'Boğaziçi Üniversitesi, bir Pelikan çiftliği olacaksa rektör de bu hedefi paylaşan bir militan olmalıydı'

'Boğaziçi Üniversitesi, bir Pelikan çiftliği olacaksa rektör de bu hedefi paylaşan bir militan olmalıydı'
HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Boğaziçi Üniversitesi'ne yapılan kayyum rektör atamasını yorumladı.

Ertuğrul KÜRKÇÜ


ARTI GERÇEK - Boğaziçi Üniversitesi'nde bir mevzi savaşı sürüyor. Savaş, AKP cumhurbaşkanının partisinin bir militanını 2 Ocak'ta üniversiteye rektör olarak atamasıyla yeni bir evreye girdi. Ama bu atamayla başlamış sayılmaz. 

Boğaziçi Üniversitesi 2000'li yılların başında Siyasal İslam'ın ülkeyi fethe yönelik stratejik atağıyla başlayan büyük manevranın hedefleri arasındaydı. Erdoğan ve Pelikan çetesinin kültürel iktidarı ve fetih arzusunun başlıca nesnelerinden biriydi Boğaziçi Üniversitesi'ni fethetmek. 

Rejimin Boğaziçi operasyonu 2017'de profesör Gülay Barbarosoğlu'nun yerine üniversitenin kıdemli üyelerinden Prof. Dr. Mehmet Özkan'ın atanmasıyla başlamıştı ama atanma o zaman da öğrencilerin ve öğretim üyelerinin protestolarıyla karşılaştı. Ancak Boğaziçi Üniversitesi'nin özgürlükçü ve demokratik kültürü içinde yetişmiş bir akademisyen olan Özkan, siyasal tercihleri bakımından AKP evreninde nefes alıp verse de bir AKP militanı olmaktan çok meslekten bir akademisyendi. Onun rektörlüğüyle Boğaziçi'nin fethine giden bir köprü başı tutulmuştu ama daha ilk günlerden başlayarak rektörün eski liberal statükoyu aşan bir hırsa sahip olmadığı görüldü. İlk günlerdeki protestolar yatıştı. 

Ne var ki rejim de tıpkı öğretim elemanı ve öğrenciler gibi içeriden bir rektörün Boğaziçi'ni fethetmek bakımından hiçbir işe yaramayacağını kavramakta gecikmedi. Boğaziçi Üniversitesi Türk-İslam ummanı içinde bir ada olarak kalmayacaksa, bir Pelikan çiftliği olacaksa, Siyasal-İslam Boğaziçi cübbesini sırtına geçirecekse rektör de bu hedefi paylaşan bir militan olmalıydı.

Melih Bulu, bütün şeceresiyle birlikte bu tercihe denk düşüyor. Bu görev ancak akademik onur ve ahlaktan nasibini almamış bir intihal kralına, eğitim ve araştırmayla hiçbir ilgisi olmayan meslek olarak AKP'nin verdiği ne iş olursa yapan bir CEO'ya yakışırdı. 2 Ocak'tan bu yana öğrenciler ve öğretim üyeleri, rejimin Boğaziçi Üniversitesi'ni istila harekâtına hayranlık verici bir kararlılık ve dayanışmayla karşılık veriyorlar, mevzi savaşını başarıyla sürdürüyorlar. 

AKP rektörü henüz üniversite içinden, kendisiyle işbirliği yapacak bir tek akademik kadro bulamadı. Bir güvenlik operasyonunun layıkı oldu bu şekilde. Polis ve özel güvenlik şirketleri dışında da bir dayanağı yok. Rejimin ve rektörünün bu sivil akademik direniş karşısında nefesleri kesilirken selameti Kabe'de aramaları tarihin bir ihtihzası olmalı. 

AKP'li Cumhurbaşkanının Boğaziçi'ne kayyım atama gerekçesi 'layık gördüm'den ibaret. Boğaziçi Üniversitesi'ni fethetme arzusunu öğrenci ve öğretim üyelerinin gözünde meşrulaştırabileceği bir tek akli, bilimsel, akademik, kültürel, eğitsel dayanağı yok. Ancak AKP'nin fetih stratejisi de esasen eğitim, bilim ve akademiyle değil egemenlikle ilgili. İşte bu noktada Siyasal İslam'ın klasiği Nizamülmülk'teki öğütler, şimdi Erdoğan'ın egemenlik ilkesi olarak yeniden ortaya çıkıyor. 

'Bizden olmayanların ne üdüklerini dikkatle belle, bu güruhlar başlarını kaldırmaya niyet ettikleri vakit bunların tepesine çökmek, köklerini kazımak ve memleketi onlardan temizlemek emniyet içinde hüküm sürmesi için hükümdarın boynunun borcudur' diyordu Nizamülmülk. Boğaziçi'nde kopartılan Kabe'ye hakaret yaygarası, öğrencilerin tutuklanması ve LGBTİ'nin hedef alınması Nizamülmülk ilkelerinin günümüze bir uyarlamasıdır. İlk örnekleriyle Gezi'de karşılaştığımız bir AKP klasiğidir aslında. Sivil demokratik direnişle başa çıkamadıklarında kopartılan din elden gidiyor çığlığıdır. 

Boğaziçi'nde Kabe'ye hakaret; Gezi'de AKP'li bacımıza saldıran deri eldivenli çıplak adamlar, camide içki içen göstericiler kadar gerçektir. Boğaziçi'nde aşamadığı siperlere yüklenmek için ümmeti imdada çağırması AKP ve Erdoğan'a yakışıyor. Ancak asıl acıklı olan, bunca deneyimden sonra muhalefetin bu savaş taktiğini okumaktaki aczidir. Boğaziçi krizi yalnızca AKP'nin değil, AKP yalanlarına yaslanarak öğrencileri insanlığın mukaddes değerlerine saldırmakla ya da nefretle ahlaki pozisyonlarını kaybetmekle suçlamakla tereddüt etmeyen muhalefetin de tiynetini ölçeceğimiz mihenk taşı işlevi kazanıyor. 

Görüyoruz ki, rejimin denetiminden çıkan ve yeni bir özgürlük alanı, yeni bir mevzi, yeni bir siyaset tarzı ortaya çıkaran direnişler, muhalefetin statükonun sarsılmasından duyduğu korkuyu ya da statükonun saldırılarına direnecek bir enerjiden yoksunluğunun da bir göstergesine dönüşüyor. 

Boğaziçi Üniversitesi direnişi 1968'in, ODTÜ direnişlerinin, Gezi'nin ve Gezi forumlarının 2021'deki yankısıdır. Kurulu düzenin acımasız eleştirisidir.

Öne Çıkanlar