'Yüzde 20 gazeteci, yüzde 80 cambazım': Bir Ertuğrul Özkök portresi

'Yüzde 20 gazeteci, yüzde 80 cambazım': Bir Ertuğrul Özkök portresi
Aydın Doğan teslim bayrağını çektikten ve Demirören Grubu ‘görevli yandaş’ olarak bayrağı devraldıktan sonra da ‘düzenini’ sürdürdü Ertuğrul Özkök. Ta ki o gizli toplantılara kadar.

Birkaç gün önce Ertuğrul Özkök’ün Demirören Grubu’ndan ayrıldığı iddia edildi. Ardından da kendisi ‘evet’ ayrıldım diye dedikoduları teyit etti.

Ertuğrul Özkök, ‘Kitap yazmak ve kendime zaman ayırmak için ayrıldım’ dese de söylentiler öyle demiyor.

İddialara göre AKP iktidarının ‘gidici’ olduğunu gören Aydın Doğan, medyaya dönüş için ‘toplantılar’ düzenlemeye başlamış. Bu toplantılardan bazılarına Ertuğrul Özkök de katılmış ve bu da iktidarın kulağına gitmiş. Serhat Albayrak da bu durumdan hoşlanmamış. Ertuğrul Özkök’ün 20 yılı yayın yönetmeni olmak üzere toplam 35 yıl süren Hürriyet macerası işte böyle noktalandı.

Kronos34.news'tan Fikri Doğan bir Ertuğrul Özkök portresi kaleme aldı. 

Fikri Doğan yazısında Özkök için, "Türk medyasını inşa eden ve bu hale getiren iki isimden biri Zafer Mutlu ise diğeri de Ertuğrul Özkök’tür. Bugünkü cıvıklığın, patron sözcülüğünün, pazarlamacı gazeteciliğin de imarıdır. 80’li yılların ortasından itibaren Zafer Mutlu ile el ele verip, gazeteciliği bitiren isimdir" diyor.

Ve devam ediyor: "Aykırı yazar-çizer Scott Adams’ın sevdiğim bir sözü vardır. Yöneticiyi anlatırken der ki Adams, ‘Bir insan kariyer basamaklarında hızla tırmanırken sağduyusunu, pratik zekasını ve hayal gücünü yolda bırakır.’ Ben haddim olmayarak ekleme yapayım Adams’a, bizimkiler ilke, ahlak, sağduyu, tarafsızlıklarını da bırakıyor yolda."

Doğan’ın yazısının geniş bir özeti aşağıda:

"…Ertuğrul Özkök yıllar önce verdiği bir röportajda, ‘Beyleɾ, ben gazetecilik yapmıyoɾum aslında. Ben cambazım, cambaz. Cambazlık yapıyoɾum. Siz bilmezsiniz, benim hayatımın ancak yüzde 20’si gazetecilikle, yüzde 80’i cambazlıkla geçeɾ. Benim kaɾşımda patɾon vaɾ, kızlaɾı vaɾ, damadı vaɾ. Yediğim fıɾçanın haddi hesabı yok.’ diyen insandır.

Ertuğrul Özkök, 1947’de İzmir’de geldi dünyaya. Göbek adı Tahsin’di aslında. Sonradan ailesi Ertuğrul isminde karar kıldı. Baba Şükrü Özkök, Bulgaristan’ın Kırcali kazasından göç etmiş bir Balkanlı’ydı. İzmir’in en eski matbaacılarından olan Şükrü Özkök, matbaa işine neredeyse 60 yılını vermişti. Mürekkep kokusunu babasının yanında alan Özkök, İzmir Namık Kemal Lisesi’nden sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Bölümü’nü kazandı. Bir sene kadar TRT’de muhabir olarak çalışan Özkök, ardından ‘doktora’ için Fransa’ya gitti.

Hacettepe Üniversitesi’ne hoca olarak dönen Özkök, 1986’da Hürriyet’e geçene kadar da burada kaldı. Aydın Doğan’ın medya grubunu Simavi Ailesi’nin elinden olaylı alışının ardından (Bu konu da filmlere konu olacak kadar ilginçtir) ilk transferlerinden birisi Ertuğrul Özkök’tü.

Hürriyet’te bir süre yazı işleri müdürlüğü de yapan Ertuğrul Özkök, 1989’da 20 yıl kadar oturacağı Genel Yayın Yönetmenliği koltuğuna terfi etti. Özkök’ün yükselişi ve 20 yıl aynı koltukta kalışının sırrını merak edenler için Enis Batur şöyle diyor bir yazısında:

Bir gün yanıma geldi. Canı sıkkın, ağlamaklı. ‘Enis be’ dedi. ‘Ben artık araba istiyorum, şoförüm de olsun istiyorum!’’

Durumu daha da iyi kavramanız için bir de Yıldırım Türker’in Ertuğrul Özkök için yazdığı bir yazıdan örnek vereyim, ‘O bir seçkinlik abidesi kendi diktiği. Bu memlekette doğmuş olduğuna için için kahrediyor. Milliyetçiliğinin beslenme çantasında bir türlü bastıramadığı yetersizlik duygusundan başka azık yok… Ne kadar seçkin olsa da seçtiklerini geç yaşında başkalarından öğrenmiş olduğunu, bütün dünyayı tercüme etmeye çalıştığı life style dilini ne büyük gayretlerle magazinlerden, patron masalarında tanıştığı insanlardan edinmiş olduğunu bir türlü unutamıyor…’ 

‘YAVRUM GAZETECİLİK ARTIK BUDUR!'

Söz buraya gelmişken Serdar Turgut’la yaşadığı polemik sırasında Turgut’un art arda yazdığı 3 yazı var ki, okumaya değer. Şöyle diyor Turgut yazısında:

– Ertuğrul bey, ileride bir genel yayın yönetmeni olmak istiyorum. Ne yapmam lazım?

– Öncelikle gazete sahibiyle ilişkilerini iyi tutacaksın evladım. Suyun başı odur zira. Sonra siyasiler ve iş adamlarıyla devamlı yemeklere çıkacaksın. Mümkün olduğunca patronunun işlerini takip edeceksin. Teşvikleri izleyecek, düşük faizli kredileri takip edeceksin. Hangi siyasi akım yükselişte ise ona gaz verip düşene de bir tekme sen atacaksın.

– Ama Ertuğrul bey, gazetecilik, habercilik falan?

– Yavrum gazetecilik artık budur’

Serdar Turgut’un da tarif ettiği gibi yaptı ‘işini’ Özkök. Kimin kayığına bindiyse onun küreğini çekti. Tansu Çiller Başbakan’dı. Aydın Doğan- Tansu Çiller ikisinin arasından su sızmıyordu. Özkök tam sayfa bir fotomontaj yaptırıyordu Çiller için. Atatürk ve Çiller’in yüzleri fotoshopta birleştiriliyor manşete de Türkiye’nin aydınlık yüzü. Yeni Atatürk manşetleri atıyordu. Doğan Grubu, Çiller hükümetinden ayrı düşünce de kan kusturuyordu manşetleriyle ‘Türkiye’nin aydınlık yüzü’ne.

‘GEÇEN GÜN BAŞBAKAN ARADI… RAHMİ KOÇ’UN TELEFONUYLA UYANDIM…'

Gençliğinde ‘sosyalist’ olduğunu iddia ediyordu Özkök. Kendine göre 68 kuşağındandı. Yazılarında sık sık o günlerden bahsediyordu hafiften de alaya alarak. ANAP döneminde Özal’ın en sıkı hayranlarından biri oluvermişti. Artık kendini ‘liberal’ olarak görüyordu. Çünkü patronunun Özal’la işleri vardı. İşleri takip etmek ve hatta bitirmek da Özkök’ün işiydi yani.

Enis Batur’a söylediği hayallerine ulaşmıştı Özkök, arabası da vardı şoförü de. Memlekette kızılca kıyamet kopsa onun kendi gündemi vardı. En azından gündeme kendi bakışı vardı.

‘Geçen gün arkadaşlarla oturuyorduk telefon çaldı. Arayan başbakandı…’ ya da ‘Gazetede toplantı halindeydik falanca bakan aradı…’ olmadı ‘Geçen gece uykuya dalmak üzereydim, Rahmi Koç’un telefonuyla uyandım..’’ en bilindik cümleleriydi. Ne hikmetse arayan o kadar mühim insanlarla konuştukları deyim yerindeyse ‘tırıvırı’ şeylerdi. Ya arayan mühim insanlar Ertuğrul Özkök’ü ciddiye alıp önemli şey söylemiyor, ya da söylüyorlarsa Özkök duyduklarını kendine saklıyordu.

GÜN GELDİ VİAGRA DENEYİMİNİ DE YAZDI, GÖRDÜĞÜ ‘GÜZELLERİ’ DE 

O olanca haşmetiyle gücünü, herkese nasıl ulaştığını, neler yediğini, neler içtiğini, bindiği süper lüks arabaları, gezdiği pahalı mekanları, tanıdığı ünlülerle ilişkilerini yazmaktan usanmadı. ‘Oxford Caddesi No: 7’deki restoranda yemekteydik’ diye başlayan ya da ‘Geçen gün cipimle Etiler’den aşağı iniyordum’ diye okurun gözüne sokulan şatafat onun eseriydi.

Gün geldi viagra kullanıp deneyimlerini de yazdı, gün geldi gördüğü güzelleri ballandıra ballandıra anlattı okuyucuya. Bir gün de demedi ki, ‘Ulan okurumdan bunlara ne? Yediğimi içtiğimi neden yazıyorum???’’

En aklı başında yazılarını-da bir formül vardı mesela. Öncelikle bir şeyler söyleyen bir muhatap yaratıyor, ardından o muhatabın söylediklerini kendince çürütüyor. Tartışmadan galip çıkıyordu. Yazının sonunda kendini mutlaka haklı çıkarmayı başarıyordu.

GAZETECİ-YAZAR ÖZKÖK

Dedik ya gazetecilikten çok, Aydın Doğan’ın ‘genel müdürü, pazarlama direktörü, PİAR’cısı, iş bitiricisi’ gibi çalışıyordu. Arada vakit bulduğunda da gazete çıkartıyordu. Mesela bir firma Doğan Grubu’na reklam vermek için nazlandı mı? Hürriyet bodoslama dalıyordu firmaya. Medya gücünden korkan firma da başına geleceklerden korkup basıyordu ilanı.

1990’lı yıllarda gazeteler arasında ansiklopedi savaşları vardı hatırlarsınız. Biri Ana Britanica, diğer Meydan Larousse veriyordu ya satış savaşı açıktan yapılıyordu. İşte o dönemlerde ‘Hayallerim, aşkım ve Ana Britanica’m’ diye yazı yazıyordu Ertuğrul Özkök köşesinde. Aydın Doğan onu sevmesin de kimi sevsindi.

Mesela 2000’li yılların başında Formula 1 pisti için arazi aranıyordu. Yer olarak da Akfırat Köyü’nün de içinde olduğu arazi seçilmişti. Şimdi olduğu gibi piste yakın araziler ‘birileri’ tarafından toplanmıştı aylar önce. Sıra Akfırat Köyü’ne gelmiş ama hem köylüler hem de köyde yaşayan bir tarikat lideri arazilerini vermeyi reddetmişti. Uzun süren pazarlıklar sonuçsuz kalınca devreye tabii ki Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’i girdi.

‘Akfırat’ta şeriat devleti’ manşetiyle çıkıyordu Hürriyet. Güya, şeyh köyü kapatmıştı, şeriat devleti ilan etmeye çalışıyordu, köydeki bütün genç kızları kapatması yapmıştı. Bu gericilere hemen ‘Dur’ denilmesi gerekiyordu. Devir Mesut Yılmaz devriydi. Jandarma köyü bastı, şeyh ve yakınları tutuklandı. ‘Gerekli’ olan arazi istimlak edildi. Sonuç: İstimlak edilen araziye Aydın Doğan 450’ye yakın villa yapıp sattı. İş bittikten sonra şeyh de serbest bırakıldı, şeriat devleti de kayıplara karıştı.

HİÇ UNUTULMAYACAK OLAN ‘VAY ŞEREFSİZ’ MANŞETİ

Başka bir örnek daha vereyim. 1990’lı yılların sonuna meşhur Andıç olayı yaşanmıştı hatırlarsınız. Şemdin Sakık’ın ‘iddiaları’ ile başlayan süreçte onlarca ismin teröre destek verdiği iddia edilmiş, gazeteciler kovulmuş resmen terör estirilmişti. İşte o günlerde Ertuğrul Özkök’ün attığı, ‘İşte Hainler’ manşeti hala hafızalarda yerini koruyor.

Bu kadar rezilliğin içinde hiç unutulmayacak olanı ise ‘Vay Şerefsiz’ manşetiydi. MGD gecesinde Ahmet Kaya’ya yapılan linç ve sonrasında ünlü ismin kullandığı ‘Şerefsizlerin ülkesinde arabam kaldı’ sözünün ardından Özkök’ün Hürriyet’i bu manşeti atmıştı. O manşetten sonra Ahmet Kaya ülkeyi terk etmek zorunda kalmış ve gittiği Fransa’da hayatını kaybetmişti.

DEMİRÖREN GRUBU’NDA DA DÜZENİNİ SÜRDÜRDÜ TA Kİ O GİZLİ TOPLANTILARA KADAR

28 Şubat sürecinin en büyük destekçisiydi Ertuğrul Özkök. Necmettin Erbakan–Tansu Çiller ikilisi ve Refahyol hükümeti için attığı manşetler arşivlerde duruyor hala. Yıllar sonra bile 28 Şubat’ı hala desteklediğini söyleyen Özkök, 12 Eylül darbesi için güzellemeler yapmaya son güne kadar devam etti. 27 Mart e-muhtırası da normaldi ona göre. 2003’teki tezkere krizinde yazdığı yazılar ise insanın kanını donduracak cinstendi.

Mesela ’20 yıl savaşmayan ordu körelir’ diyordu bir yazısında. Ordu mutlaka Irak’a girmeliydi. Oradaki masada oturmalıydı Türkiye. Büyük devlet olmanın gereğiydi bu. Tezkereye karşı çıkanlar bölücü, üçüncü dünyacıydı. Hatta başka bir yazısında, ‘Irak’ta Saddam Hüseyin resimlerinin yerini Coca Cola resimleri aldığı gün Irak özgür bir ülke olacaktır’ diyordu. Aydın Doğan teslim bayrağını çektikten ve ardından Demirören Grubu ‘görevli yandaş’ olarak bayrağı devraldıktan sonra da ‘düzenini’ sürdürdü Ertuğrul Özkök. Taa ki o gizli toplantılara kadar.

Ertuğrul Özkök’ün 20’si yayın yönetmeni olarak 35 yılda medyadaki serencamı aşağı yukarı böyle. Patronu memnun et, para kazandır, keyfine bak. Memleket yanmış yıkılmış kimin umurunda.

Özkök bir röportajında, ‘Ben Aydın Doğan’a puro içmeyi öğrettim o da bana zenginliği’ diyor ya. O zenginlik uğruna 35 senede hem medyanın hem de memleketin içine ettiğinin hala farkında değil sanırım!"

Yazının linki: https://kronos34.news/tr/aydin-doganla-yukselen-bir-cambaz-ertugrul-ozkok-neden-gitti/

Öne Çıkanlar