Şükran Eroğlu: Yeni nafaka düzenlemesinde hem kadınlara hem laikliğe saldırı var

Şükran Eroğlu: Yeni nafaka düzenlemesinde hem kadınlara hem laikliğe saldırı var
Yansıma programında bu haftaki konuğu Av. Şükran Eroğlu idi. Kendisiyle nafaka düzenlemesinin yanı sıra yeni yargı paketinde yer bulacağı söylenen aile arabuluculuk sistemi üzerine konuştuk.

Ayla TÜRKSOY


+GERÇEK- +GerçekTV'nin Youtube hesabındna yayınlanan Ayla Türksoy'un "Yansıma" programının bu haftaki konuğu, İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı avukat Şükran Eroğlu oldu. Nafaka düzenlemesinin yanı sıra yeni yargı paketinde yer bulacağı söylenen aile arabuluculuk sistemi üzerine konuştuğumuz avukat Eroğlu," Medeni Kanun bir devrim yasası. Hukuk birliğini, laikliği sağlayan, özellikle kadınların birey olmalarını sağlayan bir yasa. 96 yıl önce kabul edilmiş ve bütün ailede, eşya ve kişiler hukukunda düzenlemeler yapmış bir yasa. Dolayısıyla aslında bu saldırı, laikliğe yapılan bir saldırı. Tamamen laiklik karşıtı çevrelerin uyandırmaya çalıştığı yanlış algılar, cahilce söylemlerle laiklik ciddi bir saldırı altında" ifadelerini kullandı.

Türkiye'deki nafaka ödemelerinin ağırlıklı olarak kadınlara yapılmasını toplumsal cinsiyet eşitsizliğine bağlı olduğunu dile getiren Eroğlu, "Türkiye'de nafaka yüksek oranda kadınlara ödeniyorsa bunun sebebi kadınların ekonomik olarak son derece güçsüz olmaları, çok düşük oranda istihdam edilmeleri, iş bulamamaları, kazançlarının bir evi idare edecek düzeyde olmamasıdır" dedi.

Av. Şükran Eroğlu ile yaptığımız söyleşinin bir kısmı şöyle:

Nafaka konusu yine gündemde, durumu özetlemenizi rica etsem?

Sanki çok ciddi nafaka tutarları ödeniyormuş gibi suni bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Örneğin 2019 yılında adli yardım bürolarındaki dosyaları incelediğimizde nafaka miktarlarının 350 ile 500 TL arasında değiştiğini gördük. Kadınların yüzde 60’tan fazlası ise hükmedilen bu yoksulluk nafakasını alamıyor. Kadınlar hem korktukları için hem de aynı erkekle, yeniden muhatap olmak istemedikleri için icra işlemi başlatmıyor.  Hatta bir kısmı, nafaka talebiyle dava açtığı halde bu taleplerini geri çekiyor. Yani ortada bir mağduriyet var; ama kadınların mağduriyeti. Kaldı ki Medeni Kanun’daki düzenleme son derece net. Nafaka ödemesi için diyor ki; daha ağır kusuru olmayacak, diğer tarafın maddi gücü oranında verilecek ve kadın-erkek ayrımı olmadan boşanma ile yoksulluğa düşecek olan eşe verilecek. Kanunda erkek-kadın ayrımı yok, erkekler de nafaka talep edebilir.

Türkiye'de nafaka yüksek oranda kadınlara ödeniyorsa bunun sebebi kadınların ekonomik olarak son derece güçsüz olmaları, çok düşük oranda istihdam edilmeleri, iş bulamamaları, kazançlarının bir evi idare edecek düzeyde olmamasıdır.  Tamamen toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan bir durum. Kanunda, toplam olarak bir defaya mahsus verilebileceği ya da aylık olarak verilebileceği düzenlenirken, bunun ömür boyu süreceği, bu nafakanın hiçbir zaman kaldırılmayacağı gibi bir hüküm yok. Böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor. 

Bir sonraki hükümde; ‘eğer nafaka alan taraf ölürse ya da mali durumu düzelirse nafaka ortadan kalkar,’ deniyor, evlenirse de ortadan kalkar. Yine nafaka ödeyen tarafın maddi koşullarında değişiklik olursa, nafakanın verildiği tarihten itibaren daha kötü duruma düşerse, evlenir ve çocukları olursa, geçimini sağlayamayacak bir düzeyde olursa hakkaniyet gereği dava açarak nafakayı eksiltme ya da tamamen kaldırılmasını talep edebiliyor. 

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN BU DÜZENLEMELERİ YAPABİLMEK İÇİN ÇIKILDI

Kadınlara haklarını kullanma konusunda engeller mi çıkarılıyor?

Medeni Kanun’da tanımlanan haklar, kadınların aleyhine işlemeye başladı. İstanbul Sözleşmesi’nden zaten bu nedenle çıkıldığını biliyoruz; bu tarz düzenlemeleri daha rahat yapabilmek adına bu sözleşmeden çıktı Türkiye. Bununla birlikte halen Türkiye'nin imzaladığı "Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması sözleşmesi" (CEDAW) var. Orada da kadınların güçlendirilmesi, istihdamı, kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapılması maddeleri var. Dolayısıyla devletin en önde gelen ödevi kadını güçlendirmek, gerekirse pozitif ayrımcılık yaparak ekonomik, sosyal ve kültürel olarak her yönden desteklenmesini sağlamak olmalıdır, ödevi budur. Maalesef kadınlar evin içine girmeye, sadece çocuk ve yaşlı bakıcılığı gibi görevleri üstlenmeye ve o ailenin içerisinde yaşamaya mahkûm edilmeye zorlanıyorlar. Şimdi nafaka konusunda da bir düzenleme yapıldığı takdirde yine kadınlar mağdur olacak ve belki de boşanmaktan imtina edecek, "evde" duracaklar. Çünkü hiçbir ekonomik güvenceleri olmayacak. Zaten gidecekleri bir yer yok,  kendilerine ait bir mal varlıkları yok. Bir de çocuk var… Kalkıp nereye gidecekler?

Bu tür düzenlemeler yapılırken, her iki cinsin de zarar görmeyeceği şekilde düzenleme yapılması lazım. Bunun için de devlete çok büyük bir görev düşüyor. Devletin bu noktada elbette eşitlikçi düzenlemeler yapması gerekiyor.  Hiçbir zaman için toplumun bir cinsini yüceltip, diğer cinsini ikinci kılmak kabul edilemez. Çünkü devlet hepimizin devleti ve kadınlar bu nüfusun yarısını teşkil ediyor.  Yani belirli bir grup sürekli feryat edip "mağdurum" durumu yaratmaya çalışıyor diye böyle bir düzenleme yapılmaz. Bu düzenleme yapılırken asıl mağdur olan grubun göz önüne alınması gerekir ki; burada asıl mağdur olan kadınlar ve çocuklardır.

Herkes elindeki elektrik, doğalgaz faturalarına baksın; bu nafakalarla bu faturalar ödenebilir mi?

Kadın cinsine karşı hem bir cinskırım hem de çok ciddi bir saldırı var; yani haklarına saldırı var.  Tekrar söylüyorum nafaka kanunundaki düzenlemede kadın ve erkek ayrımı yok. Maddi durumu daha aşağıda olan diğerinden nafaka isteyebilir. Bunu çarpıtmasınlar. Yasalardaki düzenlemeleri çarpıtarak, "kadınlar bu nafakalar ile yan gelip yatıyor" gibi bir algı yaratıyorlar.

Şu anda herkes elindeki faturalara baksın; elektrik ne kadar doğalgaz ne kadar? Verilen nafakalarla bu faturalar ödenebilir mi? Ona da bir baksınlar. Yani biraz hakkaniyetli davranmak, adaletli olmak gerekiyor. Ama maalesef ki bu olmuyor ve kadınların sesleri kesilmek isteniyor.  Bütün yapılan saldırıların sebebi bu.  Çünkü kadınlar haklarını öğrendi,  ses çıkarmaya, haklarını istemeye başladı. Bu da tabii ki egemenlerin hoşuna gitmiyor yani erkekler iktidarı, gücü çok seviyorlar ve asla bundan vazgeçmek istemiyorlar.

Hukuktan uzaklaşılıyor mu?

Ben bir hukukçu olarak gerçekten çok üzüntü duyuyorum.  Yasa yapma tekniği diye bir şey vardır. Ama maalesef ama torba yasalar diye yeni bir yasa biçimi icat edildi. Yani aklınıza gelen her şeyi bu torba içine atıp ve bir gece yarısı (bu da yeni biliyorsunuz) herkesin uykuya daldığı bir saatte, torba yasanın çıkarılması gibi bir yönteme geçildi.

Dünyadaki hiçbir hukuk sisteminde bu yok. Bizim hukuk sistemimizde de yok.  Ama böyle bir sistem icat edildi. Bunun da ötesinde biz kanun hükmündeki kararnamelere karşı çıkarken şimdi Cumhurbaşkanı genelgeleriyle, talimatlarıyla idare edilmeye başlandı. Ben bir hukukçu olarak bu kurulan sistemi anlamıyorum, anlamakta zorlanıyorum ve hukukun katledildiğini seyretmekten de büyük bir üzüntü duyuyorum. Bir gece yarısı bu çıkarılacaktır ve bu da kadınlara karşı işlenmiş, maalesef en büyük suçtur.

AİLE ARABULUCULUĞU SİSTEMİ: "ONA 1 LİRA BİLE VERMEM" DİYEN ERKEKTEN MAL ALMAYA ÇALIŞACAKSINIZ…

Önce bir arabuluculuk kanunu çıkarttılar. Kanunda arabuluculuğun zorunlu olmadığı belirtiliyordu.  Bu olmayınca her konuda zorunlu arabuluculuk koydular.  Önce iş hukukunda başladılar, sonra ticaret, sonra tüketici, şimdi aile… Biz başından beri aile hukukunda arabuluculuğun olamayacağını söylüyoruz. Neden olamaz? Çünkü şiddetin bu kadar çok olduğu, özellikle ev içi şiddetin yoğun olduğu (2019'da merkezimize başvuran kadınların dosyalarını inceledik, kadınlar %92 oranında evde, eşlerinden şiddet görüyorlardı) bir ortamda siz, kadın ve erkeği nasıl bir araya getireceksiniz? Osmaniye'de boşanmakta olan bir kadının eşi, anlaşmak istediğini söyleyerek, avukatın yazıhanesinde kadınla buluştu ve kadını döverek öldürdü. Bunu avukat da engelleyemedi. Hiç kimse engelleyemedi. Bu bizim için çok acı ve bir o kadar da ders alınması gereken bir durum.

Yani siz, ne kadını koruyabilirsiniz ne de arabulucuyu koruyabilirsiniz. Burada ya arabulucuyu da döverek öldürseydi… Sadece mal rejimi üzerinden düşünülüyor. Zaten erkekler mal vermek istemiyorlar. Asıl şiddet bu,  burada ekonomik şiddet var.  Diyor ki erkek; "Ben ona 1 lira bile vermem." Öyle diyen bir erkekten mal almaya çalışacaksınız. Bu gerçekten bir ütopya, ama çok da tehlikeli bir ütopya. Onun için diyoruz ki, siz bunu aklınızdan bile geçirmeyin.

Bunun sonuçlarını hiçbir şekilde kestiremez ve bunun hesabını da veremezsiniz. Yarın öbür gün kadınlar öldürülmeye başlanır, şiddet uygulanmaya başlanırsa bunun hesabını verecek olan ‘arabuluculuk daire başkanı’ mı?  Onun için bir şeyler yapılırken toplumun sosyal/kültürel yapısı mutlaka göz önüne alınmalıdır.  Bu kadar kadın cinayetinin, kadına şiddetin yüksek olduğu bir ülkede aile arabuluculuğu gerçekten çok tehlikelidir.  Buna defalarca işaret ettik ama halen aynı kafada gitmekteler. Bundan bir an önce geri adım atmak, herkesin selameti açısından gerekli.

SALDIRILAR LAİKLİĞE, SIRADA DAHA AĞIR DÜZENLEMELER VAR

Medeni Kanun bir devrim yasası. Hukuk birliğini, laikliği sağlayan, özellikle kadınların birey olmalarını sağlayan bir yasa. 96 yıl önce kabul edilmiş ve bütün ailede, eşya ve kişiler hukukunda düzenlemeler yapmış bir yasa. Dolayısıyla aslında bu saldırı, laikliğe yapılan bir saldırı. Tamamen laiklik karşıtı çevrelerin uyandırmaya çalıştığı yanlış algılar, cahilce söylemlerle laiklik ciddi bir saldırı altında.

Medeni Kanun ve diğer yasalarımız da. Bunun arkasından ne gelecek?  Çocuğun ona tecavüz eden fail ile evlendirilmesi halinde cezasızlık,  çocukların küçük yaşta evlendirilmeleri gündeme gelecek.  Çünkü Medeni Kanun gereği 17 yaşından küçükle evlenmek olası değil,  ama Nüfus Kanunu’nda yapılan bir değişiklikle müftülere resmi nikâh kıyma yetkisi verildi ve onlar bu yetkiyle ne yapıyorlar bilmiyoruz. Hatırlarsanız, Diyarbakır Müftüsü 21 çifti toplu olarak evlendirmişti.  Ondan sonra Adalet Bakanlığı "bu değişiklik henüz yürürlüğe girmedi" açıklaması yaptı. O 21 çifte ne oldu? Acaba gidip belediye nikâhı yaptırdılar mı?  Yaşları neydi?  Medeni Kanun’un öngördüğü o nikâh merasimi yapıldı mı, o sözler söylendi mi?  Hiçbir şey bilmiyoruz. 

Kadınlar bütün haklarını canlarını vererek,  mücadele ile elde ettiler. Yani hiç kimse bize haklarımızı bahşetmedi. Biz aynı şekilde mücadeleye devam edeceğiz.  Belki bir süre, bu haklarımız ellerimizden alınacak ama ben, daha sonrasında Türkiye'deki konjonktür değiştiğinde İstanbul Sözleşmesi’ne tekrar imza konacağından, Medeni Kanunun bize tanıdığı hakları kullanmaya başlayacağımızdan son derece eminim. Şu anda laiklik karşıtı bir algı ve korku oluşturulmaya çalışılıyor. Bu coğrafyada kardeşçe, barış içinde yaşamışız bundan sonra yaşamaya devam edeceğiz. Savaşa da karşıyız çünkü savaşların da en büyük mağdurlarının çocuklar ve kadınlar olduğunu biliyoruz.

Programın tamamı için:

Öne Çıkanlar