Nevra Akdemir: Bu yangın yerinden çıkmamız ancak HDP ile mümkün olacaktır

Nevra Akdemir: Bu yangın yerinden çıkmamız ancak HDP ile mümkün olacaktır
'Rejim, sömürgeci refleksleri olan, kadın düşmanı, doğayı sadece ekonomik kaynak olarak gören ve bilimden uzak bir insan tipini de başarıyla yaratmış durumda.'

Nevra Akdemir, Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi görevini sürdürürken KHK ile ihraç edilen ve Almanya'da mesleğini sürdüren akademisyenlerden biri. Nevra Akdemir tarafından yazılan "Taşeronlu Birikim: Tuzla Tersaneler Bölgesinde Enformelleşme" isimli kitap, Sosyal Araştırmalar Vakfı tarafından okurların beğenisine sunulmuştur.

Göç, kent, emek ve toplumsal cinsiyet konurında araştırmalarını çeşitli mecralarda sürdürmekte olan Akdemir, Artı Gerçek’in Sol Türkiye’nin Geleceğini Tartışıyor tartışmasına katıldı ve sorularımızı cevaplandırdı:

  • Türkiye’nin bugünkü yönetim yapısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yangın, sel ve deprem gibi "doğal" afetlerde alışkın olduğumuz „nerede bu devlet" sorusunun cevabında gizli gibi geliyor Türkiye’nin güncel yönetim sistematiği. Yangın bölgesindeki sorun çözme ve herkese eşit hizmet üretme vasfını yitirmiş bir sistem olarak devlet yönetiminin, tüm gücünü kendi iktidarını koşulsuz dayatmaya harcadığı açık.

Adalet sisteminin evrensel hukuk ilkelerinden uzaklaşarak siyasal bir hınç rejiminin parçası olması, medyanın iktidarın koşulsuz bir propaganda aygıtına dönüşmüş olması, devlet kurumlarının tarikat ve çetelerle yaptıkları pazarlıklara göre kadro tahsis ediyor olması ve tüm organlarıyla devletin "tek adam"ın ve ona biat eden kopyalarının kontrolünde işlemesi, yönetimi devletin sadece şiddet tekeli vasfını güçlendirmeye hizmet etmesi anlamına geliyor kanımca.

Dahası, sivil inisiyatifler ve demokratik yerel çabaları da bu bağlamda kendine tehdit olarak değerlendiriyor elbette bu yönetim. Bu açıdan baktığımızda üzerinde yaşayan kişilerin insani varlığına rağmen süren bir rejim inşası ile karşı karşıyayız. Şiddet tekelini kullanma biçimi, ırkçı refleksleri, tarikatçı kadroları ve çetelerle ilişkisini düşündüğümüzde tutumları açıklayan faşizan bir rejimin, cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile tesis edilen anayasaya veya uluslararası hukuka aykırı uygulamalarını da dikkate aldığımızda faşizmin kurumsallaştığını görebiliriz.

Bu açıdan rejim, sömürgeci refleksleri olan, kadın düşmanı, doğayı sadece ekonomik kaynak olarak gören ve bilimden uzak bir insan tipini de başarıyla yaratmış durumda. Yönetim bugün, adli suçlarla bile yargılanmadan "özgürce" katleden küçük lümpenlerle kendini var ediyor.  Bu açıdan korkuyu ve öfkeyi kolayca örgütleyici bir güç olarak kullanabiliyor.

Bizlerin nefes alabilmek için ise buna karşı umudu örgütlememiz ve öfkeyi doğru yere kanalize etmemizden başka şansımız yok. Türk olarak "amasız" koşulsuz Kürtlerle ve Ermenilerle, beyaz Avrupalı olarak siyahlarla, erkekler olarak kadınlar ve LGBTİ+larla yürümedikçe; katman katman ezilenlerin sözünü, sesini duymadıkça ve deneyimini öğrenmedikçe; durup dururken ırkı, rengi, cinsiyeti, görünümü, statüsü nedeniyle öldürülme riski yaşayan kişinin çaresizliğini ve öfkesini hissetmedikçe ve birbirimize yalnız olmadığımızı göstermedikçe bu cendereden çıkış olmayacağını düşünüyorum.

  • Türkiye’de bir sol yok, birden fazla dağılmış sol yapı var. Mevcut duruma baktığınız da nasıl bir sol görüyorsunuz? Kaç kategori var.

Benim baktığım yerden aslında sol olarak kendini tanımlayanlar arasında iki kategori var. Bunları birbirinden birkaç turnusol kağıdı ile ayırmak mümkün. İşin ilginç yanı, her farklı cümle için bile aynılar aynı yere denk düşüyor. Örneğin kadın ve LGBTİ+ mücadelesi ile ilişkilerine veya sınıfı tanımlama ve emek mücadelelerinin içindeki tutumlarına ya da mülteciler konusundaki politikalarına baktığımızda bu ayrışmayı net görüyoruz.

Ulusalcı sol olarak nitelendireceğim ilk kategorinin üstten tutumlarla akıl öğreten, mücadelenin içinde yer almadığı halde sınıfsal lensmiş gibi görünen arkaik apolitik çizgileri öne sürerek ulusalcı (hatta bazen ırkçılığa kayan) erkek (çoğu kez kadın düşmanlığı ile homofobi ve transfobiyi görebileceğimiz) elitist (kendilerini sınıf dışı kabul ederek yol göstereceklerine veya yoksullara yardım edeceğine inanan) refleksleri gösteren bir içeriği olduğu açık.

Bu haliyle kendilerini sol veya sosyal demokrat olarak tanımlasalar bile hem sınıfsal perspektifin hem de özgürlük ve demokrasinin ırk, sınıf, cinsiyet ve cinsel yönelimle keşisimsel olarak nasıl ilişkili olduğunu sıkça kaçırdıklarını, dolayısıyla da sıkça ittifak zeminine saldırdıklarını görmek mümkün. Sol sağın karşısında konumlanan herkes değil maalesef.

Günümüzde uluslararası ölçekte kendini islami hristiyan muhafazakarlık şeklinde gösteren, aşıya bilime, kadın eşitliğine, LGBTİ+ varlığına, mülteci haklarına, ırk/inanç farketmeksizin eşit vatandaşlığa karşı olarak kendini kuran "küresel" bir sağ iktidar var.

Bu iktidarların sembolize olduğu „adamlara" karşı olmak her zaman bu rejimlere muhalefet etmek için yeterli gelmiyor maalesef ve sol de kendi içinde sağcı refleksler göstererek zayıflıyor. Halbuki biraz önce de söylediğim gibi, bizim ötekine nefret üzerinden kendini örgütleyen sağ rejimleri devirmek için, öfkeyi umuda örgütleyecek bir sola ihtiyacımız var. Ancak toplumun her katmanıyla ezilenlerin kendi içinden çıkardığı bir örgürlükçü sol.

  • Türkiye’de verilere göre nüfusun yüzde  80 yoksul. Bu tablo içinde sol neden seçenek olamıyor?

Sol olarak kendini tanımlayanların bir kısmının sınıfla bağlantılı tüm iktidar alanlarında bizzat bulunduğunu görebiliyoruz. İktidarla söylemsel düzeyde gayri iradi işbirliği yapmanın bir örneğini mesela mülteci karşıtlığı tartışmalarında gördük. Dahası, kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelelerine "bunlar sınıfı bölüyorlar" diyerek dışlayan bir sendika veya sol örgüt içinde kadınların bulunmasını bekleyemezsiniz.

Hatta özgürlükçü kesimlerin ev içi hayatlarında hiç de örgütlükçü olmadığını gördüğünüzde gelecek tasavvurları inandırıcı gelmeyecektir. Hayatımızın her alanında örgütleyici olmak için, örgütlemek istediğimiz hayatı bizzat yaşamak zorundayız. Yoksa sadece yoksullar için değil herkes için öldükten sonra gidilecek bir cennet ve ilahi adalet vaadi, bugünkü adalet talebi ve sosyalizm/demokrasi talebinden daha inandırıcı gelecektir.

  • Solun geniş kitlelerle buluşması için nasıl bir çıkışa ve yol haritasına ihtiyacı var?

Solun ırkçı ve cinsiyetçi çıkışlar dışında popüler olduğu her çıkışın hayırlı olduğunu düşünüyorum. Gerçek sorunları, doğru cümlelerle ve o sorunları bizzat yaşayanlardan biri olarak dillendirdiğinizde popülerlik kazanıyor, çünkü insanların içindeki acıya/yaraya ve isyana hitap ediyorsunuz. İnsanları harekete geçirecek en önemli iki duygu öfke ve adalet arzusu.

Neoliberalizm, adalet arzusunun yerine bencilce ve bir başkalarını dikkate almayan bir bireysel kurtuluş fikrini koydu. Başarı ve başarısızlığın toplumsal olabileceğine dair tüm kurguyu yıkarak kişiselleştirdi, böylece ikinci duygu olan "öfke"yi daha kolay kontrol edebilir hale geldi. Öfke de isyan da kişisel değildir. Sağ iktidarların her suçlarını gizlemeye imkan veren nefret suçlarının da kaynağıdır. Zira bir başka tesis ettikleri fikir ise "başka bir alternatifin olmadığı" inancı.

Thatcher’dan beri tüm sağ iktidarlar, dünyanın adaletsizlik ve birbirini ezme üzerine kurulu olduğunu hepimize inandırmaya çalışıyor. Bugün bizim tek şansımız, alternatifleri bizzat kurmak ve yaşatmak. Sonuç olarak yaygın olan rejim, alternatif sistemlerden oluşan adacıkları ya ticarileştirmeye çalışarak ya da yok ederek saldıracaktır. Ama bizlerin "gelecekteki bir zamanın" ve bir alternatif hayatın her halini düşündürmeye ve hayalini kurdurmaya başlamalıyız. Umut ancak bir başka ülkenin mümküm olabileceği inancıyla başlıyor ve örgütleniyor.

  • HDK-HDP’nin üçüncü yol seçenekler bir çıkış olabilir mi?

HDK kuruluşundan itibaren bu umuda seslendi. HDP ile de mecliste yerini aldı ve daha da sert zeminde bir ittifak politikasını yürüttü. Hem meclis içi çalışmalarıyla kadın ve LGBTİ+ varlık ve eşitlik mücadelesinin, sermayenin işgali ve talanı karşısında doğa mücadelesinin sesi ve emekçilerin de gücü oldular hem de meclis dışında adalet ve demokrasi mücadelesinin her mekanda güçlenmesini sağladılar.

Ancak otoriterleşme ve faşizmin kurumsallaşması süreci, HDP’nin bu kapasitesini sınırlandırdı ne yazık ki. Üstüne kurulu oldukları toplumsal bağları, dinamiklerin mücadeleleri esnasında ya da seçimler döneminde güçlendiğini görüyoruz çoğu kez.

Hatta HDP içi bileşenlerin veya ittifak halindeki dinamiklerin birbirini bile destekleme konusunda sınırları olduğu kimi zaman ortaya çıkıyor. HDK’nin rolü ise bu noktada yerel örgütlenmeler ile bu bağları kurmak aslında, ancak oldukça zayıflamış durumda. Tüm bu sınırlara rağmen, HDP hala tüm ulusalcı, eril ve sınıf düşmanı reflekslere verilecek en önemli cevap.

HDP ve HDK bu bağlamda güçlendirildiğinde, yani, hetero normatif ve ulusalcı olmayan, emekten yana siyaset yapan, doğayı sermayeye rağmen gözeten, özgürlükçü bir perspektifte demokrasi güçlerini bir şemsiye altında faşizme karşı geniş cephe siyasetini mümkün kılmaya tek aday olmaya devam ediyor. Toplumun içinde devindiği tüm sorun alanlarını, o sorunu yaşayanlardan biri olarak söylemeye devam ettikçe ve iktidarın politikalarına karşı ilkelerini tavizsiz savundukça bu yangın yerinden çıkmamız ancak HDP ile mümkün olacaktır.

 

Öne Çıkanlar