Süvari Öztürk: Derdim insandır benim

Süvari Öztürk: Derdim insandır benim
'Bence her bir gerçek sanatçının yeri bugün sırça köşkler ve fildişi saraylar değil, enkazın tozunda dumanında halkının yanı olmalıdır.'

Remzi BUDANCİR


+GERÇEK-Pop müzikteki muhalif melodilerin bile gündem olduğu Türkiye siyasetinde, politik müziğin geldiği yer her bakımdan önem arz ediyor. Özellikle dönemin haksızlıklarını ve siyasi baskılarını konu alan protest müzik türü dünden bugüne önemini koruyor. Günümüzde rap, rock, pop müzik gibi mecralar başta olmak üzere neredeyse her branşta müzik yapanlar, iktidarın bu dönemde yarattığı tahribatı şarkılarında dile getiriyor.

Günümüzde protest müzik yapan isimlerden biri de Süvari Öztürk.  Avrupa’da doğan genç sanatçı, 2000’li yılların başında International Business Administration’da aldığı eğitimin yanı sıra müzik eğitimi de aldı. Avrupa ve Amerika’da Türk Halk Müziğini yaşatmak ve sevdirmek için müzisyen arkadaşlarıyla beraber halk şarkılarını seslendirdi yıllarca. Öztürk son beş altı yılda ise toplumcu gerçekçiliğe yaslanarak protest müzik yapıyor. Sosyal medya kanalında paylaştığı klipleri ise yüzbinlerce kişi tarafından dinleniliyor. Öztürk’ün yaptığı son albümün ismi ise Enkaz. Albümün direktörlüğünü Ahmet Koç, süpervizörlüğünü de müzisyen Ercan Aydın yaptı. Ada Müzik Stüdyosu’nda kaydedilen Enkaz’ın tonmaisterliğini İhsan Apça ve Özgür Özkan Mete gerçekleştirdi. Öztürk ile Enkaz ve protest müzik üzerine konuştuk.

"ENKAZ ALBÜMÜM KARANLIĞA BİR BAŞKALDIRIDIR"

Enkaz albümünün künyesine baktığımızda Ahmet Koç, Ercan Aydın gibi isimlerle çalıştığınızı görüyoruz. Enkaz dönemimizin tercüme-i hali gibi… Bu albüm bize ne anlatıyor? Hangi yıkımın enkazı bu?

Evet, Ercan Aydın benim en nadide dostlarımdandır ve müzik hayatımda da yol arkadaşımdır. Şarkılarımız birbirini sıkıca kucaklayan kardeş ve yine birlikte yaptığımız, benim ‘Enkaz’ albümüm ve onun ‘Ben Seni Çok Sevdim’ albümü birbirine umut ve destek olan iki yoldaş ve sırdaştır. Şarkılarımızı kendi zengin kompozisyon anlayışıyla daha da güzelleştiren ve albümlerimizi yayına hazırlayan müzik direktörümüz Ahmet Koç’tur. Bu iki dostuma bu vesileyle tekrar teşekkür etmek isterim. Sorunuzda da ifade ettiğiniz gibi Enkaz, dönemimizin tercüme-i halidir. Taşıyla, toprağıyla, havasıyla, suyuyla ve kültürel zenginlikleriyle harika bir ülkenin enkazıdır bu. İnsanlığın, adaletin, vicdanın ve sevginin enkazıdır. Yaratılanı yaratandan dolayı sevmeyi, komşusu açken tok yatmamayı ve eliyle, diliyle kimseye zarar vermemeyi sözde benimseyen, ama gerçekte cehaletin, nefretin, bencilliğin, hırsın, bölünmüşlüğün ve hasedin esiri olmuş milletimizin enkazıdır bu. Enkaz albümüm karanlığa bir başkaldırı, aydınlığa, insanlığa ve insanlık onuruna da bir ‘requiem’dir.

"TARİHE BİR NOT DÜŞTÜM KENDİMCE"

Müziğinizde dönemin politik olaylarını anlatan şarkı sözleriniz var. Hatta dönemin olaylarında yer alan isimlerle beraber çalışmalarınızı da görüyoruz. Örneğin Yüksel Caddesi isimli eserinizde Orhan Aydın, Defne Halman, Ercan Aydın, Ahmet Bozkuş gibi isimleri görüyoruz. Şarkıda Acun Karadağ, Alev Şahin, Nuriye Gülmen, Nazan Bozkurt, Mehmet Dersulu, Armağan Özbaş ve Mahmut Konuk gibi isimleri anlatıyorsunuz. Böyle bir tarzı seçmenizin sebebi nedir?

Esasen ben her zaman kendim oldum ve hep özüme bağlı kalmaya gayret ettim. Her bir şarkım özümden, ruhumdan ve benliğimden süzülmüş bir parçamdır, bir çocuğum gibidir benim. Hal böyle olunca, benimki bir tarz seçmek değil, olsa olsa karakterin gereğini sergilemektir. Maalesef dönemimizde, Shakespeare’in de 66. Sone’sinde ifade etti gibi, sanatın ve özellikle de müziğin korkudan dilinin bağlandığını görüyoruz. Aynı sonede Shakespeare "Vazgeçtim bu dünyadan, tek ölüm paklar beni" diyor, ben ise oradan da aldığım ilhamla, korku ve kaygılara takılmadan inadına toplumcu ve gerçekçi şarkılar yapıyorum.

Şarkılarımda her zaman insanların insanlığına baktım, fikir ve tercih detayları beni ilgilendirmedi. İnsanların yalnızlıklarını, acılarını, hayal kırıklıklarını, öfkelerini, kimseyle konuşamadıkları ve konuşsalar dahi duyulmamak ve anlaşılamamak endişesi taşıdıkları meseleleri ben kendi içime haykırdım ve şarkılarıma döktüm. Yüksel Caddesi’ndeki direnişler benim de şahidi olduğum bir dönemin dramlarından biridir. KHK ile işlerinden ihraç edilen insanların, yer yer kendi hakları, yer yer de başka mağdurların haklarını arama adına çıkardıkları sestir. Bir müzisyen olarak o kucaklayıcı sese bir yankı olmak istedim ve tarihe bir not düştüm kendimce.  Bu toplumsal enkazın yegane çözümü olduğuna inandığım sevgi, hoşgörü ve birleştiriciliği sembolize etmek adına farklı coğrafyalardan, belki farklı yaşlarda ve belki de farklı inanış, fikir ve tercihlere sahip dostlarımı davet ettim bu şarkıma. Elbette katılmayanlar katılanlardan fazla oldu ve ben kalan sağlar bizimdir diyerek yoluma devam ettim. Sonuçta Ercan Aydın, Defne Halman, Ahmet Bozkuş ve Orhan Aydın’la Yüksel Caddesi şarkımı okuduk ve rahmetli Barış Manço’nun Dönence’sinde "Uzakta bir yerlerde bir şeyler kök salıyor, güneşler doğuyor, türküler söyleniyor" diyerek kurduğu hayale belki de bir umut olduk.

"ÇOCUKLAR PARKLARDA OYNASIN, HAPİSHANE AVLULARINDA DEĞİL"

Şarkılarınızda dönemin mağdurlarının isimlerini ve yaşadıklarını anlatıyorsunuz. Hapiste kalan bebekleri, Meriç’te boğulanları, yine cezaevinde vefat eden Mustafa Koçak gibi isimleri de anıyorsunuz. Gökhan Açıkkolu, Berkin Elvan gibi insanları anıyorsunuz. Farklı kesimlerdeki mağdurları anmanıza gelen eleştiriler karşısında ise "Derdim İnsandır Benim" diyorsunuz. Müziğinizde nasıl bir sorumluluk çerçevesinde hareket ediyorsunuz?

Albümümün onuncu ve son şarkısı olan Şafak’ta bu karanlık gecelerin bir şafağın öncüsü ve aman vermez acıların bir doğumun sancısı olduğunu söylüyorum ve buna tüm kalbimle inanıyorum ben. Elbet bir gün güneş doğacak, enseyi karartmayalım diyorum. İstiyorum ki doğacak güneş bir daha hiç batmamak üzere doğsun ve ara sıra doğa kanunu gereği çöken akşam ise sefamız olsun. Hani derler ya, kurt kışı geçirir ama yediği ayazı asla unutmaz diye, ben de yaralar sarılsın ama unutulmasın istiyorum. Unutulmasın ki bir daha bu enkaz, bu sisli, dumanlı ve soğuk geceler asla tekrar yaşanmasın.

Unutulmasın ve bir daha asla yaşanmasın bu ülkede zulüm, işkence ve sürgünler. Ozanların yeri sahnede ışık altı olsun, otel odasında alevlerin içi değil. Masum öğretmenler sınıflarında başlasınlar günlerine, işkence odalarında değil. Çocuklar parklarda oynasın, hapishane avlularında değil. Annelerinin kucağında en tatlı uykulara yumsunlar gözlerini, buz gibi sularda hayata değil. Derdimiz insan olsun istiyorum. Dinini, dilini, ırkını, rengini, kısacası kimliğini sormaksızın, insan olsun. Kendi acımızı hayatın gereği olarak hissederken, insanlığın gereği olarak da başkasının acısını aynı ölçüde hissedelim istiyorum. Bu bölünmüşlük, bu mahallecilik, bu büyüyen mesafeler ve sivrilen uçlar, göze inen perdeler ve yaşanan absürt paranoya bir son bulsun istiyorum. Vincent Van Gogh, insanları sevmekten daha sanatsal bir şey olmadığını hissettiğini söylemiş. Ben de müziğimdeki sorumluluğumu aynı hisle ifade edebilirim.

Günümüzde protest müzik yapmanın ne tür zorlukları var? Bunun yanında protest müzik yapmanın insanlara nasıl bir katkısı var bugün? Örneğin 5-6 yıldır devam eden OHAL var. Siz de "Çek Git OHAL’de" diye şarkı yaptınız.

Protest müzik yapmak akıntıya karşı kürek çekmektir bence. Bu yol maalesef yalnızlığa, eksik ve belki de geç anlaşılmaya mahkumdur. Kendi inandığı doğrular, değerler ve idealleri adına, herhangi bir güce ya da popüler kültüre gerçekçilik pahasına angaje olmadan bir başına bir yol tutmak, ya da benim durumumda olduğu gibi, Ercan Aydın dostum gibi güzel bir yol arkadaşıyla bu yalnızlığı paylaşarak yürümektir. Gerçekçiliği mahalleciliğe kurban vermemektir. İnsanlar alev alev yanıyor diye haykırırken "ama onlar Alevi"; Çocuklar, bebekler öldürülüyor diye haykırırken "ama onlar Kürt"; Gencecik fidanlar, çiçeği burnunda delikanlılar sokak ortasında birbirine kırdırılıyor derken, ‘’ama onlar sağcı, solcu, dinci, devrimci"; Masum insanlar iftiraya kurban gidiyor, yaşlısıyla, genciyle, kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla ve bebeğiyle hapislerde çürütülüyor, sokaklarda coplanıyor derken, "ama onlar şu cemaatten, şu ya da bu ırkın, inancın mensupları" diye gelen itirazlar karşısında inadına insancı ve gerçekçi kalmaktır. Elbette bazı sanatçı arkadaşlarıma göre bu şarkılar ateşten bir gömlek, ölü bir doğum ve belki ticari piyasa adına stratejik bir hata olacak, ama bu şarkıların da er ya da geç hak ettiği kitlelere ulaşacağına ve anlaşılacağına inanıyorum ben. Hem kısa vadede hem de uzun vadede insanlara mutlaka faydalı olacağı kanaatindeyim. Bence gün bugündür, tozlu dumanlı enkaz bugün çökmüş ve en korkunç alevler bugün yükselmekte.

İnsanlık bugün yara alıyor ve bugün ciğeri yanıyorsa, yarayı bugün sarmak ve bir bardak serinliği bugün sunmak gerekir. Bence her bir gerçek sanatçının yeri bugün sırça köşkler ve fildişi saraylar değil, enkazın tozunda dumanında halkının yanı olmalıdır. İnsanların kara gününde bir nefes, bir ümit, bir heyecan olmak, bence kolay, güzel günlere erişildiğinde, yani iş işten geçtikten sonra dünyaların bağışlanmasından daha kıymetli ve faydalı olacaktır.

Albümünüzden sonra size gelen geri dönüşler nasıl? Geri dönüşlere bakarak işlerinizi değerlendirdiğinizde ne tür bir yola girmişsiniz?

Nasıl bir yola girdiğimi ve zorluklarının neler olduğunu kısmen bir önceki sorunuzda cevapladım. Bu yolun güzellikleri de var elbette. Albümüme ve özellikle de albümümün ilk klibi olan ‘Sürgünün Çocuğu’na gelen geri dönüşler çok olumluydu. Klibimin ilk bir kaç haftada 200.000’den fazla izlenmeye ulaşması ve gelen yorumlar beni çok mutlu etti. Bu birçok insan için belki küçük, ama benim için büyük bir şey. Şarkılarımda herkesin kendinden bir şey bulması çok güzel. Kiminin yalnızlığına, hayallerine ve hasretine, kiminin öfkesine, kiminin evlat acısına, kiminin adalet arayışına tercüman olmak ve kendimce bir ses olmak ve onlara bir ümit, heyecan ve cesaret verebilmekten onur duyuyorum. Er ya da geç güzel günler geldiğinde ve ben geriye dönüp baktığımda bugünkü tercihlerim ve girdiğim yolla gurur duyacağıma inanıyorum…

Müziğinizde sürekli toplumsal durumları konu alan bir taraf var. Oysa insanlar müziği eğlence için de dinlemek ister? Neden eğlence tarafı olan şarkılar yok albümünüzde? İleride öyle şarkılar yapacak mısınız?

Şu bir gerçek ki, toplumsal meselelerle alakalı sanat camiasından maalesef hiç denilebilecek kadar az ses yükseldi. Belki korkudan, belki geçim kaygısından, belki bir boşvermişlik, bir ‘neme lazım’cılık, bir ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’cılıktan dolayı herkes kendi yoluna ve işine baktı. Dolayısıyla duyarlı kalmaya gayret eden insanlara da haliyle daha fazla iş düştü. Ben, kendim kalmak ve şarkılarımda kendi ruhumu ve özümü yansıtmak istedim. Enkaz albümü benim 2017 ve 2021 yılları arasında yazdığım şarkılardan bir derleme oldu. Yukarıda da ifade ettiğim gibi gerçekçi ve toplumcu şarkılar bunlar. Kendimi ve şarkılarımı asla hesap ve stratejilerle şekillendirilen ve tüketim için ticari piyasaya sürülen birer ürün olarak görmedim. İnsanlar ne dinlemek ister diye değil, benim yürek yangınım nedir ve içimden neleri söylemek, haykırmak geliyor diyerek yola çıktım. Yanlış anlaşılmasın, bizler elbette halkımızın sanatçılarıyız ve elbette onlara ayna tutup onların şarkılarını yapacağız. Onların sevinciyle mutlu olup, onların acılarıyla üzüleceğiz. Onlarla gülüp onlarla ağlayacağız. Bence zaten bundan dolayıdır ki ilk sorularınızdan birinde Enkaz albümümü siz de tercüme-i halimiz olarak nitelendirdiniz. İnanın bizler de çok yorulduk ve bunaldık. Artık bitsin bu karanlık ve güneşli güzel günler gelsin istiyoruz. Bugün Ercan dostumla halkımızın acısını ve öfkesini paylaştığımız gibi, o gün de en keyifli festivallere en eğlenceli şarkıları yazmayı ve söylemeyi sabırsızlıkla bekliyoruz.

Son olarak üzerinde çalıştığınız işleriniz neler? Önümüzdeki zamanda karşımıza nasıl çıkacaksınız?

Ercan Aydın dostumla albümlerimizdeki şarkılarımızın en az yarısının klibi olsun ve her biri bir öncekinden çok daha kaliteli ve güzel olsun istiyoruz. Şubat ayında albümlerimizle birlikte yayınladığımız kliplerimiz ‘Sürgünün Çocuğu’ ve ‘Ben Seni Çok Sevdim’ ile bence güzel bir başlangıç yaptık. Mayıs ayı sonuna kadar birlikte bir sahne yoğunluğumuz olacak. Sonrasında ikinci kliplerimizi sizlerle buluşturmanın heyecan ve koşturmacasına kapılacağız. Üçüncü, dördüncü ve beşinci klip derken kendimizi bir sonraki albümlerimiz için stüdyoda bulacağız diye düşünüyorum. Uzun lafın kısası, ömrümüz vefa ettiği sürece insanımızı sevecek, onlara gerçekçi bir ayna tutacak, onlarla ağlayıp onlarla gülecek ve onların şarkılarını yazacağız.

Öne Çıkanlar