Patates, soğan, hafriyat

Gerçekten “Dünya” bize hayran olmalı! Kapitalizmin en vahşi, en hesap vermeyen, en ilkel koşullarına teslim olduğumuz için.

Bir yandan "Dünya bize hayran" diyor, bir yandan elde kalmış patates soğanı dağıtma müjdesi veriyor...

Aslında utanç verici olan, çiftçinin elinde kalan ürünü satın alıp yoksula dağıtmak değil. 

Aksine, keşke tarımdaki tüm kayıplar, vaktinde değerlendirilebilse! Keşke devlet garantileriyle desteklenen köprüler, yollar, projelerdeki hevesin ve acarlığın bir kısmı, güvenli gıda ve temiz su konusunda sergilense...

Utanç verici olan, çürümeye yüz tutan patates soğanın yoksullara reva görülmesi.

Muhalif belediyelerin, ihtiyaç sahiplerine herhangi bir şekilde el uzatmasını engellerken patates soğanın dahi siyasi malzeme yapılması.

Birgün’de Dr. Necdet Ural, tarım da asıl sorunun plansızlık olduğunu yazdı:

Fiyat istikrarsızlığı çiftçiye de tüketiciyi de mahvediyor, depolama şartları uygun değil, çiftçi nerede, ne kadar üreteceğini bilmiyor

Yani bu kadar temel bir işi dahi yönetemiyor Türkiye!                  

KANAL İSTANBUL: ÜÇ BEŞ ŞİRKETİN NEFES BORUSU

Ama yok, Dünya bize hayran! Kanal İstanbul için kazmalar hazır. Sadece İstanbul’a değil, bölgeye, hatta tüm Türkiye’ye vereceği ağır hasar, yok sayılıyor. Yetmezmiş gibi bilimsel değerlendirmelerin tümü "yalan" olarak yaftalanıyor!

Öyle ki, Kanal İstanbul’un şehrin "nefes borusu" olacağını söyleyecek kadar ileri gidiliyor. Kast ettiği, yakın temastaki inşaat şirketlerinin nefes borusu olmak. Yerlisiyle yabancısıyla.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, temel atmayla birlikte köprülerin inşaatına Haziran’da başlanacağını muştuladı. Açıklamada kilit nokta ‘hafriyat’tı: "Bu köprülerle birlikte kanalın her iki yanından sürecin başlaması önem arz ediyor. Çok ciddi bir hafriyat söz konusu olacak. Bunların yapımı da sahiplendirme bittikten sonra başlayacak."

Pandemiyle birlikte iyice daralan ekonomiyi hafriyatla canlandırmaya çalışıyor, çünkü en kolayı, en iyi bildiği şey bu. Peki kolay olan iyi midir?

Meselenin stratejik kısmına hiç girmiyorum... Nüfusunun 20 milyona dayandığı söylenen İstanbul’a, ek yerleşim yerleri açmanın kente baskıyı daha da artıracağını dünyadan en habersiz vatandaş dahi tahmin edebilir.

Ama açlıktan kırılanın seçme şansı yok, sınıf atlamak isteyenin ise hırsının önünde hiçbir engel yok.

GELECEK, BİR SONRAKİ SEÇİMDEN İBARET

Kanal’ın İstanbul’un doğasına, suyuna, doğal ormanlarına getireceği tahribat konusunda çok çeşitli araştırmalar açıklandı. Bunları yok sayıyor CB Erdoğan. Vakti yok. Gelecek, onun için bir sonraki seçimi kazanmaktan ibaret.

Varsın arkasında varaklarla çerçevelenmiş, içi boş bir ülke kalsın. Kendi parti üyeleri Almanya’ya tüyüyor, daha ne olsun.

Mühendisi, yan sanayisi, işçisi için Kanal İstanbul’un anlamı, maaş almak, yani hayatta kalmak olabilir. Tabii kısa bir süreliğine.

Geleceği öngörebilmek, bugünü kurtarmanın ötesine geçebilmek, siyasetçilerin işi. Türkiye’de bu bilince sahip siyasetçi yok. Herhangi bir pırıltı gösteren, boğulmaya mahkum.

Ekonomiye çözüm diye sunulan Kanal İstanbul, herşeyiyle hüsran olacak. Çarpıcı bir örnek, Afyon’a yapılan Zafer havalimanı. Geçen yıl sadece 7 bin yolcu kullanmış. Pandemi başlamadan önce de yolcu garantisini karşılamıyordu, belli ki hiç karşılamayacak.

Birgün Ekonomi’nin haberine göre 2044’e kadar havaalanını işletecek olan IC İştaş, Hazine’den 208 milyon 131 bin 332 avro alacak. Neden, çünkü devlet garantisi var.

Yolcu garantisi tutmayan havalimanının hata payı yüzde 99! Benzer bir senaryo, "güvenli gemi geçişi" diye pazarlanan Kanal İstanbul’da da çok olası.

Ne güzel iş değil mi? Çürük patates soğanı yoksula dağıt, vatandaşın cebinden çıkanı da kendine yakın şirketlere... Kanal İstanbul’un hafriyatından para kazan, ama şehrin en değerli varlıklarını talan et.

Gerçekten "Dünya" bize hayran olmalı! Kapitalizmin en vahşi, en hesap vermeyen, en ilkel koşullarına teslim olduğumuz için.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehveş Evin Arşivi