İstanbul seçimlerinde metro takıntısı

Mahalli idareler seçimleri öncesi, yapılan metro üzerinden partiler arasında bir yarış var. İstanbul’un Belediye Başkanının temel görevlerinden biri de kanımca, tüm İstanbulluları sadece coğrafi olarak değil ama denize aşina bir kültürde yaşatmak.

İstanbul sekiz, rakamla 8, deniz kıyısı olan muhtemelen dünyanın tek kenti.

Nedir bu sekiz deniz kıyısı derseniz sayalım derim.

1-Anadolu Kavağından Şile ve ötesine, Karadeniz’de şehrin sınırına kadar deniz kıyısı,

2-Anadolu Kavağından diyelim Üsküdar’a Salacak’a kadar Boğaziçi’nin Anadolu yakası,

3-Salacak’tan Tuzla’ya şehrin sınırına kadar olan Marmara deniz kıyısı,

4-Rumeli Kavağı’ndan Kilyos ve ötesine uzanan Karadeniz deniz kıyısı,

5-Rumeli Kavağı’ndan Karaköy’e kadar uzanan Boğaziçi’nin Rumeli deniz kıyısı,

6-Karaköy’den Haliç’in sonuna kadar giden Pera-Galata deniz kıyısı,

7-Haliç’in sonundan Eminönü’ne kadar uzanan, diyelim Fatih ilçesi deniz kıyısı,

8-Eminönü’nden Bakırköy, Yeşilköy’e, şehrin Tekirdağ sınırına kadar giden Marmara deniz kıyısı.

Böyle bir şehirde yaşıyoruz ama şehrin bu eşsiz sekiz deniz kıyısı olması özelliğini acaba şehiriçi ulaşıma ne kadar yansıtabiliyoruz?

Bu özelliği hangi kapasitede kullanabiliyoruz?

Evet, deniz ulaşımı muhakkak ki tek başına yeterli değildir, deniz ulaşımını senede belirli günler tabiat rehin alabilir, bunu kabul ediyorum ama yine denizi yeterince ve etkin bir biçimde kullanamadığımız da muhakkak.

Ünlü Fransız mimar Le Corbusier yaklaşık yüz sene önce İstanbul’a geldiğinde İstanbul ile ilgili şu saptamayı yapmış: “Bu şehir denize arkasını dönmüş”.

Mahalli idareler seçimleri öncesi yapılan metro üzerinden partiler arasında bir yarış var, birilerinin kilometreleri falan yanlış gösterdiği iddiaları da var ama olmayan İstanbul gibi bir dünya şaheseri kentte metronun temel ulaşım biçimi olmaması gereği tartışması.

Türkiye’nin en büyük iki kenti İstanbul ve Ankara, bu demografik bir gerçek, Ankara ülkenin başkenti, İstanbul ise dünyanın en güzel kenti, yukarıda belirttiğim gibi sekiz deniz kıyısı olan bir şaheser.

Ancak bu iki kentte de belediyecilik tartışmaları aynı gerekçelerle yapılıyor, aynı argümanlar kullanılıyor, İstanbul’un biricikliği atlanıyor ve her iki kentte de metro temel ulaşım aracı olarak tartışılıyor.

Ne yalan söyleyeyim, Ankara için metro ağırlıklı bir ulaşım planına bir itirazım yok ama İstanbul’da insanları bir noktadan bir noktaya taşırken, hele deniz kıyılarına yakın yerlerde, tarihi bölgelerde, suriçinde insanları yerin altına indirip taşımak bana çok anlamlı gelmiyor.

Hemen söyleyeyim, İstanbul’un yine çok büyük alanlarında metro kaçınılmaz gibi duruyor ama yolcuları suriçinden mesela Beşiktaş’a, Kadıköy’e, Taksim’e, Boğaziçi’nin bir noktasına, Bakırköy’e yerin altından taşımak bana biraz sıkıntılı bir ulaştırma politikası gibi gözüküyor.

Sosyologların yaptıkları araştırmalarda İstanbul’un bazı ilçelerinde, mesela Bağcılar, mesela yeni Arnavutköy, on üç on dört yaşına gelmiş, bu ilçelerde doğmuş ama hayatında hiç deniz görmemiş çok sayıda çocuğa rastlanıyor.

İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanının temel görevlerinden biri de kanımca, hatta hiç kuşkusuz, tüm evet tüm İstanbulluları sadece coğrafi olarak değil ama denize aşina bir kültürde yaşatmak.

İstanbul deniz eksenli bir ulaştırma politikasını bugüne oranla çok daha fazla geliştirmek zorunda ama deniz ulaşımının kesintisiz sürekliliğinin doğal nedenlerden imkansızlığı mutlaka alternatif arayışlara yöneltmeli ama bu alternatif illaki de yerin altı olmak zorunda değil, İstanbullu yolcu yorgun argın bir noktadan bir noktaya giderken Süleymaniye’yi, Ayasofya’yı, Galata kulesini görebilmeli ve ulaşım aracının içinden de nereden geçiliyorsa o noktanın tarihi hakkında bilgi verilmeli.

İstanbulluya İstanbul kültürünü vermek, bu kentte doğmamış olsa bile İstanbul’da yaşıyorsa İstanbullu olmanın, bu şehirde yaşamanın gururunu aşılamak Büyükşehir Belediyesinin temel misyonu olmalı kanımca.

1979 senesinde Paris’e gittim, İstanbul’un trafiğinden bunalmış biri olarak Paris’in o tıkır tıkır işleyen metro sistemi çok cazip geldi, gideceğim her yere metro ile gidiyordum ama bir süre sonra, Paris de çok güzel bir şehir, şehri göremediğimi, kafamda tam bir yön oturtması yapamadığımı fark ettim ve artık metro yerine otobüs kullanmaya başladım ve şehri öğrendim.

Ama o tarihte bile Paris’te otobüs duraklarında hangi numara otobüsün o durağa saat kaçta geleceği dakika dakika yazardı ve, bir İstanbullu olarak hayretle karşılardım, otobüsler durağa tam zamanında gelirlerdi çünkü yollarda otobüsler için ayrı bir hat vardı, bunu İstanbul’da da gerçekleştirmek çok da zor olmasa gerek, önemli olan doğum yeri İstanbul olmasa bile İstanbulluya şehri sevdirmek, İstanbullu olma kimliğini, Rizeli, Sivaslı, Karslı, vs. olma kimliğinin önüne çıkarmak, bakın, bu başarılır ise, şehir nasıl çok daha yaşanır bir hale geliyor, kadına şiddet nasıl azalıyor, insanlar çocuklarını daha az dövüyorlar ya da hiç dövmüyorlar, görürüz.

Raylı sistemi çok daha fazla geliştirilmeliyiz, denize sırtı dönük bir şehir olmaktan kurtulmalıyız.

Boğaz köprülerinde mutlaka bir şeridi raylı ulaşıma tahsis edip insanları Boğaziçi’nin bir yakasından öbürüne geçerken metrodan kurtarmalıyız.

Yüz sene sonra “Bu şehir denize arkasını dönmüş” diyen Le Corbusier’yi haklı çıkarmak gibi bir derdimiz olmamalı.

İstanbul çok kendine özgü, nevi şahsına mahsus bir şehir, bunun hakkını vermeliyiz.

Merak etmeyin, bu hakkı bu şehre verirsek o da bu borcu fazlasıyla bize geri öder.


Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi