Oslo’da PKK-Devlet nasıl görüştü?

İmralı Süreci gibi Oslo Süreci de maalesef ki AKP’nin ve Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma hırsına kurban oldu.

İmralı Görüşme sürecini anlatan "İmralı Notları" kitabından sonra şimdi de gazeteci Amed Dicle’nin belgelere dayandırarak kaleme aldığı "Türkiye-PKK görüşmeleri" kitabı yayınlandı. Dicle, kitabın büyük bölümünü kamuoyunda "Oslo Süreci" olarak bilinen görüşmelere ayırıyor. Ayrıntılara geçmeden kitapla ilgili hemen burada bir eleştiri yapmak gerekir ki, o da  "İmralı Notları" gibi bu kitabın da en başından itibaren "izin verilen" bir sınırlama ile kaleme alınmış olması, 1 belge dışında kitapta başka belgeye yer verilmemesi ve sadece kısa mutabakat metinlerinin paylaşılması fakat görüşme protokollerinin okuyucu ile paylaşılmaması.

Amed Dicle yine de Kürt Sorunu ve Türkiye-PKK ilişkilerini inceleyen akademisyen ve yazarlar için oldukça önemli, kaynak niteliğinde bir çalışma ortaya koymuş. Bu kadarı bile aslında görüşmelerin niteliğini, amacını, işleyişini hedeflerini ve de görüşmelerin neden ve nasıl sonlandırıldığını anlamak isteyenler açısından önemli bilgiler sunuyor.

Bugün herkesi PKK’li olmakla ya da terörist olmakla suçlayan Erdoğan ve AKP’nin pragmatik, çıkarcı ve kendi iktidarı için her tür kötülüğe teşne siyasetini göstermesi bakımından da bu kitap oldukça çarpıcı bilgiler içeriyor.

2005’le birlikte başlayan ve Oslo’da süreklilik kazanan sürece dair öne çıkan çarpıcı bazı noktalar şöyle:

Sabri Ok Ankara‘da

2005 yılında Mit Müsteşarı Emre Taner’in, Ahmet Türk ile görüşmesinden sonra başlayan süreçle birlikte 2006‘nın Eylül ayı ortalarında Ankara’da gizli bir görüşme gerçekleşiyor. Devlet adına MİT müsteşarı Emre Taner’in katıldığı bu görüşmeye Ahmet Türk, Aysel Tuğluk’un yanı sıra Kandil’den Türkiye’ye gelen Sabri Ok da katılıyor. Sabri Ok uzun süre Bursa’da cezaevinde yatmış ve PKK’nin merkez yürütmesinde yer alan bir isim olarak ve de PKK’li kimliğiyle bu görüşmede yer alıyor. Bu, PKK ile Devletin ve Erdoğan-AKP hükümetinin ilk aracısız resmi görüşmesidir. Ve bu görüşme elbette Erdoğan’ın, MGK’nın bilgisi ve onayı dahilinde yapılıyor.

„Esir Askerleri Öldürün"

Sabri Ok ve Emre Taner, Ankara’daki görüşmeden tam bir yıl sonra bu kez AB’nin başkenti Brüksel’de yeniden bir araya geliyor. 1 Kasım 2007’de gerçekleşen bu yeni görüşmeye ise, Kürt tarafını Sabri Ok, Zübeyir Aydar ve Adem Uzun; devlet tarafını ise Emre Taner’in yanı sıra 2 MİT elemanı temsil ediyor. Bu görüşme, Norveç’in eski başbakanı ve Dışişleri Bakanı tarafından organize ediliyor. Kitapta ismi açıklanmıyor. Bu görüşmede Emre Taner, PKK’li Sabri Ok’a doğrudan, lafını evirip çevirmeden Oremar baskınında esir alınan 8 askeri de öldürün diyor. Bir devlet yetkilisi PKK’den kendi askerlerini öldürmesini istiyor: "O askerleri bırakmayın. Zaten 40 tanesini öldürdünüz, o 8 kişiyi de öldürün" (s. 59). PKK askerleri elbette öldürümüyor, başka heyetlerin de devreye girmesiyle 8 esir asker Güney Kürdistan’da Amerikalı yetkililere teslim ediliyor.

Oslo’da 10 Görüşme

Oslo‘da gerçekleşen düzenli görüşmeler kamuoyunda sanki bir kaç görüşmeymiş gibi biliniyor. Oysa Eylül 2008’de başlayan ve Mayıs 2011’de sona eren toplam 10 görüşme gerçekleştiriliyor. Görüşmelerin çoğunda PKK’yi ve Kandil’i temsilen Mustafa Karasu ve Sozdar Avesta katılırken yine Kürt tarafını temsilen Avrupa’dan Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Adem Uzun gibi isimler katılıyor. Devlet tarafını temsilen ise Erdoğan’ın görevlendirdiği Emre Taner, Afet Güneş, Hakan Fidan ve Ozan kod adıyla MİT görevlileri yer alıyor. Ozan adındaki bu görevlinin daha sonra Fransa’nın başkenti Paris’te katledilen 3 Kürt siyasetçi kadın Sakine Cansız, Leyla Şaylemez ve Fidan Doğan’a dönük suikastı tertip eden kişi olduğu iddia ediliyor.

Aracı Kurumlar ve Üçüncü Göz

Oslo görüşmeleri, her ne kadar Norveç’in ev sahipliğinde yapılmış olsa da, bu süreç İngiltere, AB ve ABD tarafından da destekleniyor. Norveç, Kandil’den görüşmelere katılacak PKK temsilcileri için seyahat kolaylığın yanı sıra görüşmelerin lojistik alt yapısını ve güvenliğini sağlıyor. Aracı kişiler, tarafların doğrudan görüşmelerinde yer almıyor. Bu daha çok devlet yetkililerinin isteği oluyor. Aracılar, gerçek manada taraflar arasında bir araya gelme ve diyalog geliştirme görevi ile mutabakat metinlerini birleştirme görevini üstleniyor. 2009 yılı Şubat ayında aracı kurum yetkilileri görevleri gereği Ankara’da hükümet yetkilileriyle bir görüşme yaptıktan sonra Kandil’e geçip PKK yetkilileri ile de bir görüşme gerçekleştiriyor. Fakat Ankara’da çok ciddi bir hata yapıp hükümet yetkililerine Kandil’deki görüşme tarihinden de bahsediyorlar. Heyet tabi ki insansız hava araçlarıyla izleniyor. Kandil’deki görüşmeden ayrıldıktan çok kısa bir süre sonra buluşma noktası savaş uçaklarıyla bombalanıyor. Kazan bombalarının kullanıldığı saldırı da aracı kurumdan kimseye bir şey olmuyor, fakat Mustafa Karasu ve Murat Karayılan’ın ciddi ölüm tehlikesi atlattıkları ifade ediliyor. Devlet, Oslo’da görüştüğü muhataplarını Kandil’de öldürmeye çalışarak hem etik sınırları aşıyor hem de çözüm sürecindeki asıl niyetini göstermiş oluyor.

MİT Görevlisi Ozan

Oslo görüşmelerine katılan ve adı Ozan olarak belirtilen görevliyle ilgili çarpıcı bir iddia ortaya atılıyor. Amed Dicle’ye göre, MİT görevlisi Ozan, Paris’teki suikastın planlayıcısı olan kişi. Bu iddia kanımca geçtiğimiz aylarda Güney Kürdistan’da PKK’nin bir karşı istihbarat çalışmasıyla 2 üst düzey MİT elemanını ele geçirdiği bilgisiyle birleşince daha da ilginç hale geliyor. Bu haberin ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra PKK’nin ele geçirdiği bu MİT görevlilerinden biri için de benzer bir iddia ortaya atılıyor ve Paris suikastını planlayan MİT görevlisinin yakalandığı söylentileri yayılıyor. Şimdi şu soruyu cevaplayıp cevaplamamak Mustafa Karasu’nun elinde, zira hem Oslo’daki Ozan’ı hem de şu an tuttukları MİT görevlisini bilen ve tanıyan 3 kişiden birisi Karasu. PKK’nin şu an elindeki MİT görevlisi Oslo sürecindeki ve Paris Suikastını planlayan Ozan mı?

Görüşmelerin Amacı

Erdoğan‘ın bilgisi ve isteği doğrultusunda Oslo’ya heyet gönderip PKK ile görüşme yürütmesinin temel amacı, Kürt sorununu demokratik ve barışçıl bir yöntemle çözüme kavuşturmak değil, bilakis PKK’yi yaklaşan her seçimlerde ateşkese ve sınır ötesine çekilmeye ikna etmektir. Tüm görüşmeler boyunca devlet heyetinin PKK’den somut olarak istediği, talep ettiği en önemli şey budur. Yani AKP’nin ve Erdoğan’ın elinde gerek silahsızlanmaya gerekse Kürt sorununun çözümüne dair herhangi bir model yok. PKK ile diyalog başlatması ve sürdürmesi, Kürt Sorununu çözmek istiyormuş gibi görünmesiyle, bu sayede Kürt seçmenlerin de desteğini kazanmak istemesiyle ve de PKK’yi masada tutarak pasifize etmek istemesiyle ilişkili.

PKK’nin görüşmelerdeki temel amacı ise, dünya devletlerinin de desteklediği bir sürece dahil olarak barış ve çözümden çekinmediğini, kendi pozisyonunun çözüm olduğunu göstermek ve de muhataplık pozisyonunu güçlendirmek. 1984’te başlayan silahlı mücadele döneminde ilk defa resmi düzeyde başlatılan böyle bir girişimi heba etmemek, elinin tersiyle itmemek. Sürecin doğurduğu atmosferden faydalanarak toplumsal ve siyasal meşruiyetini daha da güçlendirmek.

Fakat ilginç olan ve belki de eleştirilmeyi gerektiren bir nokta PKK’nin Oslo süreci boyunca sergilediği tutum. PKK, ta en başından itibaren AKP’nin Kürt meselesini çözmek için değil, bir oyalama stratejisi ile masaya oturduğunu görüyor ve iddia ediyor. Bununla birlikte AKP ve Devletin Oslo Sürecine pek çok kez büyük „çelmeler" takmış olduğu da kitapta pek çok örneğiyle anlatılıyor. Sorun şu ki PKK, tüm bunların farkında ve bilincinde olmasına rağmen, görüşmelerden çekilmeyi veya görüşmeleri dondurmayı bir kez olsun aklından bile geçirmiyor. Her şeye rağmen masada kalmayı tercih ediyor.

Bu yaklaşımıyla Kürt tarafı, İmralı Sürecinde olduğu gibi Oslo Sürecinde de Erdoğan ve AKP’ye gereğinden fazla tolerans gösteren, gereğinden fazla zaman tanıyan bir tutum sergilemiş oluyor. Peki her şeye rağmen süreci neden devam ettirdiniz sorusuna verdikleri cevap da benzer biçimde ilginç: "Devleti barış konusunda cesaretlendirmek". Bu açıklamaya göre sanki masada savaşın, Kürt sorununun bir tarafı değil, arabulucu rolüne kendini kaptırmış bir PKK oturuyor gibi. Oysa ki bu söz konusu rolün muhatabı PKK’den ziyade, "üçüncü göz" ya da arabuluculuk görevi üstlenen kurumlar/kişilerin olması gerekiyor. Belli ki Oslo Sürecinde Kürt tarafı kendi rolünü tam olarak tanımlayamama gibi bir sorun yaşıyor. Kendi rolünü "devleti barış konusunda cesaretlendirmek" ile tanımlamasa belki de görüşmelerin de, savaşın da, çözümün de çok daha farklı bir akışı olabilirdi bugün.

Kitabın temel iddiasını aslında dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan‘ın 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası verdiği demeçler de ispat ediyor. Ne diyordu Akdoğan? "Bundan sonra çözüm sürecinin filmini çekersiniz", "çözüm süreci oy olarak geri dönmedi". İmralı Süreci gibi Oslo Süreci de maalesef ki AKP’nin ve Erdoğan’ın ne pahasına olursa olsun iktidarda kalma hırsına kurban oldu. Peki PKK’nin hiç mi eleştirilecek tarafı yok? Elbette var, ki en önemlisini yukarıda belirttim. Hem kendi rolünü karıştırmak hem de kendine gereğinden fazla güvenip, kendi gücünü abartmak.   

Sonuç olarak bu kitaba dayanarak şu iki şey rahatlıkla söylenebilir: Birincisi, çatışma çözüm süreçlerinde fiili çatışma durumu devam ediyor olsa da çatışan taraflar arasında görüşmeler mümkün olabiliyor. Buna göre bugünkü çatışma koşullarında bile bunu söylemek teorik olarak mümkün. Fakat bence bugün PKK ve Devlet arasında bir görüşmenin yapılıyor olma ihtimali oldukça düşük fakat imkansız değil. İkincisi iktidarda Erdoğan varsa, seçimler yaklaşıyorsa ve PKK-Devlet arasındaki çatışmaların yoğunluğunda bir değişim yaşanmışsa ya da ateşkes ilan edilmişse bilinmeli ki bir yerlerde görüşmeler yapılıyordur.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Çetin Gürer Arşivi