Kayıp ülke

Kendi ülkesinde kimsesizleştirilmiş, hiçleştirilmiş, kapısı işaretlenmiş, kimliği, inancı aşağılanmış olanlara bükülen o dudakların, sözlerin şeref yoksunu alkışlara boğulması boşuna değil. Kaybolan, kaybedilen bir ülkenin geride bıraktığı izler onlar.

Onu bulmak için çok uğraştık. Bulmak kazanmak demekti. Onu kazanmak için çok bedel ödedik. Kolumuz kanadımız kırıldı, ruhumuz ağırlaştı bedenimizde.

Tenimize işleyen her sözden, her kelimeden, her cümleden şarkılar, öyküler, oyunlar, romanlar yazıldı lakin kahramanı sayılmadık yaşadıklarımızın hiçbir zaman.

Kayıp ülkeyi bulmak, kendi yolculuğunun kahramanı olmaktı ama kendi hikayesinin kahramanı olmanın ayıplandığı yerde, hep kaybeden kalmak biraz da kaçınılmazdı.

Kahramanlığı başkaları için yaptıklarınızla tartanların dünyasında, kaybolanı bulmak kolay değildi ve herkes kendi ülkesi gibi kayıptı bu yüzden. Kurtarıcı bekleyerek geçen ömürlerin, hayatı kazanmak için öne çıkanlara karşı törpüye dönüşen sessizliği böyle kökleşti yanımızda yöremizde.

“Herkes her şeyi biliyor”du ama herkes bilmiyor-muş gibi yapmaktan kurduğu huzuru bozulsun istemiyordu.

Huzurunu başkalarının çektikleri üzerine inşa edenlerin ülkesinde ne kesilen ağaçların, ne yok edilen bört böceğin, ne kıyımdan geçirilen insanın bir önemi yoktu işte.

Herkesin -mış gibi yaptığı yerde dürüstlük aramanın ahmaklığı böyle düşürülmüştü direnenlere.

Herkesin her şeyi bildiği ama -mış gibi yaptığı yerde, hayat, insan, onur elbette hep sırtından vurulacaktı.

Belki de bu yüzden soyunmakta utangaç, linç etmekte arsız bir çoğunluk var.

Belki de bu yüzden hep güçlü olanın hassasiyetinde hizalanıp, güçsüz olanı boğmaya gönüllü.

Belki de ülkesinin yarınını arayan çocuklar bu yüzden paramparça edilebiliyor.

Belki de emek, alın teri, hak, adalet,

yalanı yaşamaya gönüllü olanların ağzında bu yüzden köpürüyor, hakikati savunanın dilinde bu yüzden kimsesizleşiyor.

Öldürülmenin her türlü bahanesine bu kadar alıştırılmış olmamızın, kimsesiz kalışlarımızla elbette bir bağı var.

Kendi ülkesinde kimsesizleştirilmiş, kendi ülkesinde hiçleştirilmiş, kendi ülkesinde kapısı işaretlenmiş, kimliği, inancı aşağılanmış olanlara bükülen o dudakların, sözlerin şeref yoksunu alkışlara boğulması boşuna değil elbette. Kaybolan, kaybedilen bir ülkenin geride bıraktığı izler onlar.

Kuşaktan kuşağa acıyı saran değil, cezalandıran bir ülkenin, arka bahçesinde üst üste yığılmış o mezarlardan medet umması, neden bir ülkenin kayıp olduğunu da anlatıyor hepimize.

Ve sisteme “muhalif”miş gibi yazılanların harcındaki devletten tenimizi, ruhumuzu sıyırıp alamazsak, korkarım ki hiç bulamayacağız yarınlar için düş kurduğumuz o ülkeyi.

Herkes her şeyi biliyor.

Gerçeği de, yalanı da.

Duygularımızın çapraz sorgusunu yapan hakikatimiz, bildiklerinden, gördüklerinden öğrendi hayatı.

Hala ayakta dimdik duran çığlıklar, haykırışlar varsa bundandır.

Kendimizi aldatılmış, kandırılmış ve yenilmiş hissediyor ama içimizdeki delilik de yerinde duramıyor ve yüreği kamçılıyorsa, çaresi yok hayat kendisine akacak bir yol bulacaktır.

Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Akın Olgun Arşivi