganlar daha inandırıcıdır. Toplumun içindeki sınıf ya da milliyetler arası savaşlara karşı olanlar ağırlıklı olarak “Kardeş kanı akıtmaya son” gibi toplumsal barış sloganlarını ön plana çıkarırlar. Bu tür barışçı sloganlar her ne kadar savaşa karşıysalar da savaşa karşı savaşmak zorundadırlar. Sonuç olarak, savaştan da slogan savaşından da kaçınmak pek mümkün değildir.

Sloganlar çoğunlukla milliyetçi ya da toplumsal arzulardan doğar. Bazı tarihi dönemlerde milli sloganlarla toplumsal sloganlar birleşip tek bir sloganda ifade edilir. Örneğin, 1960’lı yıllardaki solun toplumsal çapta yankı yapan “Tam Bağımsız Gerçekten Demokratik Türkiye!” sloganı hem milli bağımsızlık hem de toplumsal kurtuluş arzusunu birleştiren bir slogandır. Öyle olduğu içindir ki bir dönem geniş kitlelerde yankı bulmuştur. Fakat bu slogan fazla kapsamlı olduğundan reel toplumun “gerçekleşebilirlik” ufkunun epey ötesinde kalmıştır. Bu sloganın rakibi olan “sosyalist Türkiye” de öyle.

Bunun tersine kimi sloganlar fazlasıyla dönemsel, hatta taktiksel niteliktedir. Örneğin, 1917 Şubat Devrimi’nden sonra kurulan Geçici Hükümet’in savaş yanlısı tutumundan rahatsızlık duyan, kendiliğinden ayaklanmış işçi ve asker kitleleri 1917 Temmuz’una kadar, muhtemelen hiçbir partinin yaratımı olmayan bir sloganı kendi derinliklerinden çıkarıp ortaya atmışlardır: “Kahrolsun 10 kapitalist bakan!” Kastedilen, Geçici Hükümette yer alan savaşa devam yanlısı bakanlardı. Son derece yaratıcı, işlevsel ve somut bir slogandı. Geçici Hükümet’teki savaş yanlısı bakanların hükümetten çekilmesiyle işlevini tamamlayıp sahneden çekilmiştir.

Öte yandan, hem gerçek Sovyetlerdeki işçi ve askerler hem de Bolşevik fraksiyon tarafından 1917 yılının hercümerci içinde atılan “Bütün iktidar Sovyetlere!” sloganı o gün için gerçekleşme ihtimali olan bir toplumsal devrim sloganıydı. Kitleler bu sloganı can-ı gönülden benimsemişlerdi, çünkü 1917 yılının büyük kısmında Sovyetler doğrudan onların kendi organlarıydı. Bütün iktidarın Sovyetlere geçmesi, işçi, köylü ve askerlerin iktidarıyla aynı anlama geliyordu. Fakat Bolşevik fraksiyon için bu tam böyle değildi. Bolşevik fraksiyon bütün iktidarın Sovyetlere verilmesinden Bolşeviklerin çoğunluğu sağladığı Sovyetleri anlıyordu. Nitekim Temmuz’dan sonraki Bolşeviklerin gerilemesi ortamında bir ara Lenin bu sloganın bırakılması gerektiğini ileri sürmüş, ancak Ekim’e doğru Bolşeviklerin Sovyetlerde çoğunluğu ele geçirme ihtimali güçlenince yeniden sahip çıkmıştı.

Bazı sloganlar çevreye yaydıkları öfke ateşi ne olursa olsun pek işlevsel değildir ve atıp tutarak çevrelerine korku saldıkları halde aslında içi kof insanlara benzerler. Örneğin solun çeşitli vesilelerle ortaya attığı “hesap sorulacak” sloganı böyle bir slogandır. Sol, iktidar alternatifi olduğunu göstermek için “hesap sorma” sloganını bol bol kullanır. Sol, bu sloganı atarken yakın ya da pek uzak olmayan bir gelecekte kendini “hesap soracak” bir pozisyonda görmekte ya da kitlelere böyle bir konuma geleceği vaadinde bulunmaktadır. Ne var ki “hesap sormak”, “yakın gelecekte” kendinde güç vehmedenlerin tehdidi olmaktan öteye geçmez çoğunlukla. Her korkutucu slogan gibi içi boştur. Bunun yerine sol daha yumuşak ve kapsayıcı olabilecek, gelecekte “haklının hakkını alacağı” gibi sloganlar atabilse daha az tehditkâr olmayı becerebilecektir.

Solda fazla dayatmacı bir damar var. Toplumsal ilişkileri yumuşatmak yerine, pek beğendiği “sıkılmış yumruk” sembolünde olduğu gibi, dediğim dedik, inatçı ve kavgacı sloganları tercih ediyor. Örneğin “unutmayacağız, unutturmayacağız” sloganında olduğu gibi. Unutmayacağız güzel ama “unutturmayacağız” ne demek oluyor? Bu biraz dayatmacılık değil mi? “Unutturmayacağız” sloganı biraz “unutanın canına okuruz” gibi bir tını taşımıyor mu? Bunun “yeniden hatırlatacağız” gibi makul bir açıklaması olabilir ama yine de ucu çok açık bir slogan. Üstü kapalı bir tehdit olarak algılanabilir.

Ömrümü genelde sol bir atmosferde geçirdiğim için örnekleri çoğunlukla soldan verdiğimin farkındayım ama ne yapayım ki, örnekler hep o taraftan geliyor. Zaten sağın saçma sapan, ırkçı ve ayrılıkçı sloganlarıyla uğraşmaya da hiç niyetim yok. Biz yine soldan devam edelim.

Solun bir de “ölümsüzdür” sloganı vardır ki, mücadelede düşecek militanlara cesaret vermeye yönelik bu slogan romantik ve metafizik olduğu ölçüde çocuksudur da. Bir kere bu evrende ölümsüz olan hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla “ölümsüzdür” sloganı daha baştan inandırıcılıktan uzaktır. Bunu elbette “kalbimizde yaşayacak” diye de anlayabiliriz ama böyle ifade etmek varken “ölümsüzdür” sloganı neden tercih edilir ki. Üstelik bu sloganla mücadelede ölmüş olanlar kastedildiğine göre iyiden iyiye palavra sıkıldığı intibaı doğmaktadır. “Ölümsüzdür” denilenlerin bir tanesi bile yaşamıyor. O halde bu slogan tuhaf bir tersine dönüşmeyle bütün “ölümsüzlerin” ölü olduğunu hatırlatmaktan başka bir anlama gelmiyor. Biri hakkında “ölümsüzdür” dendiğinde onun artık yaşamadığını anlamış oluyoruz.

Zaten sadece Türkiye solu değil, genel olarak dünya solu da yüz yıldan fazla bir zamandır çetin toplumsal mücadeleler içinde yoğrulduğundan materyalistlikten bir hayli uzak dinsel bir havaya bürünmüş gibidir. Dinler maddi ve manevi ıstıraba dayandığından bu haliyle dünya solu da ıstırap çekenlerin “dini” çileciğini hatırlatıyor. Türkiye dışı solda “martir”lik de bir hayli yaygın bir statüdür. Gerçi bizim soldaki “şehitlik” mertebesinden bir hayli farklıdır martirlik. Ölü olsun ya da olmasın, devrim ya da toplumsal mücadele uğrunda acı çeken herkesi kapsar ama ne olursa olsun bu kavram da Hıristiyanlıktan gelir. Bizde bir de “ölüm orucu” geleneği oluşmuştur ki, kafaya bağlanan kırmızı “şehit” bantları “feda kültürü”nün zirvesini oluşturur.

Dünya sol hareketinin sembolleri epey eskimiştir. Yol gösteren fener, ışık saçan yıldız, azmi ve mücadeleyi hatırlatan sıkılı yumruk bence solun sloganlar ve semboller alanında bir Rönesans yaşaması gerektiğini hatırlatıyor bugün artık. Orak çekiç ise, sol adına kurulan geçmiş cumhuriyetlerin köylü ve işçi kitleleri karşısındaki tutumları göz önüne alındığında iyice ironik bir sembol olarak dikkat çekiyor.

Hep olumsuz örneklerden söz ettim ama sloganlar alanında yakın geçmişimizde çok olumlu bir örnek de var: Gezi mücadelesi. Gezi, bir toplumsal patlamayla ortaya çıktığında örgütlerin yaratıcılıktan uzak bürokratik, cansız sloganlarını da tuzla buz etti. Bireysel yaratıcılığın o sonsuz, ışıltılı, ironik, şenlikli sloganları bir anda her yanı kapladı. Gezi mücadelesi yalnızca toplumsal mücadele alanındaki kendiliğindenci bireysel inisiyatifin değil, aynı zamanda sloganlar ve semboller alanında bireysel yaratıcılığın da eşsiz bir örneği oldu.


Gün Zileli: 24 Ekim 1946, Ankara doğumlu. 1968 gençlik hareketinde yer aldı. 1990 yılında İngiltere’de sığınmacı oldu. 1992 yılında anarşizmi benimsedi. 2000’li yıllarda altı kitaptan oluşan otobiyografisini yazdı. Romanları, özellikle Sovyetler Birliği’ndeki Gulag kampları hakkında biyografik çevirileri

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gün Zileli Arşivi