Rumlar üzerinden otoriterleşmeyi meşrulaştırma

6-7 Eylül olayları iktidarın basına ve muhalefete yönelik baskılarının bir bahanesi oldu. Eylül 1955’te İstanbul, Ankara ve İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi, muhalefetin meclis soruşturması istemi reddedildi. Geldiğimiz noktayla ne kadar benzer değil mi?

6-7 Eylül olaylarıyla Müslüman-Türk olmayan kesimlerde yaratılan vatandaş olarak kabul edilmedikleri algısıydı. Artık gelecekte huzur bulma inancı kaybolmuştu. Başlarına ne geleceği konusunda kaygılıydılar. Göçler İstanbul’daki kozmopolit hayatı sona erdirirken ,geçmişlerini ve anılarını bırakıp gidenlerin mutlu olması zordu.

DP hükümeti, 1954 yılından itibaren muhalefet ve basın üzerindeki baskıyı arttırmaya başlamıştı. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’in hükümete yönelik eleştirisi üzerine Samsun’da gözaltına alınıp, polis gözetiminde İstanbul’a getirilmesi, çıkarılan Basın Kanunu'yla eleştiride bulunan gazetecilerin tutuklanıp cezalandırılmaları otoriterleşmenin göstergeleriydi.

6-7 Eylül olayları da hükümetin muhalefet, basın ve öğrenci hareketlerini sınırlandırması için bahane yaratmasına zemin hazırlamıştı. Nitekim 7 Eylül 1955’te İstanbul, Ankara ve İzmir’de 6 ay süreyle sıkıyönetim ilan edildi, muhalefetin meclis soruşturması istemi sıkıyönetim gerekçe gösterilerek reddedildi.

Ulus Gazetesi kapatılırken, Milliyet, Tercüman ve Hergün yayınları 14 günlüğüne durduruldu. İstanbul’daki Rum ve Ermeni gazeteleri de sıkı bir sansüre uğradılar.1956 yılı Haziran ayında yapılan yasal bir düzenlemeyle toplantı ve gösteri hakları sınırlandırıldı. Böylece 6-7 Eylül olayları iktidarın basına ve muhalefete yönelik baskılarının bir bahanesi oldu. Geldiğimiz noktayla ne kadar benzer değil mi? Rejim, son elli yıldır Kürtler üzerinden otokratik niteliğini meşrulaştırıp korumakta. İdeolojik zihniyetin yumruğu aynı yerden gelirken yumruğu yiyenler değişmekte.

Hükümetin tüm çabası, Rum Toplumunun saldırıya uğradığını gösteren verileri yalanlamak ve gizlemek istikametinde oldu. Saldırıların boyutlarını gizleme teşebbüsü, İstanbullu Rum Fotoğrafçısı Dimitri Kalumenos’un çektiği fotoğraflar ve bunları gazeteci Yeorgios Karagiorgas’ın teşhir etmesi neticesinde başarısızlıkla sonuçlandı.

İngiliz hükümetinin öncülüğünde 29 Ağustos’ta başlayan Londra Konferansı, İngiltere’nin Kıbrıs’taki statüsünün ve çıkarlarının ve Enosis’i önleme amaçlı politikasının bir sonucu olarak düzenlenmişti ve İngiltere Türkiye’yi bu sürece etkili olarak katma politikası izledi. Konferans, İstanbul’da meydana gelen olaylar nedeniyle 6 Eylül’de kesilirken, İngiltere’nin istediği gibi Kıbrıs üzerinden Türk-Yunan anlaşmazlığı dünyanın gündemine giriyor, ABD de Kıbrıs politikasını İngiltere lehine değiştiriyordu.

Böyle bir amaca hizmet eden saldırılar; hükümet ve gizli servisin planlaması, öğrenci ve gençlik dernekleri, sendikalar ve KTC gibi örgütlerin de katkısıyla gerçekleşmişti. Bu saldırılar kadim etnik-dini homojenleştirme politikalarının uygulamada bir aşama daha kat etmesini sağladı.6-7 Eylül olayları ; ancak Kıbrıs sorunu, arındırma politikaları, hükümetin hak ve özgürlükler konusunda otoriterleşmesi ve ekonomik koşullar ekseninde anlaşılabilir.

6-7 Eylül olaylarının bir uzantısı olarak 1964 yılında Rumların büyük bir göç dalgası halinde ülkeyi terk etmelerine yol açan bir olay daha yaşandı. 1963 yılı Aralık ayında Kıbrıs Rumlarının Türklere yaptıkları saldırı üzerine 1964’de Başbakan İsmet İnönü,1930 yılında Yunanistan ile imzalanmış olan ve Yunan yurttaşlarının oturma ve çalışma izinlerini düzenleyen anlaşmayı feshetti. Akrabalık ilişkisi nedeniyle, Türk pasaportu olan Rumlar da Yunanistan pasaportu olan İstanbullu Rumlarla birlikte göç etmeye başladılar.

30 BİN RUM GÖÇ ETTİ

1964 yılı Ekim ayına kadar yaklaşık 30.000 Türk pasaportlu Rum ülkeden göç etti. Gidenler yanlarına sadece 20 dolar ve 20 kiloyu aşmayan bir bavul eşya alabildiler. Göçmenler, ülkeden ayrılmadan içeriğini bilmedikleri bir belge imzalanmaya zorlandılar. Bu belgeyi imzalayanlar Kıbrıs’taki Yunan teröristlere para yolladıklarını ,İstanbul Helen Birliği adlı derneğin üyesi olduklarını, izinsiz döviz ticareti yaptıklarını ve ülkeyi kendi istekleriyle terk ettiklerini kabul etmiş oluyorlardı.

Göçmenlerin muhtemel vergi borçları karşılığı malları haczediliyor, servetlerine el konuluyordu. Böylece göç ettirme ve mallara el koyma olayı Kıbrıs sorunu üzerinden Türkiye’nin iç ve dış güvenliği bağlamında meşrulaştırılıyordu.1974 Kıbrıs çıkartması da kalan son Rumların gitmesine sebep oldu.1978’de Rum-Ortodoks nüfus 7.000 kişiye düşecekti. Bugün ise Rum nüfus 3.000 kişinin altına düşmüş bulunmakta.

6-7 Eylül 1955 Pogromu temelde halkın farklı etnik kimlik, din, mezhep, inanç ve görüşe sahip kesimlerini iç düşman gören bir siyaset zincirinin önemli bir halkasını oluşturmakta. Hükümetler 1955-2003 yıllarını kapsayan dönemde, Türkiye’de yaşayan Rum toplumuna yönelik kısıtlama ve baskı önlemlerine devam ederek meşru hukuka dayalı hak ve özgürlük taleplerini göz ardı ettiler.

Bu siyasi programın İttihat ve Terakki zihniyetinin devamı olduğu ve Türk-Müslüman olmayan halkın vatandaş değil, doğduğu topraklarda yabancı olarak algılanmasından ortaya çıktığı açık. Türk-Müslüman olmayan halka karşı güdülen politikalar bilhassa 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra yoğunlaştı ve 1962 yıllında İsmet İnönü’nün başbakanlığından itibaren 2003 yıllına kadar aktif olan Azınlıklar Tali Komisyonu koordinasyonu altında yürütüldü.1964 sürgünü ve Gökçeada – Bozcaada’nın Rumsuzlaştırılması bu sürecin önemli aşamaları.

Heybeliada Ruhban Okulu kanunlar çiğnenerek kapatıldı. Yargıtay, 1974 yıllında aldığı bir kararla, vatandaşı olan Müslüman olmayan halkı “Yabancı” olarak niteleyerek, Cemaat Vakıflarının 1936 dan sonra edinmiş olduğu binlerce kıymetli gayri menkule el koymanın yolunu açtı. 2003 den sonra çıkarılan kanunlar henüz bu kitlesel insan hakları ihlalini giderememiş durumda.

Türk-Müslüman olmayan kesimin okullarına atanan yardımcı müdür vasıtası ile yapılan baskılar ve alınan sistematik bir çok idari önlem ile öğrenci sayısı azaltılmış ve bu süreçte çok sayıda Türk-Müslüman olmayan öğretmen işten çıkarılmış durumda. Son 10 yıl içinde sorunların kısmen giderilmesi sınırlı ve yetersiz bir gelişme.

Lozan Antlaşması'nın 14. maddesi uyarınca Gökçeada (İmroz) ve Bozcaada (Tenedos) Türkiye’ye yerel nüfusun kendini idaresi şartı ile devredildi, ancak bu şart hiç bir zaman uygulanmadı. 1964 yılında devrin hükümeti Eritme Programı kapsamında bu iki adadaki Rum okullarını kapattı ve Gökçeada’da ağır ceza mahkumlarının tutulduğu açık cezaevi kurarak, adada ciddi güvenlik sorunları yarattı.. Aynı zamanda idari önlemlerle Rumların mülkiyet hakları geniş çapta çiğnendi, meraları tazminatsız kamulaştırmalar ile yok edildi. Bu baskıların neticesinde iki adada 12.000’i aşan Rum nüfusu, bugün Gökçeada’da 300 ve Bozcaada’da 10-12 kişiye inmiş durumda.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Avrupa Konseyi’nin kararları ve önerileri ile Rum toplumunun varlığını devam ettirme yönündeki uygulamalarda ilerlemeler kaydedildi ve Gökçeada’da Rum okulları 50 sene sonra açılmaya başladı.

İREF'İN ÖNERİLERİ

İstanbullu Rumların Evrensel Federasyonu (İREF) son 5 yıl içinde hükümet ile geliştirdiği doğrudan temaslarında, Rum toplumuna karşı uygulanan sistemli ve uzun zamandır süren kitlesel insan hakları ihlalleri sonuçlarının giderilmesi ve haksızlıkların telafisine yönelik acil adımların, artık daha fazla beklenmeden atılmasının kaçınılmazlığını ısrarla dile getirmiş ve şu anda İstanbul’da yaşayan Rum toplumu ile birlikte vatanlarından uzakta bırakılan İstanbul Rum toplumunun sorunlarının çözümü için öneriler sunmuş durumda.

İstanbul Rum Toplumunun %98 oranındaki çok büyük bir bölümü yurtlarından uzakta yaşamak zorunda bırakılmış durumda. İREF’in önerileri arasında vatandaşlıktan çıkarılan 40.000 civarında İstanbullu Rum ile birlikte yeni nesil gençlere vatandaşlık tanınması, Rumca kitapların Rum okullarına kısa zamanda ulaştırılması, azınlık vakıflarının el konulan mülklerinin geri verilmesi, şahsi mülkiyet sorunlarının çözümü, kendi vatandaşlarını rehin olarak gören ve başka hükümetlere baskı aracı olarak kullanılan mütekabiliyet prensibinin terk edilmesi var.


KAYNAKÇA:

Dilek Güven - “6-7 Eylül Olayları”, İletişim,İstanbul,2006/

Fuat Dündar -“ Modern Türkiye’nin Şifresi” ,İletişim,İstanbul,2008/

Hasan İzzettin Dinamo- “6/7 Eylül Kasırgası”, May Yayınları,İstanbul,1971/

Hulusi Dosdoğru -“6/7 Eylül Olayları” Bağlam Yayınları,İstanbul,1993/

Nevzat Onaran- “Osmanlı’da Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi 1914-1919 Evrensel Basım Yayın,İstanbul,2013/

Rıfat N. Bali - “ Bir Türkleştirme Serüveni” İletişim,İstanbul,2000/

Rıdvan Akar-Hülya Demir- “İstanbul’un Son Sürgünleri”, İletişim Yayınları,İstanbul,1992/

Suat Parlar - “ Osmanlıdan Günümüze Gizli Devlet” Mephisto,İstanbul,2005/

Tanıl Bora -“ Türk Milliyetçiliği ve Kıbrıs”Birikim Dergisi,s.77,1995


Ümit Kardaş: 1971'de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1975 yılında askeri hakim, 1985 yılında hukuk doktoru oldu. Çeşitli yerlerde savcılık, hakimlik ve adli müşavirlik yaptı. 1995 yılında emekli olup, serbest avukatlığa başladı. Çeşitli dergi, gazete ve kitaplarda yazıları yayınlandı. Halen internet gazeteleri Artı Gerçek ve Son Medya’da yazmaya devam ediyor. Bülent Tanör eser yarışmasında birincilik ödülü alan "Türkiye'nin Demokratikleşmesinde Öncelikler" isimli çalışması 2004 yılında yayınlandı. "Hukuk Devlete Sızabilir mi?", "Ötekiler İçin Sivil İtaatsizlik Rehberi", "Demokrasi ve Hukuk Krizi, "Zulüm Özür Uzlaşı", Kardaş’ın yayınlanmış kitaplarından bazıları.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ümit Kardaş Arşivi