'Nükleer kirliliğin diğer yüzü nükleer kaçakçılık'

'Nükleer kirliliğin diğer yüzü nükleer kaçakçılık'
Türkiye'deki nükleer karşıtı hareketin temsilcilerinden Avukat Arif Ali Cangı, Gaziemir'deki nükleer kirlilik sorununu değerlendirdi: Tünel kazılarak tonlarca atık gömülmüş.

Tugay Can


+GERÇEK- İzmir’in Gaziemir ilçesinde bulunan nükleer atıkların getirdiği kirlilik hem çevreyi hem de insan sağlığını doğrudan tehdit ediyor. Ancak atıkların bölgeye hangi koşullarda ve kimler tarafından getirildiği konusunda da bir gizem perdesi söz konusu. Geçtiğimiz günlerde Mustafa Irvana’nın Artı Gerçek’te yer alan haberde dile getirdikleri ile savcılığın harekete geçmesi gerektiğini savunan Arif Ali Cangı, soruşturma kapsamında nükleer atık kaçakçılığının kimler tarafından yapıldığının aydınlatılması gerektiğini söylüyor.

Gaziemir’deki nükleer kirliliğin dününü, bugününü ve yarınını Avukat Arif Ali Cangı ile konuştuk.

‘HABERİN İHBAR KABUL EDİLMESİ GEREKİYOR’

Mustafa Irvana’nın geçtiğimiz günlerde Artı Gerçek’te yayınlanan haberde nükleer atıkların fabrikaya kamyonlarla getirildiğini ve cürufların içine gömüldüğünü açıkladı. Bir anlamda itiraf etti. Bu açıklamaların, dava sürecinin yeniden başlamasına bir katkısı olur mu?

Olmalı aslında. Bir kere haber ile yasadışı bir nükleer atık ticaretinin yapıldığı görülüyor. Yani yurt dışından kaçak yollarla bir nükleer atık geldiğini anlıyoruz. Zira Türkiye’de nükleer santral yok. Türkiye’de ticareti serbest olan bazı atıklar var ama nükleer atık ticareti yasak. Dolayısıyla yasadışı bir işlem yapılmış, bunun araştırılması gerekiyor. Bu haberin bir ihbar kabul edilmesi gerekiyor.

Bu süreçte iki yönlü bir araştırmaya ihtiyaç var. Birincisi savcılık tarafından ceza soruşturması kapsamında bir araştırmaya girilmesi lazım. Hemen Mustafa Irvana’nın daha ayrıntılı ifadesi alınıp, ondan alınan bilgilerle başka tanıklara ve şüphelilere ulaşılıp bu araştırmanın derinleştirilmesi lazım. Diğer yandan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun yerine geçen TENMAK’ın ve Nükleer İzleme Kurulu’nun da sorumluluğu var. Bütün bu idari kurumlarda kendi yetkileri çerçevesinde bir araştırma yapmaları lazım. Bu araştırma sonrasında o kaynağa mutlaka ulaşılması lazım.

‘BAKANLIK VE TENMAK ORTAKLAŞA BİR ÇALIŞMA YÜRÜTMELİ’

Gaziemir’de özellikle Emrez Mahallesi sakinleri her an bu kirliliğe maruz kalmaya devam ediyor. Bundan sonraki süreçte neler yapılması gerekiyor?

Eğer nükleer atıkların bölgeye nasıl girdiğine dair kaynağa ulaşılırsa yurt dışı kaynaklı olduğu için gönderen ülkenin ya da gönderen şirketin atıkları alma yükümlülüğü var. Şu anda maliyeti çok yüksek olduğu söylenen bertaraf ve temizlenme işlemleri, gönderen ülkeden tahsil edilebilir. Ama gördüğümüz kadarıyla Türkiye’deki iktidarın, bakanlıkların veya idarenin böyle bir yaklaşımı yok. Her şeyi mal sahiplerine bırakmışlar. Bu atık nereden gelmiş, kim tarafından getirilmiş kimsenin umrunda değil. Son dönemde Gaziemir Belediye Başkanı Halil Arda’nın bir çabası var. Takdire şayan bir çaba. Gündemde tutuyor hiç olmazsa. Ama Gaziemir Belediye Başkanlığı’nın da çok bir yetkisi yok. Hatta İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin de yetkisi sınırlı durumda. Problemin, Nükleer Düzenleme Kurulu’nun, TENMAK’ın, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın ortaklaşa yürüteceği projelerle çözülmesi lazım.

‘GAZİEMİR ŞU ANDA KADERİNE MAHKUM EDİLMİŞ DURUMDA’

Ben orada birkaç kez ölçüm yaptım. Evet amatörce bir ölçüm ama cihazın kalibrasyonu sağlıklı bir yapıya sahip. Alanın dışında 0.01 mSv gösteren cihaz, alana girildiği zaman yükselmeye başlıyor. Fabrika sahasının bulunduğu yerde bir yıkıntı var. O kulübeye geldiğiniz zaman cihaz çıldırıyor. 0.01’lerden 857 mSv’a çıkıyor. Mutlaka o yıkıntının altında bir şeyler var. Oraya gömülmüş olabilir. Bunların resmi kurumlarca tespit edilip, belki de taşınmasına gerek kalmadan orada muhafaza edilmesi, zararsız hale getirilmesi gerekecek. Çünkü, bertaraf edilemiyor. Geri dönüşümü yok, sadece saklanabiliyor. Taşıma durumu başlı başına bir risk. Burası dışarıya sızıntı önlenecek şekilde betonla kaplansın, denilebilir. Bunun için de uzmanlardan bu görüşlerin alınması lazım. Ama hiç kimse bir şey yapmıyor. Şu anda Gaziemir kendi kaderine mahkum edilmiş durumda.

‘TÜNEL KAZILARAK TONLARCA ATIK GÖMÜLMÜŞ’

Peki bölgede nükleer atıkların varlığı nasıl ortaya çıktı?

Gaziemir’de bulunan Kurşun Fabrikası, faaliyetlerine 1940’lı yıllarda başlamış, fabrika o dönemde orduya kurşun üreten bir fabrika konumunda. Ordu ile devlet ile iç içe olan bir işletme. Fabrikanın bulunduğu bölgede yerleşimin artmasıyla insanlar için çevre kirliliği bir sorun olmaya başlıyor. Ancak kısa bir süre sonra konu gündemden düştü. Gazeteci Serkan Ocak’ın Radikal Gazetesi’nde 3 Aralık 2012 tarihinde yayınlanan İzmir’in Çernobili başlıklı habere kadar da fazla gündeme gelmedi.

Fabrika, atıkları yetkili kurum olan İZEYDAŞ’a gönderdiği sırada atıklarda radyoaktif kirliliği ölçen cihazlar sinyal vermeye başlıyor. Bunun üzerine atık maddeler geri getiriliyor. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun yaptığı inceleme sonucunda Europium 152 nükleer atık çubuklarının varlığı tespit ediliyor.

Alanın temizlenme süreci ne durumda?

Temizleme sürecinde "ÇED gerekli değildir" denilerek temizleme çalışmalarına başlandı. Biz bunun iptali için de bir dava açtık. Sonrasında ÇED süreci işletildi. Ancak 2017 yılının Ağustos ayında mirasçıların kendi aralarında pay devri yapması ile birlikte hissedarlardan birisi bölgede temizliği yapacak olan şirketle çalışmayı reddetti. Bu sebeple de temizleme çalışması uygulanamadı.

‘5 YIL KAMUOYUNA BİLGİ VERİLMİYOR’

Bölgede nükleer atıkların olduğunu öğrendikten sonra nasıl hareket ettiniz?

İlk yaptığımız şey Yeşiller ve Sol Gelecek Partisiadına suç duyurusunda bulunmak oldu. Bu suç duyurusu hem şirket çalışanları hem de kamu görevlileri hakkındaydı.

Çünkü bu durumun varlığından bölgedeki ilçe belediyeleri (Karabağlar ve Gaziemir) İzmir Büyükşehir Belediyesi, Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve İzmir Valiliği haberdar. Ancak 2012 yılına kadar kamuoyuna hiçbir bilgi verilmiyor. Gözle görünen bir önlem alınmadığı gibi, yurttaşların bilgilendirilmemiş olması gibi bir durum var ortada. Bu da başlı başına bir ihmal. İncelemeler ve ön soruşturmalar yapıldı. Ancak kamu görevlileri hakkında soruşturma iznine yer olmadığı kararı verildi.

‘RADYOAKTİF MADDE KAÇAKÇILIĞI’NDAN SORUŞTURMA AÇILMASINI İSTEMİŞTİK’

Dava süreci ne yönde ilerledi?

2012 yılında bu konu gündeme gelince bizlerin başvurusu üzerine savcılık soruşturması sırasında mirasçıların, paydaşların birbirlerini şikayet etmesi üzerine bir dava açıldığını öğrendim. Bu süreçte mahalleliler geldi ve hepsi suç duyurusunda bulundu. Konu kamuoyunun bir yıl gündeminde kalmasının ardından dava ancak 31 Aralık 2013’te açılabildi. Dava çevreyi kirletme suçundan açıldı. Oysa biz biz radyoaktif maddenin kaçakçılığının yapılması yönünden de bir soruşturma yapılmasını istemiştik.

‘AMACIMIZ NÜKLEER ÇUBUKLARIN NASIL GELDİĞİNİ ÖĞRENMEKTİ’

Davada fabrika çalışanları ve ortakları hakkında beraat kararı verilmişti...

Beraat kararlarının verilmesi oldukça ilginç bir süreç. İzmir 3. Ceza Mahkemesi heyeti dava süreçleri birleşince davaya ilgi göstermeye başladı. Biz ısrarla alanda bir kirlilik tespiti için bilirkişi çalışması yapılmasını istedik. EGEÇEP’in davaya müdahale talebi kabul edilirken; Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin, mahallelilerin dava talepleri kabul edilmedi. Mahkeme sürecinde fabrikanın mirasçılarından bize bilgi aktarmak isteyenler de oldu. Amacımız bu kusuru olmayanların ceza alması değil, nükleer atık çubuklarının bölgeye nasıl geldiğini öğrenmekti. Ama sanırım aile içinden birtakım baskılar oldu ve bilgi aktarmadılar. Mahkeme ise Türk Ceza Kanunu’nun 181 ve 182. maddelerinde 2006 yılı öncesi depolama işleminin suç kabul edilmemesinden dolayı suç unsuru oluşmadığı için beraat kararı verdi.

Süreci Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdınız? AİHM süreci devam ediyor mu?

Süreç öyle bir ilerledi ki Yargıtay’ın zaman aşımından davayı düşürdüğüne dair karar, İzmir 3. Ceza Mahkemesi’ne gelmedi. Bize tebligat yapılmadı. Karara UYAP’ın kullanılmaya başlamasından sonra, kişisel çabalarımla ulaşabildim. Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurular yaptım. Ancak her iki mahkemeden de red yanıtı geldi. Şu anda AİHM’de bir davamız yok. Bir suç duyurusu ile başlayan süreçler kapanmış oldu. Amacımız, nükleer atıkların hangi yollarla, kim tarafından getirildiğine ulaşmaktı. Bu konuda ne savcılık ne de mahkeme bir araştırma yaptı.

‘RADYOAKTİF MADDELER TEMİZLENSE DAHİ ORADA TONLARCA ATIK VAR’

Gaziemir’de bulunan fabrikanın varisleri 2012 yılından bu yana Torbalı’da demir fabrikası işletmeye devam ediyor. Bu konuya dair yorumunuz nedir?

Kurşun fabrikalarının özelliği, atıktan geri dönüşüm sağlıyor olmalarıdır. Dolayısıyla mutlaka ve mutlaka aldıkları, işledikleri atıkların, işleme yöntemlerinin çok sıkı denetlenmesi lazım. Çünkü atığın kendisi kirlilik yaratan bir madde. Onun işletilmesi sırasında havaya karışan ağır metaller, gazlar da tehdit oluşturuyor. Ayrıca buradan çıkan ürünlerin de denetlenmesi gerekiyor. Mesele sadece radyoaktif kirlilik ile alakalı değil. Kurşun fabrikası atıkları, ağır metal kirliliğine yol açarlar. Dolayısıyla Gaziemir’deki atıklara da sadece radyoaktif atıklar olarak bakmamak lazım. Radyoaktif maddeler temizlense dahi orada binlerce tonluk tehlikeli atıklar var. Onların mutlaka oradan uzaklaştırılması gerekiyor. Çünkü bu atıklar yağmur suları ile yeraltı sularına karışıyor, gaz ile havaya karışıyor. Orada yaşayan insanların sağlığını ciddi anlamda tehlikeye atıyor. Bu sebeple Torbalı’daki fabrikanın da mutlaka sıkı sıkıya denetlenmesi gerekiyor. Ancak ülkemizde denetimler ne yazık ki çok zayıf.

‘ÇEVRE KONUSUNDAKİ DUYARLILIK YÖNETİCİLERE YANSIMIYOR’

Türkiye’de çevre kirliliğine yönelik hassasiyet son yıllarda ciddi bir artış içerisinde. Siz insanların çevreye olan hassasiyetin yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?

Çevre meselesi ile 30 yıldır ilgileniyorum. Aslında 30 yıl içinde gelişmeler her geçen gün daha kötüye gitti. Çevre kirliliği yoğunlaşarak devam etti. İklim krizi arttı ve yaşamımızı tehdit etmeye başladı. Bulaşıcı hastalıklar yayılmaya başladı. Bu herkese dokunmaya başlayınca bir duyarlılık oluştu. Ancak bu duyarlılık ne yazık ki yöneticilere yansımıyor. Yöneticiler mış gibi yapıyor. Oysa öbür taraftan pek çok ikililiğe yol açan, yağmaya, talana sebep olan izinler veriliyor. Toplumsal hareketlerin gelişmesi son derece önemli. Ancak bunun ülke yönetimine, yöneticilere yansıması gerekiyor. Bu da aslında siyasetin çözüm bulmasını gerektiriyor. Çevre sorunu, hiçbir siyasetin yan bir dalı değil tam anlamıyla politikanın merkezinde olması gerekiyor. Siyasal sorumlulukları olanların da elini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyorum.

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar