Prof. Doğanay: Erdoğan kriz anlarındaki popülaritesini sürekli kılamıyor

Prof. Doğanay: Erdoğan kriz anlarındaki popülaritesini sürekli kılamıyor
Prof. Ülkü Doğanay'a göre Cumhurbaşkanı’nın bugün artan görev onayı, normalleşme yaşandığında düşecektir.

Derya OKATAN


ARTI GERÇEK- Ankara Üniversitesi’nden KHK ile ihraç edilen Prof. Ülkü Doğanay, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın görev onayının artmış olmasını Artı Gerçek’e değerlendirdi.

Erdoğan’ın kriz anlarında ya da olağanüstü dönemlerde yükselen popülaritesini sürekli kılmakta zorlandığını düşünen Doğanay, Türkiye’de kısa vadede daha otoriter günler bekliyor. Ancak bunun çok uzun süremeyeceğini düşünüyor. Çünkü Doğanay’a göre, Türkiye’de baskılar karşısında yılmayan direngen çok insan var. 

Tüm dünyada hiçbir hiç bir şeyin aynı kalmayacağını da belirten Doğanay, "Bugünden bakarak en azından bizim görebileceğimiz bir gelecekte kapitalizm açısından yeni bir başlangıç mümkün olur diyemem ama sosyal demokrasi bakımından bir fırsat doğurabilir sanırım" diyor.

Prof. Ülkü Doğanay’ın Artı Gerçek’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

-Metropoll'ün araştırmasına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "görev onayı" Mart'ta, yüzde 55.8'e çıktı. Bu oran, Şubat'ta yüzde 41.1 idi. Sadece Türkiye'de değil salgının yaşandığı tüm ülkelerde liderlerin güven oylarında artış var. Bu ne anlama geliyor? Neden artıyor? 

Evet, bu tüm dünyada gözlemlenen bir durum. Bize kriz dönemlerinde, insanların politik tercihlerinden ya da fikir ayrılıklarından bağımsız olarak gücü elinde bulunduran ve çabuk hareket edebilme imkânına sahip olan aktörlerden, dolayısıyla da iktidarda kim varsa ondan medet umduklarını gösteriyor. Bir şekilde zorlukların güçlü iktidarlar tarafından daha kolay aşılabileceğine, kontrolün daha çabuk sağlanabileceğine inanmak istiyorlar. Ancak burada Türkiye bakımından bir parantez açıp Murat Yetkin’in 20 Nisan tarihli yazısında dikkat çektiği bir noktayı hatırlatmak istiyorum ben de. Yetkin söz konusu araştırmanın daha öncekiler gibi yüzyüze değil, telefonla yapıldığını söylüyor. Yani bir araştırma şirketinden olduğunu söyleyen biri, sizi telefonla arıyor ve Cumhurbaşkanı hakkında sorular soruyor. Türkiye’de hâkim olan korku atmosferinde, telefonla yöneltilen bu tür soruları yanıtlarken insanların gerçek görüşlerini çekinmeksizin dile getirebildiklerini düşünmek yanıltıcı olur. Yani görev onayı ve popülariteyi belirten bu rakamların ne kadarının insanların gerçek algılarını ya da kanaatlerini yansıttığını söylemek çok kolay değil. 

‘ERDOĞAN KRİZ ANLARINDAKİ POPÜLARİTESİNİ SÜREKLİ KILAMIYOR’

-Erdoğan'ın görev onayının artması, bazı yazarlar tarafından seçimlere de yansıyacağı şeklinde yorumlandı. Bu görüşe katılıyor musunuz?

Hemen bir seçim yapılıyor olsaydı, bunun bir miktar seçmen tercihine de yansıyacağı düşünülebilirdi. Ancak veriler uzunca bir süredir, en azından 7 Haziran Genel Seçimleri’nden bu yana, Erdoğan’ın kriz anlarında ya da olağanüstü dönemlerde yükselen popülaritesini sürekli kılmakta zorlandığını gösteriyor. Sert çıkışlar yaptığı, ulusal güvenlik söylemini tırmandırdığı veya milliyetçi hezeyanlara seslenebildiği dönemlerde yükselen ivme, hemen ardından, görece normalleşme yaşandığında düşüyor. Bu sebeple iktidar sürekli olarak birbirine eklenen krizler yaratmaya ihtiyaç duyuyor. Son birkaç yıla bakın. Dış politikada olsun, ekonomide olsun, siyasette olsun, ülkenin şöyle ya da böyle bir kriz halinde olmadığı çok az dönem görürsünüz. 

‘SİYASAL KRİZ KAÇINILMAZ’

-Salgın, ekonomik krizi de beraberinde getirdi. Peki, salgının siyasal krizler doğuracağını düşünüyor musunuz?

Salgın, zaten var olan ekonomik krizin üzerine geldi. Dolayısıyla, toplumun yoksul kesimlerinin evlerinde, mutfaklarında zaten görünür olan ve yaşanan krizi toplumun daha geniş kesimlerine yaydı. Bir bakıma, şimdiye kadar kendisini ekonomik bakımdan belli bir güvence altında hisseden veya yuvarlanıp giden daha geniş bir toplum kesimini yoksullukta eşitleyecek gibi görünüyor. Salgın, büyük bir bilinmezi de beraberinde taşıyor. Yalnızca sıradan insanlar değil, bence politikacılar ve karar alıcılar da bugünden yarını ya da bundan birkaç ay sonrasını göremez haldeler. Salgının nasıl sonlandırılacağı, bilinmiyor. Dolayısıyla ekonomiye ve toplumsal hayatın diğer alanlarına etkisinin ne olacağı da tam olarak kestirilemiyor. Böyle bir belirsizlik hali, siyasal krizi de kaçınılmaz hale getirecektir.

TÜRKİYE’DE BASKILARIN YILDIRAMADIĞI DİRENGEN İNSAN ÇOK

-Türkiye’de insanlar bir yandan sağlıkları ve yaşamları için mücadele ederken, bir yandan baskıcı politikalarla uğraşmak zorunda. CHP’li belediyelerin çalışmalarının engellenmesi, basına cezalar, vs. Türkiye’yi daha otoriter günler mi bekliyor?

Salgın, kriz, otoriter politikacıların hareket alanlarını genişletebilmeleri bakımından bulunmaz bir fırsat sunuyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada böyle. Ancak Türkiye toplumunun bir özelliği, her ne kadar çoğunluk baskı karşısında sessiz kalıyor veya görünmez olmayı yeğliyor gibi dursa da, baskıların yıldıramadığı, en ufak bir normalleşme anında yeniden kafasını kaldıran, yeni yollar, çıkış noktaları, kaçış kapıları arayan, çeşitli ve direngen insanların da çok olduğu bir ülke… Bu sebeple, iktidardakiler neredeyse 20 yıldır eğitim de dahil olmak üzere bu yolda tüm imkânları kullanıyor olsalar da hâlâ kültürel iktidar olamamaktan yakınıyorlar. Bu maya bu toplumda tutmuyor. Kadın hareketini, Kürt hareketini bastıramıyorlar mesela. Gençleri ikna edemiyorlar büyük ölçüde. Tüm baskı ve sansüre rağmen, alternatif bilginin dolaşımının önünü tümüyle kesemiyorlar. Yani evet, kısa vadede daha otoriter günlerle karşılaşacağımız muhtemel. Ancak bunun çok uzun süremeyeceğini düşünüyorum.

-İktidarın salgınla ilgili söylemleri hep umut vermeye yönelik. Uzmanların açıklamalarına baktığımızda, bu söylemler bazen "gerçekler"e ters düşüyor. Siz iktidarın söylemlerini nasıl okuyorsunuz, doğru bir yöntem mi?

Bu yönde iktidarın da onun medyasının da sicili pek temiz değil. Elazığ depreminde su alan çadırlarda çekim yapıp depremzedelere "Mutlusunuz değil mi, mutlu mutlu oturuyorsunuz" diye soran muhabiri hatırlayın. İşsizlik alıp başını gitmişken tozpembe ekonomi tablosu çizen siyasetçileri, gazetecileri, ekranlardaki yorumcuları hatırlayın. Bu bakımdan hem iktidarın hem de onun sözcülerinin kamuoyundaki güvenilirliği, Sağlık Bakanı’nın bütün bu süreçte olumlu bir imaj çizme ve güven aşılama çabasına rağmen yüksek değil. Yani iktidar çevreleri daha öncesinde güvenilirliklerini ve inandırıcılıklarını sarsacak öyle büyük hatalar yaptılar ki, şimdi böylesine kritik bir durumda, gerçekleri söyleseler dahi, ne derecede inandırıcı olacakları şüpheli. Kaldı ki Sağlık Bakanı daha 9 Mart’ta Türkiye erken önlemler aldığı için salgının Türkiye’yi teğet geçtiğini açıklıyordu. Bugünlerde ise Türkiye’nin korona ile mücadelesinin tüm dünyayı kıskandırdığına dair haberler yayınlanıyor. Yapılan açıklamalarla bir başarı hikâyesi yazılmaya çalışılıyor. Ancak açıklanan rakamlar, dünya verileri ve Türkiye verilerinin sıralaması, Türk Tabipleri Birliği’nin yaptığı açıklamalar, tablonun hiç de çizildiği kadar parlak olmadığını gösteriyor. 

‘HİÇBİR ŞEY AYNI KALMAYACAK’

-Pandemi aynı zamanda küresel düzene, kapitalizme, neoliberalizme dair tartışmaları da yoğunlaştırdı. COVID-19 yeni bir başlangıca yol açar mı, yoksa her şey daha mı kötüye gider?

Salgının sonuçlarının nereye kadar varabileceğini tahmin etmek güç. Ancak hiçbir şeyin aynı kalamayacağı kesin. Belki üretim süreçleri daha fazla insansızlaştırılacak. Tüketim alışkanlıkları bir derecede değişecek. Dünyanın bir yanı daha fazla otoriter rejimlere meylederken bir yanında ise muhtemelen sağlık, eğitim, istihdam gibi alanlarda sosyal devlet politikaları yeniden ele alınacak. Bugünden bakarak en azından bizim görebileceğimiz bir gelecekte kapitalizm açısından yeni bir başlangıç mümkün olur diyemem ama sosyal demokrasi bakımından bir fırsat doğurabilir sanırım. 

Öne Çıkanlar