'Romantik aşka dayalı evliliklerin çok yeni olduğunu görüyoruz'

'Romantik aşka dayalı evliliklerin çok yeni olduğunu görüyoruz'
Ezgi Sarıtaş: Geçmişte Osmanlı'da eşcinsellik var mıydı, sorusu gerçekliğin karmaşıklığını da, yani Osmanlı toplumunun karmaşıklığını da anlamamız için elverişli bir araç sunmuyor.

ARTI GERÇEK- Merve Küçüksarp ile Kadın Farkı programına yazar ve akademisyen Ezgi Sarıtaş konuk oldu. ARTI TV'de ekrana gelen programda, Sarıtaş'ın geçtiğimiz yıl yayımlanan çalışması Cinsel Normalliğin Kuruluşu kitabı ekseninde, Osmanlı'daki cinsellik ve toplumsal cinsiyet meselesi konuşuldu.

'ASLINDA 20. YÜZYILA GELMEDEN ÖNCE BÜYÜK BİR DÖNÜŞÜM YAŞANMIŞ'

"Cinselliğin bir sorunsal olarak ele alınmaya başladığı bir dönem 19. yüzyıl" diyen Sarıtaş araştırmasına nasıl başladığını şöyle anlattı:

"Aslında bir cinsellik nesnesinin yaratıldığı ve yaratılan o sorunun çözülmeye çalışıldığı bir dönem. Ben de 20. yüzyılın ortasında, 1940'lar, 50'ler, Türkiye'de bu bilim dalının önemli eserlerinin çevrilmeye başlandığını, özellikle Osmanlı'dan gelen ve cumhuriyet döneminde de önemli nöropsikiyatrların bu alanlarda eserler vermeye başladığını fark ettim ve bu döneme bakma niyetiyle yola çıktım. Fakat bu döneme bakarken şöyle bir şey fark ettim: Aslında 20. yüzyıla gelmeden önce büyük bir dönüşüm yaşanmış gibi görünüyordu. 19. yüzyılın başına baktığımızda, örneğin Enderunlu Fazıl'ın erkeklere yönelik hem cinsel hem duygusal bağlılıkları ifade eden eserleri ve başka pek çok eser varlığını sürdürürken, yüzyıl sonuna geldiğimizde bu toplumsal ya da bireysel bir sapkınlık olarak ele alınmaya başlanıyordu. Bu dönüşüm nasıl oldu, bunu merak ettim." 

'EROTİZMİ, İÇİNDE PEK ÇOK EYLEMİ VE DUYGUYU BARINDIRAN BİR KAVRAM OLDUĞU İÇİN TERCİH EDİYORUM'

Sarıtaş, çalışmasında da tartıştığı "heteronormatiflik" kavramını şöyle açıkladı:

"Heteroseksüel olanın normalleştirilmesi diyebiliriz belki. Ama aynı zamanda pek çok normalleştirmeyi de içeriyordu, heteronormatifleşme süreci. Belirli bir cinsellik biçiminin olması ve evlilik içinde olması, o evliliğin mümkıünse romantik bir aşka dayalı olması, tek eşli olmasına, cinselliğin ancak bu şekilde normal, sağlıklı, iyi ve doğru kabul edilmesine yönelik bir rejim diyebiliriz. Bunun dışında kalan pak çok biçimin, mesela cinsel arzunun olmadığı aşkın, ki Osmanlı'da tasavvufların da yaşadığı gibi, bu tip aşkınlaştırılmış aşk biçimlerinin de normun dışında kaldığı bir ideal tipin tanımlanması süreci. Bu 19. yüzyılın ikinci yarısına işaretlenen bir dönemdir." 

"Geçmişte Osmanlı'da eşcinsellik var mıydı, sorusu aslında bugünün kategorilerini oraya yansıtmak, kavramları yanlış kullanmak gibi basitçe bir soruna yol açmıyor. Aynı zamanda gerçekliğin karmaşıklığını da, yani Osmanlı toplumunun karmaşıklığını da anlamamız için elverişli bir araç sunmuyor diyebiliriz. Bunun tehlikelerinden kaçınmak için aslında homoseksüellik kavramını kullanmadım" diyen Sarıtaş, "Erotizmi ise aslında içinde pek çok eylemi ve duyguyu barındıran bir kavram olduğu için tercih ediyorum. Yani illaki tensel bir şey olmak zorunda değil. Tinsel aşk biçimlerini de içine koyarak ele alıyorum ve biraz da bu nedenle bu kavramı tercih ediyorum" dedi. 

'ROMANTİK AŞKA DAYALI EVLİLİKLER ÇOK YENİ BİR ŞEY'

Sarıtaş, "Heteronormatiflik sürecinde kadın hareketinin etkisi oldu mu? Çünkü aynı dönemlere denk geliyor ikisini de ivme alması aşağı yukarı" sorusuna şu yanıtı verdi:

"Şu çok önemli bir şey: O dönemde artık evliliğin tanımı ve kadınların evlilikten beklentileri değişmeye başlıyor. Daha eşit, daha fazla söz hakkına sahip ve tek eşli oldukları, eşleriyle bir arkadaşlık, bir yoldaşlık içerisinde oldukları evlilikler hayal ediyorlar ama bunu uygun erkekleri bir türlü bulamıyorlar gibi görünüyor. Bu sürece şöyle bir etkide bulunuyor: Artık aşkın tinsel şeylerden arındığı, dünyevi hale geldiği ve aynı zamanda evlilikle eşleştirildiği bir manzaranın içine yerleşiyor. Ama bugün bile baktığımızda bu ne kadar oluyor, ne kadar gerçekleşiyor, çok tartışmalı. Bir-iki nesil öncesine bile gittiğimizde aslında romantik aşka dayalı evliliklerin, kentli sınıflar açısından da çok yeni bir şey olduğunu görebiliyoruz. O yüzden bunu bir idealin tanımlanması olarak görmek gerekiyor. Yani bir toplumsal gerçeklik veya toplumsal dönüşüme denk düşürmek doğru olmayabilir."

Öne Çıkanlar