Namusun ihlali sınırların ihlalidir

Namusun ihlali sadece birey için sonuçlar doğurmaz; aynı zamanda tüm aileyi ve hatta tüm toplumu etkiler, çünkü bu hiyerarşinin istikrarsızlaşmasına neden olur. Namus kavramı aracılığıyla toplumda ve ailede bir hiyerarşi yaratılır;

Namus kavramı, sosyal kontrol için kullanılır; bireyler arasındaki ilişkileri düzenler ve ritüelleştirir. Namusun ihlali sadece birey için sonuçlar doğurmaz; aynı zamanda tüm aileyi ve hatta tüm toplumu etkiler, çünkü bu hiyerarşinin istikrarsızlaşmasına neden olur. Namus kavramı aracılığıyla toplumda ve ailede bir hiyerarşi yaratılır; bu hiyerarşide birey için davranış kuralları belirlenir. Bu hiyerarşi ve davranış kurallarına bağlılık aracılığıyla, çatışmaları önlemek veya azaltmak için bireyler ve aileler arasındaki sınırları düzenleyen bir sosyal yapı yaratılır. Bu konseptte kimin daha güçlü (yukarıda) ve kimin daha zayıf (aşağıda) olduğu tanımlanır. Böyle bir hiyerarşinin olmasının bir diğer anlamı da, namus ve şerefin kolektif narsistik bir sistem olduğudur. Bu hiyerarşik yapının bir sonucu olarak, çocuklar bir konuma doğarlar ve Batı ülkelerinde olduğu gibi bireysel olarak konumları için çabalamak zorunda kalmazlar.

Namusun ihlali, sınırların ihlalidir ve derin bir narsistik yaralanmaya yol açar. Genç bir kadının bekareti, kendisinin ve ailesinin namuslu olduğu anlamına gelir. Burada bekaret üzerinden oluşan değerli-değersiz ayrımından ötürü narsistik bir boyut ortaya çıkar. Bekaretin önemsendiği bir grupta bakire kadınlar bekaretten ötürü daha da değerli sayılır; dolayısıyla bu kadınlar için bekaret, aynı zamanda bir övünç kaynağıdır. Evlilik de zaten, namusun genişletilmesi (kadınlar artık diğer ailenin de namusudurlar) ve ekonomi (mal paylaşımı, miras vs.) açılarından iki aile arasındaki bir koalisyondur.

Mahremiyetin bir parçası olarak cinsellik ancak evlilik yoluyla mümkündür. Bu düzenlemeye uygunluk, aile üyeleri, sosyal çevre, toplum ve Tanrı tarafından izlenir. Kuralları çiğnemesi halinde erkek ya da kadın, ayıp, (ahlaki) suç ve günahla itham edilir. Şeref ve namusun, kızın evlilik öncesi cinselliği veya kadının evlilik dışı ilişkileri yoluyla ihlali, bir hukuk sistemi olarak ailenin statüsünü yok eder. Namus kadının vücuduna bağlı bir kavram olduğu için, izinsiz cinsellik kadının vücudunu, dolayısıyla ailenin namusunu kirletir, şerefin (saygı, toplumsal saygınlık) kaybına yol açar. Bunun da kimi zaman kan akıtılarak (namus cinayeti) ya da evlilik yoluyla yeniden sağlanması gerekir.

Aşk evliliği olumlu bir şey olarak kabul edilse de, aynı zamanda kişinin kendi çocukları için istenmeyen bir durumdur. Aşk evliliği, toplumsallığın karşıtı olan bireysel bir şeydir. Aşk işleri çoğu zaman “kız kaçırmak” şeklinde gerçekleşir. Kız ve oğlan birbirlerini severler ve ebeveyn izni olmadan birleşirler. Aşk evlilikleri aslında bu kolektif kültürde çok sınırlı olan bireyselleşme olanaklarından biridir. Kolektifin ve ailenin onayına aldırmadan, yalnızca aşkla gerekçelendirilebilecek bir partner seçimidir bu. Gelgelelim böyle bir bireysel karar, namusa saldırı olarak anlaşılır ve çok saldırgan bir davranış olarak değerlendirilir. Bununla birlikte, kızın kaçırılması, direnişine rağmen kızlığını bozmak suretiyle de gerçekleştirilebilir; bu tecavüz böylece bir tür sahiplenme biçimidir ve genelde kızın ailesine dönmesinin yolunu tıkar. Kadının sınırlı şerefini koruması, ancak tecavüzcüsüne “kaçmasıyla” mümkündür. Bunlar ise aslında tacizin ve tecavüzün açık hale gelmesi, onaylanması demektir.

KIZIN KAÇMASI-KAÇIRILMASI ONUR KAYBIDIR

Kaçırma, kız tarafı için yalnızca evlilik yoluyla (düğün ritüeli) geri kazanılabilecek bir onur kaybıdır. Düğün, kıza ve kız tarafına şerefi iade etmek anlamına gelir ve gelinin namuslu olduğunun onayıdır. İki aile arasındaki müzakereler önceden başarıyla sonuçlanmış, böylece namus geri kazanılmışsa, kızın ebeveyni de düğün törenine katılabilir. Her ne kadar şerefin iadesi gerçekleşmiş gibi görünse de, kaçış sonrası evlilik ile en baştan ailelerin sözleşmesiyle yapılan düğün arasında fark vardır ve kızın kaçmış olması gerçeği, narsistik bir yara izi olarak kalır; damadın ve ailesinin narsistik suçu devam etmektedir.

Şayet arabuluculuk başarısız olur ve düğün gerçekleşmezse kız, ailesinin kendisiyle ilişkisini kesmesi suretiyle cezalandırılır. Sonuç olarak kız genelde kısmi bir sosyal ölüm yaşar; sembolik aile ölümü (kızın ailesi kızlarıyla ilişkisini sürdürmez) ve sembolik kız ölümü (“Bizim öyle bir kızımız yok!”) gerçekleşir, yeni evinde artık kendi anne-babasından destek alamaz. Bir geçiş döneminden sonra ilişki bazen tekrar başlatılır. Ama kızlar köy dışından evlenirse, artık “el kızı” olma durumları daha güçlü olur.

GERİLİMİ AZALTMA MEKANİZMALARI

Günlük iletişimde şerefin vurgulanması ve sahnelenmesi, sembolik bir sınır çizmeye hizmet eder. Namus kavramının, ailenin bütünlüğünü korumayı amaçlamakla birlikte, aynı zamanda yıkıcı bir yanı da vardır: Uygunsuz eylemden sonra namus, karşılık/ceza (göze göz, dişe diş; dengenin restorasyonu) yoluyla iade edilmelidir, bu sayede iki taraflı bir “adalet sistemi” korunur. Ancak bu aynı zamanda aile üyelerinin öldürülmesi ve bazı durumlarda ailenin yok edilmesi anlamına da gelmektedir. Sınır ihlalleri, tacizler ve namusun kirlenmesi derin narsistik incinmelere neden olmasına ve dolayısıyla da çok yoğun bir şiddet ortaya çıkarmasına rağmen, her incinme fiziksel şiddete ya da cinayete yol açmaz; kültürler öldürme tabusundan ötürü şiddeti önleyici deeskalasyon (yatıştırma) yöntemleri geliştirmişlerdir.

Cezalandırmayı veya şiddetli karşılaşmaları önleyen ve bu sayede katılığı hafifleten gerilim azaltma mekanizmaları ve çatışmadan kaçınma stratejileri bizde kısaca şu şekillerdedir:

a) Gizleme, görmezden gelme: Suç alenen açıklanmadıkça ve kimse öğrenmedikçe, namusa dair bazı konular aile tarafından gizlenecek ve böylece aşırı cezaların verilmesi önlenecek, aynı zamanda ailenin itibarı ve şerefi korunmuş, namus görünüşte güvence altına alınmış olacaktır.

b) Konuşma tabusu: Erkekler toplu ortamlarda karılarının, kızlarının ve kız kardeşlerinin cinselliğinden asla bahsetmezler.

c) Akıllılık kavramı: Akıl ve akıllılık, topluma, geleneğe ve dine uyumlu davranmak, çatışmadan kaçınmak, içtepilere göre değil de topluma göre davranmak anlamında kullanılır. Aşk ve cinsel arzuların doyurulması genelde “akıllıca” kabul edilmez. Namuslu ve şerefli olmaya özen göstermek toplumda saygınlık kazandıracağından, bireysel arzu ve isteklerimizle çatışmasına rağmen “akıllı” olmayı tercih etmek gerekir.

d) Aileler arasındaki karşılıklı saygı, sembolik sınırları gözeterek çatışmadan kaçınmaya hizmet eder.

e) Arabulucu olarak kadınlar: Erkek erkeğe karşılaşma, şerefin gösterilmesi ve vurgulanması dinamiğinden ötürü şiddetin ortaya çıkmasına daha yatkındır. Kadınlar kendi aralarında erkekler arasındaki meseleyi hallederler, böylece şiddete yol açabilecek olan katılığı yumuşatırlar.

f) Üçüncü taraf olarak yaşlılar: Çatışmalardan kaçınmak için toplumdaki yaşlı erkekler saygınlıklarıyla arabuluculuk yapıp üçüncü taraf olur ve böylece aileleri temsilen konuşarak bilateralliği (karşılıklılığı) ortadan kaldırırlar.

g) Grup müdahalesi: Çatışmalar toplu müdahale yoluyla itibar kaybı olmadan çözülebilir. Böylece her iki taraf da gücünü gösterebilir, diğerinin saygısını kazanabilir ve böylece her ikisi de ilişkiden -görece- kazanan ya da güçlü olarak çıkar.

h) Dini günler: Dinsel ritüeller, örneğin Müslümanlarda Ramazan ve Kurban bayramları uzlaşma ve barışma için bir fırsat olarak kullanılabilir.

NAMUSUN İŞLEVSELLİĞİ

Namus kavramında aile üyelerinin karşılıklı bağımlılığı teşvik edilmekte ve böylece ailenin tarım kültüründe üretimi ve hayatta kalması sağlanmaktadır. Bu anlayışta kız çocuklarının cinselliği, kız çocukları ile cinsel partnerleri arasında özel bir şey olmayıp aksine ailenin bütünlüğü ve toplumda aileye duyulan saygının olası kaybıyla ilgilidir. Türk göçmen topluluklarında dengeleyici bir faktör olarak namus kavramı bugün de bu amaçlara hizmet eder. Ona tutunmak, yabancı, reddedici ve kısmen düşmanca deneyimlediği ve katılımının engellendiğini hissettiği bir ortamda, kişinin kendi kimliğini güvence altına alma ve koruma girişimi olarak yorumlanabilir. Sosyal sermaye olarak namus kavramı, göçmenlerin yurtdışındayken ihtiyaç duydukları sosyal ilişkilere sahip olmalarını da sağlar.

Namus ayrıca, monogaminin ve monogami üzerinden cinselliğin de güvence altına alınması demektir. Hepimiz farkında olmasak bile beğenilmek, takdir edilmek ve sevilmek gibi konularda bir rekabet içerisindeyizdir. Evli bir kadının bir başkasından hoşlanması ihtimali en hafifinden kınanacağı için, kadın namussuz olmamak adına kendisine yasaklar koyar. Böylece bütün cinselliğini kocasına adamış, kocası da karısının cinselliğini garanti altına almış olur. Hayattaki en zor şeylerden biri rekabettir; sürekli bir agresyon doğurur. Namus konseptiyle birlikte cinsellik alanındaki rekabet ortadan kaldırılmış olur.

NAMUS ANLAYIŞININ DEĞİŞİMİ VE GERİLİMLER

Şeref ya da namus kavramı, ancak ilgili herkes tarafından paylaşılırsa işlevseldir. Konseptte yer alan kişiler, namusun sembolizmi veya namusun sembolik sınırları aracılığıyla namusla ilgili varsayılan iletişim kuralları hakkında bilgi sahibidir. Bu, çatışmalardan kaçınmayı mümkün kılar. Göçün bir sonucu olarak, ev sahibi toplumun Türk göçmenlerinden farklı davranış biçimlerine sahip olması nedeniyle, daha önce topluca paylaşılan namus kavramı birçokları için kaybolmuştur. Bir de sonradan adapte olanlar ve yeni nesiller var. Kayıp kesinlikle herkes için eşit derecede önemli veya acı verici değildir, çünkü kaybın yerini yeni bir şey alır. Yeni olan, kaybedilenden daha değerli görülebilir. Dolayısıyla her şey çok karmaşıktır ve aynı zamanda göçmen topluluğu içinde nesiller arası bir çatışma da gözlemlenir. Bahsettiğim çeşitlilik genellikle çatışmalara yol açar. Örneğin, sokakta yabancı bir çiftten adres isteyen bir adam, elbette sadece erkeği değil, belki kadını da muhatap alacaktır. Bunu yaparak sembolik bir sınırı ihlal etmektedir. Bu durum muhatap alınan kadının erkeği tarafından görmezden gelme ve yok sayma, dolayısıyla saldırganlık olarak yorumlanacak ve karşılığında onda saldırganlığı tetikleyecektir.

Sadece namus kaybı değil, aynı zamanda namus anlayışındaki değişiklikler de bazı göçmenler için acı verici olabilmektedir; çünkü kavram, yabancı bir kültürde kişisel ve kültürel kimliklerinin istikrarıyla ilgilidir. Birini düelloya davet edersem, kurallara uymasını isterim; aksi takdirde konsept çalışmaz. Namus kavramı çökerse, zorluklar artık namusun korunması için ikili bir çözüme (Ben-ve-sen çözümü) yol açmaz, bunun yerine üçüncü taraflar (polis, avukatlar, öğretmenler vb.) devreye girer. Aynı namus kodlarına uymayan üçüncü tarafların devreye girmesi ise namus konseptini ortadan kaldırır.

Türkiye’de iç göç ve sosyal medyanın yaygın kullanımı gibi nedenlerle geleneksel namus kavramı da değişmektedir. Charles Taylor (2012), modern çağda şeref kavramının yerine insan onurunun konulmasıyla şeref kavramının Batı toplumlarında nasıl ortadan kaldırıldığını anlatır. Şeref kolektif bir kavramdır, insan onuru ise bireysel bir kavram: Tüm insanların kendi çaba ve müdahaleleri olmaksızın insan onuruna sahip olduğunu varsayar; insan onuru kazanılması gereken bir şey değildir. İnsan onuru fikri, şeref ve namusun bireyselleşmesine yol açar: Bu benim şerefim/namusumdur (onur), bana aittir, kabileme, aileme ya da sülaleme değil; tıpkı bedenimin bana ait olduğu gibi!

Devam edecek


Şahap Eraslan: 1980'de cunta öncesi Almanya'ya gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde psikoloji bölümünü bitirdi. Daha sonra Humbold Üniversitesi’nde etnoloji okudu. Eş ve aile terapisi, klinik hipnoz eğitimlerini bitirdi. Daha sonra uzun bir eğitim sonrası psikanalist oldu. Uzmanlık alanı kültür psikanalizi ve psikanalitik kültür karşılaştırmaları. Analist/psikoterapist olarak Berin'de çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şahap Eraslan Arşivi