İçlerinden 28 Şubat ve görgüsüzlük çıkan AKP’liler

Ayşe Bölürler’in içine 28 Şubat kaçmış. Böhürler’in “Kimsenin evinde konuştuğu anadiline karışmak gibi bir hakkımız yok” sözüne bayıldım. Türbanı yasaklayanlar da “özel alanlarınızda, evinizde kimse sizin türbanınıza karışmıyor” buyuruyorlardı.

Bu tür yazılar yazmayı hiç sevmiyorum ama bazen de kaçamıyorum maalesef.

Geçtiğimiz hafta ekranlarda, sosyal medyada tartışılan iki konuya değinmek istiyorum bugün, birincisi AKP’li Ayşe Böhürler’in dünya anadil günü nedeniyle yaptığı bir açıklama, ikincisi ise İstanbul’da yaşanan bir davet tartışması.

Önce Ayşe Böhürler’in dünya anadil günü vesilesi ile attığı X’ine bir göz atalım.

Böhürler’in bu mesajı basına yansıdığı zaman içeriğine önce inanamadım çünkü Böhürler’i tanımıştım bir zamanlar, AKP’liler içinde aklı başında birisi gibi dururdu, Böhürler’in X hesabından ifadesinin orijinalini görünce de gerçekten çok şaşırdım, Ayşe Böhürler’in içine 28 Şubat’ın kaçtığını düşünüyorum artık, nedenini anlatacağım.

Aşağıda Böhürler’in X’inden bir bölümü aynen italik olarak aktarıyorum:

“İş hayatından, eğitim hayatına, sosyal yaşamdan kamu idaresine ortak paydamız Türkçe’ye sıkı sıkıya sarılmak durumundayız. Kimsenin evinde konuştuğu anadiline karışmak gibi bir hakkımız yok ama ortak resmi dilimiz olmadan milletin ve devletin varolabileceğini iddia eden, niyeti milleti ve devleti felç etmek olan işgüzarlara da alan bırakamayacağız.”

Bu ifadeler size ne çağrıştırıyor bilemem ama, ne yalan söyleyeyim, bana 28 Şubat günlerinin egemenlerinin türban yasaklama söylemini çağrıştırıyor.

En çok da “Kimsenin evinde konuştuğu anadiline karışmak gibi bir hakkımız yok….” sözüne bayıldım Böhürler’in, benim de zamanında bir parçası olduğum, o günlerde savunduğum kişilerin bugün şahit olduğum had safhadaki çirkinliklerine rağmen pişman olmadığım türban tartışmalarında türban yasaklamacıları “özel alanlarınızda, evinizde kimse sizin türbanınıza karışmıyor ama türban ile kamusal yaşama katılamazsınız” buyururlardı, şimdi de Erdoğan buyruklarını iletiyor,

Ayşe Böhürler ise 28 Şubat döneminde türban için gündeme gelen mantığın (!) aynısını bugün ülkemizde konuşulan Türkçe dışında kalan anadiller için kullanıyor, Valla “insan ne oldum dememeli, ne olacağım demeli” sözü ne kadar da cuk oturuyor değil mi?

Ayşe Böhürler 28 Şubat mantığını ve felsefesini tamamlamak ve pekiştirmek için 28 Şubatçıların yanlış bir mantıkla kullandıkları kamusal alan kavramı yerine aynı amaç, 28 Şubat mantığı doğrultusunda “kamusal alan” yerine “sosyal yaşam” ifadesini kullanıyor, böyle benzeşmeye, 28 Şubat özentisine de pes doğrusu.

Ayşe Böhürler 28 Şubat mantığını mükemmelleştirmek için olsa gerek abanın altından sopa göstermeyi de ihmal etmiyor ve şöyle buyuruyor aynı X içinde: “ortak resmi dilimiz olmadan milletin ve devletin varolabileceğini iddia eden, niyeti milleti ve devleti felç etmek olan işgüzarlara da alan bırakamayacağız”.

Anadil konusunda mesela anadilde temel eğitim hakkını savunmanın neden devleti ve milleti felç etmek olacağını da anlamak kolay değil pek çünkü 28 Şubat mantığına (!) ve Reis’in ve çevresinin ustalık dönemi mantığına, Kopenhag kriterleri yerine Ankara kriterlerini koyma hoyratlığına epey uzağız bizler.

“Biz” kim derseniz daha özgür, daha zengin, daha güvenli bir Türkiye özleyenler diyebilirim.

28 Nisan 2007 muhtırası belirli bir vatandaşlık tanımına muhalif olanların silahlı kuvvetlerin sonsuza dek düşmanı olacağı ifadesi ile bitiyordu, Ayşe Böhürler’in X’i de “alan bırakamayacağız” diye bitiyor, merak etmeden olmuyor maalesef, anadil konusunda farklı önerileri olanlar Böhürler’e göre acaba hangi alanlarda yaşamlarını idame etmeye çalışacaklar, Silivri’de ya da sürgünlerde mi?

DAVETİYE TARTIŞMASI

Gelelim yine içlerden fışkıran görgüsüzlük örneklerine.

Bir davetiye konusu üzerinden çok anlamsız tartışmalar sürüyor medyada.

Benim kanaatime göre ortada bir siyasi sorun falan yok, ortada İstanbul’da yapılacak bir kamu yatırımı açılış törenine İstanbul’un büyükşehir belediye başkanını çağırmama, bunu siyasi bir zemine oturtmaya çalışma görgüsüzlüğü var ve bu kesimin bu ağır görgüsüzlüğü her geçen gün katmerli bir artış içinde.

İstanbul’da valilikte bir devlet protokol listesi vardır muhtemelen, İstanbul’un büyükşehir belediye başkanı da yine muhtemelen, aksini düşünmek zordur, bu protokol listesinin en başlarında bir yerlerde olmalıdır. Vali atanarak, büyükşehir belediye başkanı seçimle gelir, bunu ve AKP’nin bir zamanlar çok sevdiği atanmışlar-seçilmişler tartışmalarını da hatırlatalım. Bir resmi açılışa İmamoğlu’nun davetli olmaması bence siyasi bir konu bile değildir, bu açıdan tartışmaya bile değmez, çok sıradan bir görgüsüzlük, hem aile hem devlet terbiyesi eksikliği, görgüsüzlüğü örneğidir ama bu durum bence tartışmaya değer bir konudur.

2019 mahalli idareler seçimlerinde AKP’nin seçim çalışmalarında kullandığı bir şarkı vardı, “Nereden nereye geldi Türkiye” diye, doğrusu AKP’nin 2003-2024 serencamı için mükemmel bir tercih bu şarkı, belki küçük bir değişiklik bile yapılabilir, “Nereden nereye geldi Erdoğan ve AKP” diye.


Eser Karakaş: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eser Karakaş Arşivi