'Ölülere şiddet': 'Devlet, Kürtlerin ölülerinden bir değer bir anlam yaratmasına engel olmaya çalışıyor'

'Ölülere şiddet': 'Devlet, Kürtlerin ölülerinden bir değer bir anlam yaratmasına engel olmaya çalışıyor'
'Türkiye’de cenazelere yapılan eziyet ve zorla kaybetmelerin uzun bir geçmişi var.'

Yağmur KAYA


ARTI GERÇEK- Ölüye Saygı ve Adalet İnisiyatifi, "Türkiye’de ölülere yönelik şiddet" başlığında online bir panel düzenledi. Derya Aydın’ın moderatörlüğünü yaptığı çevrimiçi panele, kayıp yakını Ahmet Aslan ve Dr. Özgür Sevgi Güral, Akademisyen ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Bingöl Milletvekili Dr. Hişyar Özsoy konuşmacı olarak katıldı.  

ASLAN: GÜNLERCE EVİMİZE PUSULAR ATILIRDI

Panelde ilk söz alan kayıp yakını Ahmet Aslan kendisine yöneltilen, ne zamandan beri kardeşinizin cenazesine ulaşmaya çalışıyorsunuz? Kendi kişisel hikayenizi bize anlatabilir misiniz sorusuna, "Bu bizim hikayemiz. Bizim ailemizin değil" diye cevap veren Aslan, iki kardeşini kaybettiğini ve kardeşinden İnşaat Mühendisi Mehmet Aslan’ın cenazesine 1994 yılından ulaşmak için mücadele ettiklerini söyledi. Baskıya maruz kalarak, defalarca evlerinin polis, özel hareket tarafından basıldığını vurgulayan Aslan, 1994 yılında bir gece vakti evimize polisin baskın düzenlemesiyle her şeyi öğrenmiş olduk. Bunu anlatırken biraz zorlanıyorum. Bizden daha mağdur, acıyı bizden daha ağır yaşamış aileler olduğundan dolayı ‘bu bizim hikâyemiz’ diyorum. Yaşlı annem ve babam, kardeşlerim… Günlerce evimizin önünde pusular atılırdı. 1994 yılından sonra bizde bir arayış içerisine girdik. Sivil toplum örgütlerine, siyasi partilere, kamu kuruluşlarına gittik. Bir sonuç almadık. 

‘KARŞILAŞTIĞIMIZ MANZARALAR ANLATILIR GİBİ DEĞİL’

Bingöl’de Düzağaç Mezarlığı diye bir yer var. Bingöl’de aradık ve bir sonuca varamadık. Orada karşılaştığımız manzaralar var; anlatılır gibi değil! Bir annenin, bir babanın, bir kardeşin yüreği kaldıramaz. Yüzlerce kimsesiz mezarlık dedikleri manzarayla karşılaştık. Bir yerde tanık olduk, 18 gencecik insan bir çukura atılmış. Kimsenin haberi yok. Ama günün birinde aile mezarlığı diye orada kepçeyle mezarları kazarken 18 gencin cenazeleri bulunuyor. 18 insan bir çukura atılmış. Bizim gibi aileler. Kimi zaman Bez bir torba içine kemiklerimiz bize teslim edilir, kimi zaman posta yoluyla. Kimi zaman da panzerin arkasında cenazelerimiz sürüklendi. Bu gün sosyal medya olduğu için açığa çıkabiliyor. Nerede infaz edilmiş, nerede öldürülmüşse ya üzerine çöp dökülmüş ya da bir asit kuyusuna atılmış. Ben hikayemizi anlatırken kardeşimi anlatmakta biraz zorlanıyorum; çünkü bu durumu yaşayan her aile benim ailem. Bu yolda ölen her insan benim kardeşim, benim oğlum, benim amcam, benim dayım, benim babamdır.

Bir kardeşim de Türkiye matematik 3’üncüsü. İstanbul Teknik Üniversitesi elektronik haberleşme mühendisi iken baskılara dayanamadı. İnandığı yolda yürüdü. İnsanlığın onurunu kurtarmaya çalıştılar. Ne toprak parçası, ne para, ne mevki makam peşinde koşmadılar. Bir insan düşünün ki matematikte Türkiye 3’üncüsü olabiliyor. 2007 tarihinde günün şartlarında ortam yumuşak olduğu için Güney Kürdistan’ın Duhok kentinden aldık Türkiye’ye getirdik. Bu acıları en iyi anneler bilir. Bizim çocuklarımız ne ölüme ne de öldürmeye sevdalı insanlar değildi. Bizim yaşadığımız acıları bir daha kimse yaşamasın. Acıları hissedelim. Postayla cenazesi gelen bir annenin yüreğindeki acıyı ben tarif edememem. Acıların en katmerlisini yaşadık" dedi. 

GÜRAL: CENAZELERE YAPILAN EZİYETİN UZUN BİR GEÇMİŞİ VAR

Doktora tezinde zorla kaybetmeler, ölülere yönelik şiddet ve yerinden edilmeler üzerine çalışan Dr. Özgür Sevgi Güral, Türkiye’de ölülere yönelik yapılan şiddeti şu şekilde değerlendirdi: "Türkiye’de cenazelere yapılan eziyet ve zorla kaybetmelerin uzun bir geçmişi var. Ermeni Soykırımı’ndan başlatıp Alevilerin cenazelerine yapılan saldırılarla sürdürebiliriz. Türkiye kamuoyunda "gözaltında kayıplar" diye bilinen Birleşmiş Milletlerin tanımına göre "Zorla Kaybedilme" suçunda uzun bir tarihi var. 12 Eylül 1980 Askeri Darbe sonrası kaybedilen kişilere odakladım. 3 kategori zorla kaybedilmeler yaşanmış. Birinci kategori silahlı sol örgütün mensubu olduğu iddia edilen gözaltındaki kayıplar. İkinci profil yerel Kürt profil. 1980’den sonra başlayan PKK hareketinin askeri ve silahlı olarak kendisini ortaya koymaya başlamasından sonra başlayan. 1990’lı yıllarla birlikte daha sistematik hale gelen ve Kürdistan’ın önemli şehirlerinde daha çok politikacıların, halk örgütleri temsilcilerinin Kürt Hareketi’nin yerel liderleri diyebileceğimiz zorla kaybedilmesi. Üçüncü ve en kalabalık grup ise daha çok Kürdistan’da PKK’ye milislik yaptığı ya da PKK’ye lojistik destek verdiği iddiasıyla kaybedilen çok sayıda Kürt yurttaş. "Zorla kaybedilme" dediğimiz devlet suçu PKK’nin lojistik desteğini kesmek üzerine yapılmış  bir özel harp aygıtının sonucu olarak işlenmiş birkaç suçtan biri. 

Kaybedilenlerin bedenleri ne durumda diye baktığımızda: Hafıza Merkezi’nde 450 kaybedilmiş kişiye dayanarak söyleyebilirim. 277 kişinin bedeni hala kayıp. Bedeninin yarısından fazlası kayıp. Bulunan bedenler açısındansa çok ağır işkence izleri olduğunu biliyoruz. Bulunan bedenlerin, bulunduğu yerler, Kürdistan’da özellikle terk edilmiş askeri bölgelerin, kapatılmış yolların, eski kuyuların ve kanalizasyon merkezlerinin yanında. Boş bırakılmış arazilerde. Oldukça üstün körü bir şekilde bırakıldığını ve çok fazla saklamak içinde uğraşılmadığını söyleyebiliriz. 

‘BİR YANDAN GİZLİ BİR YANDAN GÖSTERE GÖSTERE YAPILAN SUÇLAR’

Hem ölülere yapılan eziyetlerin hem de zorla kaybetme suçunun örüntülerine dair çok temel bir şeyi ortaya koyuyor. Biz bu meseleler hep gizlenen bir suç olarak görüyoruz. Bu, hem doğru hem yanlış aslında. Cenazelere yapılan eziyetler bir yandan kabaca bir devlet sırrı şemsiyesi altında gizlenirken bir yandan da göstere göstere işlenen suçlar. Çünkü aynı zamanda kolluk kuvvetin etki yaratması için cenazelere eziyet edilmesini bir şovla birlikte ortaya konulması gerekiyor. "Kamusal sırlar". Toplumun geneline bir korku ve terörize etme duygusu yaratılması için ama hem de isimlerin, faillerin, olayın nasıl gerçekleştiğinin detaylarının gizlendiği aslında bir gösterme-gizleme diyalektikle işlendiği bir şeyden bahsediyoruz." 

ÖZSOY: BİR BARIŞ İHTİMALİ BİLE ÖLÜLERE İNSANÎ BİR YER BULMAKLA İLGİLİ

Türkiye’de süre giden şiddetin boyutları ve nasıl yaşandığını hem bugünü hem de tarihsel açıdan ele alan Milletvekili Hişyar Özsoy ise şunları dile getirdi: Geçmişle uğraşırken aslında "an" ile uğraşıyoruz. Tarihin an’daki durumunu programatize etmeye çalıyoruz. Bu hikayelerin hiçbiri bitmiş değil. şu an devam eden toplumsa, siyasal ve ailesel mücadelelerin merkezinde. Bingöl’de milletvekilliği yaptığım ilk yıl "Kimsesizler Mezarlığı" nı Ahmet’le birlikte ziyaret etmiştik. etrafı tel örgülerle çevrilmiş, boş bir alan. Kastım şu: ölüm dediğimiz zaman sürekli tarih ve geçmişi konuşuyoruz. Ama an’ı hatta geleceği konuşuyoruz. Biz bu ölülere bir yer bulamazsak birlikte gelecek hayalide kuramayacağız. Bir barış ihtimali bile ölülere bir insanî yer bulmakla ilgili. 

Bu devlet ne istiyor? Ermenilerin, Türklerin, Alevilerin… Ya da Türk olmayan, Müslüman olmayan, sunni olmayan, erkek olmayan, hetero olmayan her kim varsa tarihsel olarak bu coğrafyada geçmişinin, hafızasının silindiğini biliyoruz. Türkiye’de 100 yıldır ulusallaşma ve ulus-devlet kurma süreci var.

‘DEVLET, SADECE HAYATI DEĞİL ÖLÜMÜDE ORGANİZE ETMEYE ÇALIŞIYOR’

Ve bu bir taraftan da Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının dibini toplu mezarlara çevirmiş durumda. Bu ülkenin  bir Türklük vatanı olarak kurulması demek; bu kimliğin dışından kalan herkesin tarihten ve topraktan da silinmesi demek. Mezarlara saldırlar bu bağlamda, ölülere saldırılar bu bağlamda oluyor. Bu ülkede Türk kimliğinin tesis edilmesinin içkin politikası olarak, kendisinden olmayan bütün halklara yönelik sadece dirilerine değil, ölülerine yönelik inanılmaz bir saldırı ve vahşet politikası devam ediyor. Ve 100 yıldır insanlar kendi ölülerine sahip çıkıyorlar. Devlet sadece toprağın üstünü değil toprağın altını da, sadece hayatı değil ölümü de organize etmeye çalışıyor. Fiziksel, kültürel anlamda başka halklara ait olan –başta mezarlar olmak üzere- toprak ve zamanda izlerini silmek istiyor. Bir ulusal devlet ve ulusal kimlik kurulurken iki temel nüvesi vardır: Birisi ulusal tarih kurmaktır, bir diğeriyse ulusal coğrafya kurmaktır. 

‘KENDİ ÖLÜLERİNİ KUTSARKEN DİĞER HALKARIN ÖLÜLERİNE VAHŞET UYGULAMAK KURUCU BİR SİYASET’

Şahadetle koca bir Türklük anlatısı. Bir taraftan da bütün halkların ölülerine de koca bir hiçlik dayatan bir tarih anlatısı. Devlet, Türk’e ait olmayan her şeyi silip yok etmeye çalışıyor. Dolasıyla Kürtlerin, Ermenilerin, Yahudilerin, Hristiyanların diğer halkların bu devletin vahşetine maruz kalmasının yapıcı bir sebebi var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ulus-devlet, kimlik-egemenlik kurmaya içkin olan "Ölüm rejimleri" dir. Kendi ölülerini kutsarken diğer halkların ölülerine inanılmaz bir vahşet uygulamak maalesef kurucu bir siyaset." 

‘ÖLÜLERİMİZİN ANLAM VE DEĞER ÜRETMESİNİ ENGELLEMEYE ÇALIŞIYORLAR’

Özsoy, 7 Haziran 2015 yılından sonra çatışmaların yeniden başlaması sonrası milletvekilleri olarak bulabildikleri cenazeleri defnetmeye çalıştıklarını ancak ailelerin çoğunlukla cenazelerini bulamadığını, cenazeleri bulan aileler ise aylarca morglarda bekletildiğini söyledi. Özsoy, "Lice’nin dağlarından cenaze indirdiğimiz de olmuştur. Dolasıyla savaşın bütün vahşeti alabildiğine devam ediyor. Şu konuyu açmak istiyorum: Biyolojik ölüm kolay bir şey aslında. Fakat devletin pratiğinde yoğunlukla gördüğümüz işin bu kısmı değil. Biyolojik ölümün dışında öldürdüklerini sembolik olarak yeniden öldürmek istiyor. Bundan kastım; bu ölümlerin siyasette, kültürde, toplumsallıkta bir gerçeğe dönüşmesini engellemeye çalışıyor. Bu ölümlerden Kürtlerin bir anlam, değer üretmesini engellemeye çalışıyor. Biz mesela milletvekilleri olarak gidiyoruz, barikat kuruyorlar, biz cenazelere gidemiyoruz. 2017 yılından sonra özellikle temsiliyeti olan insanlar mezarlıklara alınmıyorlar. 150 200 polis barikat kurmuş. Kelimenin tam anlamında yaşayanlarla ölüler arasında bir barikat kurmuş. Kürtlerin ölüleri ile yaşanlarını birbirinden ayırma, barikatla sınırlar çizme ve hayat ile ölüm arasındaki bu sınırı sert bir şekilde kontrol etmeye çalışıyor. Bu da devletin egemenlik pratiği en nihayetinde. Yani ölümlerin hayatla bağını koparmaya çalışıyor. 

15 yıl önce ambulans krizleri sürekli yaşanırdı. PKK'liler hayatını kaybettiği zaman herhangi bir belediye ambulans gönderirse bu kızıl kıyamet olurdu. Devletin burada yapmaya çalıştığı, biyolojik olarak öldürmenin dışında öldürdüğü bedenlerin bir anlama dönüşüp Kürtlerin hayatından herhangi bir yere sahip olmasını istemiyor. Kavga bu! Sembolik ölümü gerçekleştirmeye çalışıyor. Ölüme dair anlamları, değerleri işgal etmeye çalışan bir devlet politikası söz konusu. Kürtlerde şunu görüyorlar: ailelerin maruz kaldıkları acıları anlatacak kelimeler bulmak gerçekten zor. Aile biliyorum 7 defa dağa gitmiş evladını alabilmek için. Gözaltına alınmış, işkence görmüş. Ama bir şekilde cenazelerini almak için amansız bir mücadele veriyor. MEDYA-DER böyle bir kurum." 

Barış Süreci’nin cenazelerini arayan aileler için bir imkan yarattığını belirten Özsoy, "Kürtler dağlardan 20 yıldır bulamadıkları cenazelerini topluyorlardı. 13 tane mezarlık o dönem oluşturuldu. Ve bu 13 tane mezarın çoğu 90 yıllarda öldürülmüş ama bir yer bulamamış. Fakat devlet savaşı başlattıktan sonra o imkana da vahşetle saldırdı. İlk biliyorsunuz mezarlıklara saldırılar oldu" dedi. 

 

Öne Çıkanlar