Sosyal devlet nedir, nasıl ortaya çıktı? (4)

Sosyal devlet nedir, nasıl ortaya çıktı? (4)
Anavatan Partisi'nin (ANAP) Genel Başkanı, Başbakan Turgut Özal, sosyal devletin öldüğünü ve devletin baba olmadığını söylemek suretiyle politikasını açıkça ortaya koymuştu.

Veli BEYSÜLEN


"Sosyal Devlet Nedir, Nasıl Ortaya Çıktı?" yazı serimize devam ediyoruz. Önceki üç bölümde, sosyal devletin ortaya çıkışı ile dünyadaki gelişimini ele almış ve son yazımda sosyal devlet yazı serisine, Türkiye’de sosyal devletin gelişimi ve uygulanmasıyla devam edeceğimi belirtmiştim. Bu bölümde, Türkiye’de sosyal devletin gelişimini ele alacağım.

Önceki bölümlerde, sosyal devletin temellerinin antik çağa kadar uzandığını ve hukuk devletini tamamlayıcı unsurlardan biri olarak geliştiğini vurgulaşmıştım. Yine modern anlamda sosyal devletin temellerinin, sanayi toplumunun gelişmesine paralel, 1800’li yılların ortalarından itibaren atıldığını belirtmiş ve bu alandaki ilk anayasal güvencenin 1848 Fransa Anayasası olduğunu belirtmiştim. Sosyal devlet vurgusunun, Fransız İşçi Sınıfı'nın mücadelesinin kazanımı olarak 1848 Fransa Anayasası'nda yer almasının yanı sıra, Marx’ın bilimsel sosyalist teorisinin yol göstericiliğinde yükselen sosyalizm mücadelesinin sistem üzerinde baskı oluşturması sonucu, ilk örneği Almanya olmak üzere, merkez kapitalist ülkelerde, sosyal devletin uygulanmasına dair düzenlemeler peş peşe yapılmaya başlandı.

Bu yıllarda, toprağa bağlı feodal yapının hakim olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nda, doğal ve geleneksel dayanışma biçimleri hakimdi. Bu özelliğinden dolayı, yaşlı ve hasta bireylerin bakımlarının ailenin diğer bireylerince yapılmasına dayanan güçlü aile içi dayanışmanın yanında, dini kurumların verdikleri yardımlar ve aynı meslek mensuplarının oluşturdukları sandıklar eliyle ihtiyaç sahiplerine destek verilmeye çalışılıyordu. Ancak bunlara, modern anlamda sosyal devlet uygulamaları demek mümkün değildi. 

Yine Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde, liman, tersane, demir yolları ve askeri işyerleri çalışanları ile memurlar için tekaüt sandıkları kurulmuş ise de, bunlar ülke genelini kapsayan düzenlemeler değildi. Bir başka deyişle, aynı işi yapanlar için veya bölgesel gereklilik olarak bazı sandıklar oluşturulmuştu. Öte yandan, Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan vakıf türü örgütlenmeler ile Kızılay, yoksullara yardım konusunda bir takım işlevler görüyorlardı. Bu yapılanmalar olmakla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nda, kapitalist sanayi toplumlarında 1880’li yıllardan itibaren hayata geçirilen genel bir sigorta sistemi oluşturulmamıştır. Kuşkusuz bunun birinci nedeni, Osmanlı İmparatorluğu'nu, bu alanda adım atmaya zorlayacak bir işçi sınıfı mücadelesinin bulunmayışıdır. Zira Osmanlı İmparatorluğu toprağa bağlı yapıdaydı ve sanayi toplumu olma yolunda adımlar atmamıştı. 

Cumhuriyetin ilk yıllarında da, sosyal güvenlik alanında ciddi adımlar atıldığı söylenemez. Henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken, 1923 yılının 17 Mart - 4 Nisan tarihleri arasında toplanan İzmir İktisat Kongresi'nde bir takım düzenlemeler tartışılmış ve kararlar alınmıştı. Ancak gerek tarıma dayalı ekonomik yapı, gerekse uzun süren savaş sürecinin ardından, kurulan yeni devletin mali gücü bu alanda yatırım yapmaya elverişli değildi. Yine de yeni çıkarılan bazı kanunlarda dolaylı bir takım düzenlemelere yer verilmiştir. Bunların başında; 1925 yılında çıkarılan "Hafta Tatili Kanunu", 1926 yılında çıkarılan "Borçlar Kanunu" ile 1930 yılında çıkarılan ve kadın ile çocuk işçilerin çalışma usullerine yer verilen "Umumi Hıfzıssıhha Kanunu"dur. Yine bu dönemde genel bir sigorta düzenlemesi yapılmasa da, bölgesel ve belli iş alanlarını kapsayan emekli sandığı düzenlemeleri yapılmıştır.

İlk kez, 1936 yılında çıkarılan 3008 sayılı İş Kanunu'nda, işçileri çeşitli tehlikelere karşı korumak üzere sosyal sigortalar kurulmasına yer verilmiştir. Ancak İş Kanunu'nda yapılan bu düzenlemeye rağmen, 1945 yılına kadar bu alanda herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Türkiye’de çağdaş anlamda sosyal sigortalara ilişkin ilk kanun, 1945 yılının 27 Haziran’ında çıkarılan 4772 sayılı, İş Kazaları, Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu'dur. 16 Temmuz 1945 tarihinde İşçi Sigortaları Kurumu Kanunu'nun çıkarılmasıyla, bu alanda kurumsallaşmaya doğru adımlar atılmaya başlanmıştır. 2 Haziran 1949 tarihinde bu sefer, 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanunu çıkarılmıştır. Yine aynı yıl, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu çıkarılmış ve kamu çalışanlarına hizmet verecek olan Emekli Sandığı kurulmuştur.

Türkiye ikinci büyük emperyalist paylaşım (İkinci Dünya Savaşı) savaşının ardından, sosyal güvenlik alanında yaşanan gelişmelere ayak uydurmak için, peş peşe kanuni düzenlemeler yapmaya ve değişik sigorta kollarını uygulamaya koymaya başladı. Bu süreçte, 10 Aralık 1948 tarihinde, Birleşmiş Genel Kurulu'nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ile Dünya Sağlık Örgütü Anayasası'nı peş peşe onaylayan ve taraf olan Türkiye, bu sözleşmelerle sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında devletlere getirilen yükümlülüklere uygun düzenlemeler yapmayı taahhüt etmiş oldu. Böylece sosyal güvenlik alanındaki düzenlemelerine devam ederek, 1950 yılında Hastalık ve Analık Sigortaları Kanunu'nu, 1957 yılında ise Maluliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Kanunu'nu yürürlüğe koydu. Tüm bu düzenlemelerle, sosyal devlet uygulamalarını diğer birçok ülkeden çok sonra hayata geçiren Türkiye, parçalı da olsa sistemi uygulamaya koymaya hız verdi.

Türkiye’de sosyal devlet ilk kez 1961 Anayasası ile anayasal güvenceye kavuştu. Nitekim bu Anayasa, yurttaşların sağlık ve sosyal güvenlik haklarına dair düzenlemelere yer verirken, devlete de bu hakları sağlamak üzere yükümlülükler getirmiştir. Kuşkusuz bu alanda yapılan en önemli ve en kapsamlı kanun, 5 Ocak 1961 tarihinde çıkarılan 224 sayılı, Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Kanunu'dur.  Bu Kanun, "Sağlık Alanında Sosyalleştirme" programı ile, tüm sağlık hizmetlerinin genel bütçeden finanse edilmesini ve tüm yurttaşlara parasız olarak verilmesini getirmekteydi. Yasanın amacı, tüm yurttaşların sağlık güvencesine sahip olmasını sağlamaktı. 1978 yılında, Alma-Ata’da toplanan Dünya Sağlık Örgütü Konferansı'nda, katılımcı bütün ülkelere önerilen Sosyalleştirme Programı, birçok eksiğiyle 1984 ylında Türkiye’nin tamamında uygulamaya kondu.

Sosyal Güvenlik alanında peş peşe yapılan düzenlemelerin en kapsamlısı, 1964 yılında, tüm sigorta kollarını tek çatı altında toplayan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu'ydu. Bu yasayla, 1945 yılından itibaren işçileri ilgilendiren ve değişik tarihlerde çıkarılan farklı sigorta kollarına dair düzenlemeleri içeren kanunlar tek çatı altında birleştirilmiş oldu. Bunu 1971 yılında çıkarılan 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu izledi. Yine aynı dönemde Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) "Sosyal Güvenliğin Asgari Normlarına" ilişkin 102 sayılı sözleşmesi kabul edilerek yürürlüğe kondu. Böylece Türkiye, uluslararası belgelerde yer alan, hastalık, analık, sakatlık, yaşlılık, iş kazası, işsizlik, ölüm, meslek hastalığı ve aile sigortalarında düzenleme yükümlülüğünü kabul etmiş oldu. Türkiye’nin köy nüfusunun, 1960’lı ve 1970’li yıllarda hızla kentlere göç etmesiyle, önceki yıllarda kendisine ait toprakta sigorta güvencesi olmadan çalışan birçok yaşlı insan, kentlerde büyük bir güvencesiz grubu oluşturdular. Birçoğu yaşlı, hasta, gelirden yoksun ve güvencesiz olan bu insanlara destek amacıyla, 1976 yılında 2022 sayılı 65 Yaş Aylığı Kanunu yürürlüğe kondu ve 65 yaş üstü yaşlı, kimsesiz ve muhtaç yurttaşlara aylık bağlandı. Ancak bu aylık, günün koşullarında, bu yaşlı bireylerin insanca yaşamalarına yetecek düzeyde değildi.

1980 Darbesi'nin ardından bu alandaki düzenlemeler devam etti. Örneğin, 1983 yılında sosyal yardım hizmetlerini tek çatı altında toplayan Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) yeniden yapılandırıldı. Yine 1983 yılında 2925 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2926 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu çıkarıldı. 1986 yılında, Sosyal Dayanışma ve Destekleme Fonu, halk arasında bilinen adıyla Fak/Fuk fonu oluşturuldu, 1989 yılında Avrupa Sosyal Güvenlik Şartı onaylandı, 1992 yılında ise "Yeşil Kart" uygulaması başlatıldı. Dikkat edilirse 1980 sonrasının düzenlemeleri, daha ziyade yardım sağlama üzerine oturtulan düzenlemelerdir. Zira 24 Ocak Kararları ile dünyayla paralel olarak Türkiye’de uygulamaya konan Yeni Liberal (Neoliberal) Program, sosyal devleti geriletmiş ve devletin genel bütçeden bu alana yaptığı kaynak transferini aşağı çekmiştir. Bu nedenle, sosyal devletin yerini, sosyal yardımlar almaya başladı ve bunlar, iş başında bulunan iktidarın ya da hükümetin lütfu olarak kanıksatıldı. Böylece, devleti ekonomik faaliyetlerden çekerek, halkı serbest piyasanın kâr hırsına teslim eden ve devletin sosyal yönünü tasfiye eden siyasi yapılar, bu yardımlardan oy devşirdiler.  

Ne yazık ki, 24 Ocak 1980 tarihinde ilan edilen IMF patentli Yeni Liberal Ekonomik Program, sosyal devletin geriletilmesinde bir dönüm noktası oldu. Bu program, Türkiye’de ekonomik ve sosyal bir geriye gidişin programı olarak uygulamaya konarken; 12 Eylül Darbesi ise onun siyasi ortamını hazırlamak ve programın uygulamasının yolu üzerindeki örgütlü yapıları ortadan kaldırmak için yapılmıştı. Nitekim 24 Ocak Kararları'nın mimarı, o zamanın Başbakanlık Müsteşarı, 12 Eylül Darbe Hükümeti'nin Başbakan Yardımcısı ve 12 Eylül sonrasında 1983 yılında yapılan ilk seçimlerde iktidar olan Anavatan Partisi'nin (ANAP) Genel Başkanı, Başbakan Turgut Özal, sosyal devletin öldüğünü ve devletin baba olmadığını söylemek suretiyle politikasını açıkça ortaya koymuştu.

Evet, devleti ekonomik faaliyetlerden çeken, birçok kamu kurumunu özelleştirme adı altında yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çeken yeni liberal anlayış, sosyal devlet alanında da önemli hak gasplarına imza attı. Elbette bu politikanın uygulanması, 1980’lerle sınırlı kalmadı. 12 Eylül faşist darbesinin oluşturduğu otoriter yönetim mekanizması, sonraki yıllarda sosyal devlet yapısında köklü değişiklere gitti ve bu ülke emekçileri, sağlık ve sosyal güvenlikte önemli hak kayıpları yaşadılar.

Bir sonraki yazıda, Türkiye'de sosyal devletin gelişimi ve uygulanması konusunu işlemeye devam edeceğim.

Hoşça kalın, sağlıklı kalın!

Öne Çıkanlar