Onarıcı önder Atatürk ya da ölümsüz Atatürk

Atatürk’ün kurucu lider olduğu tarihsel bir gerçekliktir ama bütünüyle bir onarmadan söz edemeyiz. Travmayı kahramanlıkla halletmek çok zor. Kurucu kuşağın bu hikâyedeki yanlışı yüzleşmekten kaçınmak oldu. Bugün de bu yüzleşmeden kaçınma geleneği sürüyor.

Psikanalize çok önemli katkıları olan ve benim de çok önemsediğim ve çok şey öğrendiğim Vamık D. Volkan, Ölümsüz Atatürk isimli kapsamlı bir çalışma yayınladı.[1] Bu kitapla ilgili düşüncelerimi ileride yayınlayacağım. Bugün size Volkan’ın bir söyleşisinden söz edeceğim.[2] Bu söyleşide Volkan şöyle diyor:

“Travmaya uğramış, yas tutan ve aşağılanmış toplumlarda kurtarıcı bir liderin ortaya çıkması için zemin hazırdır. Bu kişi de çoğunlukla narsisizmi kuvvetli biridir. Başa geçtiğinde ya ‘onarıcı’ ya da ‘yıkıcı’ olacaktır. Onarıcı lider onu takip edenlerin özgürlüğü için çalışır, başarılı olursa daha da yüceltilir, insanlar tarafından sevilir, bu da liderin kendine olan sevgisini artırır. Hitler gibi yıkıcı liderlerse kendi büyüklüklerini ayakta tutmak için başkalarını ezerler. Atatürk’ün onarıcı bir lider olduğundan hiç şüphemiz olmasın."

Atatürk’ün kurucu lider olduğu tartışmasız tarihsel bir gerçekliktir. Ama onarıcı önder olduğuna itirazım var. Cumhuriyet, Atatürk’ün ve kurucu kuşağın kişisel travmalarının geçilmesine yardımcı olmuştur. Sünni Türk bir ülke, bir devlet, bir millet olması kuşkusuz onlar açısından başarıdır. Ayrıca bu türden olağanüstü başarıların travmalarda olumlu etkisini de tartışmam. Kurmak yapıcı bir durumdur. Onca yıkımı yaşamış, travmalarla iç dünyaları da yıkılmış bu insanların yapıcılıkları, cumhuriyet kurmaları da onlar açısından başarıdır. Ama bütünüyle bir onarmadan söz edemeyiz. Politik olarak zor böyle bir iddiaya sahip çıkmak, ayrıca bu onarma tezi psikoanalitik kuramlarla doğrulanamaz. Hitler ve Atatürk karşılaştırmasına itirazımı başka yazıya bırakıyorum.

Atatürk’le ilgili çalışma yapan Volkan’ın Atatürk’le pozitif yoğun bir bağı olduğu yazdıklarında çok belirgin. Bu pozitif duygu durumu analizlerine çok yansıyor. Ayrıca çalışmasında öteki’nin çok ihmal edildiğini görüyorum. Volkan, Kanbağı: Etnik Gururdan Etnik Teröre[3] kitabında öteki’nden söz eder ama burada öteki teröristtir. Bu iki kitapta Volkan öteki’nin tutumunu çok önemsemez. Yer yer analizlerin olağanüstü olduğunu belirtirken ‘resmi’ anlatımın dilini ve verilerin eleştirel olmayan bir yaklaşımla kullanır. İşte burası da tezlerinin sorunlu kısmıdır. Savaştan kaçıp Anadolu’ya gelenlerin kaçış nedeni kurtulmaktır. Ama kurtulmak için gelenler kendilerini Kurtuluş Savaşı’nda bulurlar. Burada var olmak için kendilerine yaşam alanı açma savaşıdır bu biraz da. Bu yaşam alanı, öteki’lerin yaşam alanıdır ve bu alan ‘temizlenmeli’dir. Kurtuluş Savaşı bir anlamda ötekini sürme, kendine yaşam alanı yaratma savaşıdır. Böylece düşmandan sürekli olarak kurtuluş da olacaktır. Bunun bir başka anlamı da travmadan kaçanların yeniden ve başka pozisyonda (fail) savaş travması yaşamalarıdır.

Bu savaş geçmiş travmaların intikamıydı bir anlamda. İntikam geçici bir rahatlama yaratabilir travmada. Ama bu çözüm aslında öfkeyi hınca da dönüştürür. Bunun bir nedeni travmanızın failiyle hesaplaşamamaktır. Yani Bulgar'a, Fransız'a, Arab'a kızgınlık sadece Yunan’a yansıtılır. Ali’ye kızıp bu öfkeyi Veli’yle kavgada Veli’ye yansıtma gibidir. Trablus, Yemen, Kafkaslar, Balkanlar... Buralardan yaşananlardan arda kalan öfke bugün bile bizim tarih anlatımızda rol oynamaktır. Araplar kalleş, Sırplar haindir falan filan... Kuruluş’taki olumlu ve yapıcı eğilimler biraz da bu intikamcı öfkenin ötekini=düşmanı Anadolu’dan temizlemekle dindiğinin göstergesi. İşte bu olumlu ve yapıcı tutum travmanın bütünüyle aşıldığı, meselenin bütünüyle halledildiği duygusu veriyor. Ama Anadolu’daki öteki’lerle sorun çözülmediği gibi daha da arttı. Travmatik etkiyi azaltmak için oluşturulan hikâyeyle de travmanın arta kalan etkisi onarılmış gibi yapıldı.

Kurtuluş’un kuranlar açısından bir başarı öyküsü olduğu kuşkusuz doğru ama benim burada tartıştığım travmatik etkilerin neler olduğu... Travmayı kahramanlıkla halletmek çok zor. Travmadaki öfkeyi yüzleşme sonrası kalıcı pozitif yaratıcı intikama dönüştürmeyince kalıcı oluyor. Yani yüzleşme, telafi etme ve böylece travmanın etkisini en aza indirme. Bundan sonra da kahramanlık anlatısını travmanın onarım hikâyesi üzerine inşa etme. Kahramanlık ötekine=düşmana yaşattığı travmayı yaşatarak intikam alma olunca travmanın öğretisi de düşmana zulüm etme biçiminde kalıcılaşıyor. Yani zulmü zulümle örtmek...

Kurucu kuşağın kendini güvencede hissetme sorunu var. Yuırtlarını kaybediyorlar. Anadolu da yer yer işgal altında. Yurtsuzlık duygusu... Kendilerini güvencede hissedecekleri düşmansız=ötekisiz bir yurt kurma motifi etkili de oluyor. Vatan insanın kendisini güvende hissettiği yerdir. Yabancılık çekmediğin yerdir. Öteki yabancı olduğundan ama yabancılık duygusunu, kendini yabancı hissetmeyi canlı tutar. Yabancılık duygusundan kurtulmak yabancı sayılan ötekini kendine benzetmekle, kendinle aynılaştırmakla mümkün olablir (devşirmek, asimile etmek). Yabancı yabancı kalmakta direnirse de saldırgan mücadele seçilebilir.

Kurucu kuşağın tüm bu hikâyedeki yanlışı bana göre yüzleşmekten kaçınmak ve bunu gelenekleştirmek oldu. Bugün de bu yüzleşmeden kaçınma geleneği sürüyor. Bu gelenek de iç barışın huzurun oluşmasının en büyük engeli. Kahramanlık anlatısının travmada sorun yarattığının altını çizen Hajo Schmidt şöyle diyor: "Travmadan kurtulmanın yolu kahramanlıklar ve kahramanlar yaratmak değildir”. Travma çalışmak travma anı ve bu andaki sonsuz çaresizliği algılamak ve bunu hayata eklemlemek. Her insan çeşitli bağlamlarda çaresizlik yaşar. İşte bu çaresizliğin kabulü ve travmanın yasının tutulması, mağdurla özdeşleşme ve empati yaşanan çaresizlikte yücelik ve muhteşemlik fantezisine kaçarak yeni zulümler yaratmaktan kaçınmayı öğretir.

Osmanlı’nın yenilgiler geleneğinin durdurulması, askeri başarı bu yenilgi incinmesinin onarılmasına yaradı belki de. Ve cumhuriyet kurucuları bu askeri başarılarına yer yer yücelik duyguları da eklediler. Ve kendi geleneklerini sürdürmek için ordu toplumda seçkin bir yer edindi. Sivil halk da askeri dile, kültüre yatkın hale geldi/getirildi. Bu durum o dönem kuşkusuz olumlu ve umutlu bir atmosfer oluşturuyor belki ama daha sonraki yıllarda 2. Dünya Savaşı’nın Türkiye’ye etkileri askeri/otoriter ve öteki’nden kuşkucu tutumu aktif kılıyor. Eğer bu ülkede travma ve travmanın yıkımı Volkan’ın söylediği gibi onarılmışsa ve Atatürk bu bağlamda onarıcı önderse, bu ülkede bazı sorunların onlarca yıldır belirli aralıklarla tekrar etmemesi gerekir...

Freud’un kuramsallaştırdığı çözülememiş sorunların ‘tekrarın zorunluluğu’nun yani bazı travmatik olayların (fail/mağdur geleneklerinin her kuşakta yeniden oluşması) tekrarının olmaması gerekmez mi? İşte bu tekrarlar bana göre Kuruluş'tan bu yana öteki’yle ilişkideki sorunlara bağlı.

TEKRARIN KAÇINILMAZLIĞI

Freud’un geliştirdiği “tekrarın zorunluğu/kaçınılmazlığı” (Wiederholungszwang) konsepti var. Freud ayrıca insanların aslında kendilerine keyif veren şeylere yöneldiğini yazar (haz prensibi). Bazen kişi bu prensibin aksine kendisine acı verecek seçimler yapar. Bazen insanlar kendilerini rahatsız eden bazı çelişkileri bastırarak ve böylece bilinçötesine iterek gizleyemez. Mesela çocuklukta yaşadığınız bir şeyi bilinçötesine itebilir, kişiyi rahatsız edemeyecek, görünmeyecek duruma getirebilirsiniz. Ama bazı şeyler o kadar barizdir ki bunu bilinçötesinde itmek imkanszılaşır (insanın aklının erdiği yaştaki travmalar mesela). İşte bilinçötesine bastırılarak itilemeyen ama insanın iç dünyasında insana yük olan bu çelişkileri ve iç çatışmaları insan çözülebilmek için dışa vurur, yani yaşanan olayı ya aynı şekilde ya da benzer şekilde yeniden yaşayarak (tekrarlayarak) çözüm arar. İnsan bu sorunu çözebilseydi zaten geçmişteki tekrarlarda hallederdi. Yani insanın repartuarında bu sorunu çözmeye yetecek donanım yoktur ve sorun rahatsızlık vererek bir çözüme zorlar kişiyi ve bu sorun gene eskiden kullanılan yöntemle çözülmeye çalışılır (tekrar eder), yani gene çözülmez.

Babasının zulmünden kaçtığını sanan kadın sevgilisinin zulmünde kendisini bulur. Yani çocukluğunda yaşadığı ama çözemediği sorun tekrar karşısına çıkar. Çevremizde bu durumları yaşayanların bunu kaderleriyle[4], alın yazılarıyla, ilahi gücün isteğiyle açıkladıklarını görürüz. Çocukla oynadığınız bir oyunu çocuk kaybettiğinde aradaki asimetri çok belirgin olmasına rağmen çocuğun yeniden oynamak istmesi (haz prensibinin aksine) ve tekrar yenilip acı çekmesi... Bu durumlar gündelik hayatımızda karşılaştığımız mazoşist durumlardır...

Topluma bu tür örnekleri tercüme etmeye çalışırsam şunu söyleyebilirim. Bu toplumda da bazı sorunlar belirli aralıklarla öne çıkar. Bu tekrarlar o soruna temelli bir çözüm gerektiğine işaret etmektedir. Ama toplumun sorun çözme mekanizmlarının esnek olmaması, geçmişteki çözüm gibi görünen aslında çözüm olmayan yöntemin yeniden kullanılmasını zorlar. Bu “çözüm” geçici süre ortamı sakinleştirir ve bir dönem sonra soru yeniden patlak verir. Bu sorunlardan biri bu toplumun “öteki”yle eşit ve adil bir ilişkilenmeyi bilememesidir. Bu nedenle toplumdaki ötekilere bulunan çözümler asıl çözüm değildir ve zulüm üretir. Yani Kürtler, Aleviler, Solcular... Şidettle çözülmüyor... Gene çözülmeyecek... Her kuşakta sorunlar tekrar edecek..


[1] Norman Itzkowitz'le birlikte (Bağlam Yayınları, 1998).

[2] "Atatürk'ün Psiko-biyografisi", https://www.internethaber.com/ataturkun-psiko-biyografisi-150931h.htm, Erişim tarihi: Kasım 2023.

[3] 1999, Bağlam Yayınları

[4] Astried von Friesen ve Gerhard Wilke, 2012, Die Macht der Wiederholungen=Tekrarın Gücü, İndependently published, s. 8

Devam edecek...


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi