Savaş ve seyir

Suriye kaynaklı haberlere bakılırsa bölgeden yeniden cihadist paramiliter güçler toplamaya çalışan TC’nin bu kez hedefinde Keşmir-Hindistan var.

Dağlık Karabağ hattında 10 Kasım’da yürürlüğe giren ateşkes anlaşması kapsamında yer alan Kelbecer ve Ağdam’dan sonra Laçin’e de 1 Aralık’ta Azeri güçlerinin girmesiyle anlaşmanın bu boyutu önemli ölçüde tamamlandı. Arada Dağlık Karabağ’la Ermenistan’ı bağlayan hat kaldı. Bunun da zamanla yeni yol yapımıyla daraltılacağı diğer bölgelerde olduğu gibi burayı da "Rus barış gücü"nün kontrol edeceği biliniyor.

Dağlık Karabağ’ın Azeri güçlerince ele geçirilemeyen (başta Başkent Stepanakert olmak üzere) bölgelerine ise daha önce burada yaşayan savaş sırasında Ermenistan’a giden halk geri dönmeyi sürdürüyor. Son olarak Perşembe günü Rus kaynaklarının yaptığı açıklamaya göre 28 binden fazla kişi evlerine döndü. Agos’ta yer alan bilgilere göre ise hem konvoylar hem de kendi imkanlarıyla 55 bin kişi yaşadıkları topraklara geri döndü. Burada bir yanlış anlamaya mahal vermemek için altını çizmekte yarar var, bu insanların döndüğü bölge Azerbaycan denetiminde değil. Kaldı ki bugün Azerilerin kontrolünde olan bölgelerden orada yaşayanlar evlerini kendi elleriyle yakarak ayrıldı. Dolayısıyla bu koşullarda Azeri vatandaşlığını kabul edip oralara döndüklerini/döneceklerini, yaşayacaklarını iddia etmek fazlasıyla gerçek dışı ve propagandadan öte bir işlevi olmaz.

Dağlık Karabağ’a dönen Ermeniler mümkün olduğu kadar hızla normal yaşamlarına başlamanın yollarını arıyorlar. Ağır kış şartları ve korona salgınının da katkısıyla bir çok sorunla karşı karşıya oldukları aşikar. Fakat geçen hafta Stepanakert’te bir okulun yeniden öğretime açıldığı haberi paylaşıldı. Rusya’nın tamiratlarını gerçekleştirdiği doğum hastanesinde ise çocuklar savaş sonrası dünyaya gözlerini açmaya başladı. Hayat durmuyor.

Rusya ise bölgeye yerleşmeyi sürdürüyor. Nitekim Stepanakert Havaalanı'na bir sahra hastanesi inşa ettiler. Öncelikli amaçlarının bölgedeki Rus askeri güçlerine tıbbi destek sağlamak olduğunu ancak sivil halka da yardım etmeye hazır olduklarını açıkladılar. Ayrıca mayın temizleme çalışmaları sürüyor. 

Ateşkes anlaşmasında muhtemelen Rusya’nın aciliyetlerinin yanı sıra biraz da isteyerek boş bıraktığını düşündüğüm Dağlık Karabağ’ın statüsü meselesi bölgenin geleceği için ilk bakışta örneğin bölgenin nasıl yönetileceği gibi sorular doğursa da fiilen Rusya’nın bu tür işleri ele aldığı giderek ağırlığını artıracağı da gözüküyor. Geçtiğimiz günlerde Dağlık Karabağ’ın parlamentosunda Rusça’ya ikinci bir devlet dili statüsü verilmesi konusunun tartışıldığı bilgisi basına yansıdı. Bunun üzerine Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov’un yaptığı açıklama dikkat çekici.

Peskov özetle : Moskova, Karabağ’da Rusça’nın ikinci devlet dili olarak tanınmasını memnuniyetle karşılıyor. Her halükarda hem Karabağ’da hem de Ermenistan’da Rusça kullanılıyor, Azerbaycan’da Rusça da konuşuluyor. Rusya Ermenistan ve Azerbaycan’a Rusçayı ikinci bir devlet dili yapmayı teklif etmiyor. İletişim için uygun bir dil olduğu için konuşuyorlar. Açıkçası, bunu her şekilde memnuniyetle karşılıyoruz ve yayılmasına katkıda bulunmaya ve Rusça dil yeterlilik seviyesini korumaya devam etmeye hazırız, bunu bizim görevimiz olarak görüyoruz" dedi.

Buradan Sovyetler Birliği dönemindeki Rusça’nın egemenliğinde yürüyen bir atmosfere dönülebileceği gibi bir anlam çıkmaz ama en azından Rusya’nın devlet olarak bunun özleminden uzak durmadığını da bize göstermeye yeter.

Bütün bunların dışında AGİT-Minsk grubunun son açıklaması(1) genel planda şimdilik Rusya’ya Dağlık Karabağ’da oynadığı rolle ilgili destek gibi görünüyor fakat işlerin kimse için kolay olacağı söylenemez.

Paşinyan istifa edecek mi?

İkinci Dağlık Karabağ Savaşı sonrası ciddi bir krize sürüklenen Ermenistan şu günlerde bir çıkış yolu arıyor. Yenilgi bir "suç" haline getirilip Başbakan Paşinyan ve hükümetine mal edilirken on yedi muhalefet partisi bu süreçte ortak bir aday etrafında birleşmeyi becerdi. Öncelikle bir geçiş hükümeti kurulmasını isteyen muhalefet ben bu yazıyı hazırlarken (Cumartesi) Başkent Erivan’da Paşinyan’ı istifaya zorlamak için bir miting gerçekleştiriyorlardı. Etrafında birleştikleri isim "Karabağ Hareketinin "ideologu" haline gelen eski matematik profesörü" (V. Cheterian-Kafkasya’da Savaş ve Barış- Belge Yayınları) aynı zamanda 90’lı yılların başında kısa bir süre başbakanlık ve daha sonraki yıllarda savunma bakanlığı yapmış bir biri. Yani bir "eski toprak" ve Paşinyan’ı ülkenin atmosferine hakim olan milliyetçi kuyuda köşeye sıkıştırabilecek "değerler"i  temsil eden bir sembol. Bugünlerde oligarkların da onun arkasına sıralanması ve Paşinyan’ın olayın bu yanına yüklenerek sürece kayıtsız kalması hala mümkün fakat çözüm değil. Muhalefetin halk nezdinde ne kadar meşruiyet elde edip edemeyeceği meselesi burada daha kritik. Bunu da zamanla göreceğiz.

Paşinyan’ın hedefindeki eski devlet başkanlarından Koçaryan’ın Moskova’yla aynı telden çalan Dağlık Karabağ'ın varlığının yasal dayanağının "ulusların kendi kaderini tayin etme" ilkesi olduğunu, ancak Paşinyan’ın meseleyi "toprak bütünlüğü" düzlemine taşıdığını; dünya ve toplumunun çözümü bu bağlamda ele almaya başladığını vurgulayarak eleştirmesi ise ayrı bir dikkat çekicilikte. Bana sorarsanız bu durum sadece Paşinyan’dan değil önceki yönetimlerin de soruna yeterince ciddiyetle yaklaşmayan ve adeta çözümü zamana, tavsamaya ihale eden tutumundan kaynaklı. Nitekim Fransa’da Senato’nun ardından Meclis’in de Hükümet'e Karabağ'ı tanıma çağrısında bulunması ve Macron hükümetinin bunun üzerine "Bizim Ermenistan’ın bile tanımadığı Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını tanımamız söz konusu olamaz. Ermeni dostlarımız bile bunu bizden talep etmiyor. Bu tür bir karar bizim Minsk Grubu’ndaki ara bulucu rolümüzden vazgeçmek anlamına gelir…" minvalindeki "olumsuz" yanıtların kuşkusuz hem Fransa’nın iç meseleleriyle hem de uluslararası konjonktürle ilgisi var fakat burada belirleyici olan Ermenistan’ın devlet olarak sorun karşısındaki net olmayan/olamayan tutumu. Örneğin son ateşkes anlaşmasını Paşinyan imzaladı fakat onun yerine Artshakh Devlet Başkanı Arayik Harutyunyan’ın imzalaması gerekmez miydi?

Geçtiğimiz hafta sokaklarda Paşinyan için "istifa, hain"  gibi sloganlar duyulurken; Rusya’nın ana gücü olduğu Kollektif Güvenlik Antlaşması Örgütü'nün video konferansında Putin’in, "savaşı sona erdirmek için zor fakat gerekli kararlar alma cesaretini gösteren" Paşinyan'ı tebrik etmesi epey kinayeliydi. Bu daha önce Paşinyan’ın "vatan hainliğinin söz konusu olmadığı" söylense de aynı cümle içerisinde Paşinyan ve vatan haini sözcüklerini kullanarak ima edilmeye çalışılanlara benziyordu.

Not: Yazıyı bitirirken Erivan’da düzenlenen mitingin de sonlandığı haberi geldi. Mitingin sonunda Paşinyan’a Salı günü saat 12'ye  kadar süre tanındığı ve istifa etmezse sivil itaatsizlik eylemlerine başlanacağı açıklandı.

Türkiye ve Azerbaycan

Aliev yönetimi bir süredir adeta zafer sarhoşluğu yaşıyor. Bunun verdiği şaşkınlık haliyle önce 10 Kasım’ı bayram ilan ettiler sonra TC devlet erkanının rutinlerine uymayacağını fark edip kutlama tarihini 8 Kasım olarak değiştirdiler. Bu "küçük" unutkanlık bile aslında "tek millet iki devlet" zırvalıklarının mahiyetini sergilemeye yetiyor.

Bu süreçte benim asıl dikkatimi çeken saldırgan taraf olduğu tartışma götürmez bir gerçek olmasına rağmen, uluslararası kamuoyunda Azerbaycan yönetiminin bir hanedanlık olduğu, Aliev ailesinin yolsuzlukları, ülkede uyguladığı baskıların bir anda unutulması oldu. Bunun nedeni açık, elbette "galip" gelen taraf oluşu. Buna paralel TC’nin rolü de maalesef unutuluyor. Savaşın ahlakı böyle bir şey olsa gerek.

Geçtiğimiz günlerde Rusya ile TC,  Dağlık Karabağ yakınlarında bir ortak kontrol merkezi kurma anlaşmasına imza attı. Bu merkezin şimdilik nerede olacağı belli değil. Berda bölgesinin adı muhtemel yerlerden biri olarak geçiyor. Rusya bu kontrol merkezine "pasif" bir işlev yüklemeye çalışıyor. Fakat uzun vadede TC’nin buraya ve Azerbaycan’ın başka bölgelerine askeri güçlerini yerleştirerek, ülkenin işgalini tamamlamaya ve postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının etkili bir gücü olmaya çalışacağı aşikar. Suriye kaynaklı haberlere bakılırsa bölgeden yeniden cihadist paramiliter güçler toplamaya çalışan TC’nin bu kez hedefinde Keşmir-Hindistan var. Eğer böyle bir adım gerçekse "Dağlık Karabağ savaşında destek olan Pakistan’ı yalnız bırakmak olmaz"ın çok daha ötesinde iddialara sahip kanlı politikalar maalesef yolda demektir.

Önümüzdeki hafta "asıl fatih" nidalarıyla Bakü’yü ziyaret edecek olan Erdoğan’ın bu galibiyeti nasıl pekiştirmeye çalışacağı, Aliev yönetiminden neler isteyeceği daha doğrusu ne tür Azerbaycan varlıklarına el koyacağını/koyabileceğini şimdilik bilmiyoruz. Fakat yakında Azerbaycan’da da tıpkı Libya’da olduğu gibi "şu kadar ton altınımıza el koydular bu kadar paramızı merkez bankasından gasp ettiler" vaveylaları gelirse şaşırmayalım. Mübariz Mansimov Gurbanoğlu’nun başına gelenler muhtemelen ufak tecrübeydi bu yolda.(2)

Postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşı önceden çizilmiş bir senaryoya göre ilerlemiyor. İşin doğasına da aykırı olurdu böylesi. O  yüzden mesele hesap yapmakta değil o senaryonun yaşam bulmasında. Bu sürecin irili ufaklı bütün aktörleri için geçerli.

Önümüzdeki dönem, en son ABD Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası’na (NDAA) da yansıdığı üzere savaşın bütün satıhta daha da derinleşeceği bir süreç olacak. ABD’nin "baş düşman"ı Çin olmakla birlikte Rusya da hedefte. Bu nedenle Ukrayna’dan başlamak üzere Moldova-Transdinyester, Güney ve Kuzey Kafkasya, hali hazırda problemlerin sürmekte olduğu Belarus ve Kırgızistan hatlarının yanı sıra Suriye ve Libya’ya ek olarak Rusya’nın asker bulundurduğu bazı Afrika ülkeleri ve politik etkisinin olduğu Kıbrıs’ta sıkıştırmalarla karşılaşması kaçınılmaz. Mesela son günlerde Kıbrıs Ortodoks Kilisesi’nin Ukrayna Ortodoks Kilisesi'ni resmen tanıması ve bunun Fener Patriği Bartholomeos'un etkisiyle olduğunun söylenmesinin eminim iki hafta kadar önceki  ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun İstanbul ziyaretiyle hiç bir alakası yoktur. 

Rusya’nın bunlara ilaveten hali hazırda var olan bazı anlaşmazlıkların üzerine Güney Kore ve Japonya ile de ABD teşvikiyle problemler yaşaması mümkün. 

ABD’nin Seçilmiş  Başkan’ı Biden’ın "Amerika geri dönüyor" u biraz da böyle bir şey olacak. TC’yi yönetenlerin akıbeti de bütün bu hikâyenin içinde nasıl tavır alacağına, politika geliştireceğine göre belli olacak. Batı’nın TC’ye dönük beklentisi çok…

Biz seyirciler

Mutlaka siz de bir şeyler izliyorsunuzdur bir filmi, maçı, doğayı, emekleyen çocuğunuzu… Hatta filmdeki bir kahramanla kendinizi özdeşleştirmeniz, bir takımı tutmanız olası; hoşunuza giden görüntülerle bir biçimde duygudaşlık, yakınlık kurarak coşabilirsiniz de. Peki ya seyrettiğiniz bir SAVAŞ sa? Orada da birileriyle, bir şeyle kendimizi özdeşleştirebilir miyiz? Mümkün elbette, bunu yapanlarımız var. Ya böylesi bir varoluşu tercih etmeyenler, savaşın parçası olmaktan kurtulduklarını mı düşünüyorlar?

Evet gerçekten bundan kurtulmak mümkün. Önce seyirci olmayı bırakmamız lazım. Bu ise savaşların geçici bir süre için mühürlediği "güç dengeleri"nin barış diye pazarlandığı sinsice devam eden savaşlar yerine halkların diplomasisini, barışını ve bir arada yaşamını yaratmamızla mümkün. Belki böylelikle hep olan, son sözü silahların söylemesi biter…


(1)https://www.amerikaninsesi.com/a/minsk-grubundan-karabag-aciklamasi/5685987.html

(2)https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2020/03/17/bir-oligark-bir-marina-ve-agar-ailesi

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aykan Sever Arşivi