'Musa Anter'in katledilmesine 'Ankara'daki karar vericiler' bile pişman oldu'

'Musa Anter'in katledilmesine 'Ankara'daki karar vericiler' bile pişman oldu'
Musa Anter 30 yıl önce katledildi. Zaman aşımından düşmesi söz konusu olan davayı başından beri takip eden avukat Okçuoğlu ile 90'lı yılları, davanın detaylarını ve Apê Musa'yı konuştuk.

Esra Çiftçi


Musa Anter. Bildik adıyla Apê Musa/Musa Amca. Kürt bilgesi Musa Anter, 1920 yılında Mardin’e bağlı Nusaybin ilçesinin Eskimağara köyünde doğdu. İlkokulu Mardin’de, Ortaokul ve liseyi Adana’da okudu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini 3. sınıfta bıraktı. Annesi Fesla Hanım, Türkiye’nin ilk kadın muhtarlarından biridir. İlk gözaltına alınması öğrencilik yıllarında "Dersim İsyanı" sırasında oldu ve 45 gün gözaltında kaldı. Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte 'İleri Yurt' gazetesini çıkaran Anter, yayımladığı Kürtçe şiiri Qimil/Kımıl sebebiyle 1959 yılında meşhur '49’lar davası'nda idamla yargılandı. 27 Mayıs darbesinde aftan yararlanarak serbest kalan Anter, cezaevinden çıktıktan sonra 'Deng', 'Barış Dünyası' ve 'Yön' dergilerinde yazdı. 1963 yılında tekrar cezaevine girdi. Mamak, Sultanahmet, Balmumcu, Seyrantepe ve Nusaybin cezaevlerinde yattı. 12 Eylül darbesinde 'Kürtçülük' propagandası yapmaktan tutuklandı. Yaşamının 12 yılını belli aralıklarla cezaevinde geçiren Anter, 'Devrimci Doğu Kültür Ocakları', 'Halkın Emek Partisi', 'Mezopotamya Kültür Merkezi ve 'Kürt Enstitüsü'nün kurucuları arasında yer almanın yanı sıra, 'Yeni Ülke', 'Özgür Gündem', 'Azadiye Welat' gazetelerinde de köşe yazarlığı yaptı. Musa Anter, 20 Eylül 1992 yılında Diyarbakır’ın Seyrantepe mahallesinde uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü. Öldüğünde 72 yaşındaydı. 

MUSA ANTER DAVASININ ZAMANAŞIMI NEDENİYLE DÜŞMESİ GÜNDEMDE

Eski JİTEM elamanı Abdulkadir Aygan, Anter’in kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM için öldürüldüğünü söyledi. Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu'nda Anter cinayetinin 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planlanıp uygulandığı yer aldı. Musa Anter’in katledilmesinin üzerinden 30 yıl geçti. Katledilmesiyle açılan davanın ise zaman aşımından düşmesi gündemde, davanın 30'uncu yılı 20 Eylül 2022'de doluyor. Başından beri davayı takip eden Anter ailesinin avukatı M. Selim Okçuoğlu Musa Anter’in neden ve kimler tarafından katledildiğini ve dava sürecini +Gerçek’e anlattı.  

KÜRTÇE KONUŞMANIN YASAKLI OLDUĞU YILLAR 

90'lı yılların, 12 Eylül darbesi sonrasında oluşan siyasi şekillenme ile bir çok kırılma noktası taşıdığını anımsatarak söze başlıyor Okçuoğlu. O dönemin  Kürt sorunu açısından bakıldığında 'Düşük Yoğunluklu Çatışma/Savaş' olarak da adlandırılan silahlı çatışma döneminin en yoğun yaşandığı döneme denk geldiğini hatırlatıyor ve şöyle devam ediyor:

"12 Eylül rejimiyle birlikte toplumun ilerici kesimlerine yönelik baskı ve sindirme politikaları, Kürt meselesi söz konusu olduğunda daha yakıcı sonuçlara yol açmaktaydı. Kürtçe konuşulmasının kanun ile yasaklı olduğu bir dönemden söz ediyoruz. Terörle mücadele gerekçesiyle temelleri 1980’li yılların sonunda atılmaya başlanan devlet içindeki hukuk dışı kontrgerilla yapılarının, örneğin JİTEM ve benzeri yapıların faaliyetleri de hızla artmış ve görünür hale gelmişti. Devletin uygulamaya koyduğu topyekûn savaş stratejisinin bir sonucu olarak binlerce mezra, köy boşaltıldı. En alt düzeyde yapılan tahminlere göre dört buçuk milyon insan yerlerinden yurtlarından göçertildi. Binlerce faili meçhul cinayet işlendi. Özellikle Kürt meselesi ekseninde yaşanacak sosyal ve siyasal gelişmelerin önü böylece kesilmek istendi"

'KÜRT AYDINLARINI YOK ETME POLİTİKALARI DEVREYE SOKULDU'

Bu dönemde Kürt aydınlarına ve siyasetçilerine karşı topyekun bir sindirme ve yok etme politikalarının devreye sokulduğunu söyleyen Okçuoğlu, 1991 yılı 7 Temmuz’da Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır İl Başkanı olan ve Kürt toplumunda büyük bir saygınlığı olan Vedat Aydın’ın JİTEM mensubu kontrgerilla elamanları tarafından kaçırılıp işkence edilerek katledilmesi ve sonrasında Diyarbakır’daki cenaze törenine katılan yüzbinlerce kişiye karşı yapılan saldırı sonucu en az 23 kişinin katledilmesi ile birlikte söz konusu politikaların startının verildiğinin altını çiziyor.

Musa Anter cinayeti davasını başından beri takip eden Avukat M. Selim Okçuoğlu, cinayetin işlendiği dönemi ve dava sürecini +Gerçek'e anlattı. 

'MUSA ANTER’İN KATLEDİLMESİNE ANKARA’DAKİ ‘KARAR VERİCİLER' DE PİŞMAN OLDU'

Musa Anter’in, bilinen adıyla Apê Musa/Musa Amca’nın bu yok etme politikalarının bir sonucu olarak hedef alındığını söyleyen Okçuoğlu, dönemin Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş tarafından hazırlanan Susurluk Raporu'nda da yer aldığı gibi Musa Anter’in katledilmesine Ankara’daki karar vericilerin kararlaştırdığını ifade ediyor ve yaşananları şu sözlerle özetliyor:  

"Musa Anter, dönemin Diyarbakır Belediyesinin organize ettiği Kültür Festivali etkinliği bahanesiyle ikna edilerek Diyarbakır’a getirtildi. Dönemin JİTEM Ankara Gruplar Komutan Vekilliği görevini yapan Binbaşı Cem Ersever bu kararı hayata geçirmek için yanında PKK itirafçıları Neval Boz ve Mustafa Deniz ile birlikte Diyarbakır’a gitti. Burada yapılan son bir planlama ile Diyarbakır JİTEM mensupları ve PKK itirafçıları tarafından organize edilen bir plan dahilinde, 'Yeşil' kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından tuzağa düşürülerek 20 Eylül 1992 yılında bir akşam karanlığında katledildi"
Okçuoğlu, Musa Anter’in katledilmesinin Türkiye’de ve özellikle de Kürt toplumu üzerinde yaratmış olduğu infialin, Kutlu Savaş’ın raporunda belirttiği gibi, Ankara’daki karar vericilerin bile bu cinayetten pişman olmalarına neden olduğunu ekliyor. 

AİHM TÜRKİYE’Yİ MAHKUM ETTİ

Anter’in katledilmesine ilişkin davanın ilk yıllarında soruşturmanın uzun süre faili meçhul olarak Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) Başsavcılığının raflarında tozlanmaya terk edildiğini söyleyen Okçuoğlu, 2000 yılında Anter ailesinin avukatı olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) bireysel başvuru yaptığını, başvurunun sonucunda AİHM’nin 2006 tarihinde sözleşmenin 2. Maddesindeki yaşam hakkı ve 13. Maddesindeki etkili iç hukuk yolu olmadığı gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum ettiğini ifade ediyor. Daha sonra AKP hükümetinin Kürt sorununda gündeme getirmiş olduğu yumuşama sürecinde, 90’lı yıllarda yoğunlaşan faili meçhul cinayet dosyalarının da tozlu raflardan indirildiğini söyleyen Okçuoğlu sözlerine şöyle devam ediyor:

"Musa Anter cinayetine karışan ve bu konuda muhtelif itirafları olan Abdulkadir Aygan’ın beyanlarının da etkisiyle, tetiği çektiği Abdulkadir Aygan tarafından belirtilen ve teşhis edilen korucu Hamit Yıldırım tutuklandı ve sonrasında aralarında "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım, o dönemde JİTEM’de yüzbaşı olarak görev yapan Savaş Gevrekçi ile PKK itirafçısı olup JİTEM elamanı olarak çalışmış olan Abdulkadir Aygan, Cemil Işık, Ali Ozansoy, Mustafa Deniz hakkında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı"

'YARGILAMA ABDULKADİR AYGAN’IN İFADESİNİN ALINMAMASI NEDENİYLE TIKANDI' 

Davanın daha sonra kamu güvenliği gerekçesiyle nakil kararı alınarak Ankara 6. Ağır Ceza mahkemesine gönderildiğini ve hala yargılamanın burada yapıldığını söyleyen Okçuoğlu, bu yargılama sürecinde birçok kurum ve kuruluşa yazı yazıldığını, onlarca kişinin tanık olarak dinlendiğini hatırlatıyor. Susurluk Raporu'nu hazırlayan Kutlu Savaş, MİT eski daire başkanı Mehmet Eymür, dönemin OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan, eski Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar ve Zeki Çatalkaya, eski Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı İsmail Hakkı Pekin dinlenen tanıklardan yalnızca bazılarıydı. 'Diyarbakır JİTEM Ana Davası' olarak bilinen dava ile Dersim’de kaçırılıp katledilen Ayten Öztürk’ün öldürülmesine ilişkin davalar da bağlantılı olduğu gerekçesiyle Musa Anter’in öldürülmesine ilişkin dava dosyası ile birleştirildi. 

Tüm bu bilgileri hatırlattıktan sonra Okçuoğlu, Musa Anter'in davasında yargılamanın, İsveç’te yaşayan Abdulkadir Aygan’ın ifadesinin alınmaması nedeniyle tıkandığını ve yıllarca süren bir zaman kaybına neden olduğunu belirtiyor.  

'HUKUKİ MÜCADELEYİ SÜRDÜRECEĞİZ'

20 Eylül 2022 tarihi itibariyle 30 yıllık zamanaşımı nedeniyle davanın düşmesinin gündemde olduğunu söyleyen Okçuoğlu hukuki mücadeleyi sürdüreceklerini vurguluyor. 
"Kürt meselesinde tekrar hayata geçirilen sertleşme ve şiddet politikalarının bir sonucu olarak faili meçhul cinayetlerin yargılanmalarına yönelik olarak olumsuz yargı pratiklerinin ve bürokratik geciktirme ve engellemelerin de devreye girmesinin de bir sonucu olarak 10 yıl süren yargılamada Abdulkadir Aygan’ın ifadesinin alınmasının mümkün olmamasının hiçbir geçerli mazereti bulunmamakta. Musa Anter cinayeti gibi bize göre kimin tarafından, nasıl gerçekleştirildiği kanıtlanmış olan bir suç yargılanmasının bitirilmekten kaçınılmış olmasının yaratmış olduğu büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı söz konusu. Biz hak arayışımızı öncelikle Anayasa Mahkemesi ve sonrasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde bireysel başvuru yaparak sürdüreceğiz" 

'MUSA ANTER İLE KİŞİSEL OLARAK TANIŞMA MUTLULUĞUNA SAHİBİM'

Avukat Selim Okçuoğlu'nun Musa Anter dosyası ile ilgisi, hukuki durumun çok ötesinde. kendi deyimi ile "Musa Anter ile kişisel olarak tanışma mutluluğuna" çok önce erişmiş. 
Yollarının kesişmesi Anter’in tehdit edilmesi nedeniyle Mardin’den İstanbul’a göç etmek zorunda kaldığı döneme denk gelmiş. Bundan sonra  Anter ile çok sayıda hatıralarının olduğunu belirtiyor Okçuoğu ve bir anısını bizimle paylaşıyor: 

"Arkadaşım Bahoz Şavata ile birlikte yaklaşık 2 ay boyunca neredeyse her gün kendisinin yaşamına ilişkin anlatımlarını dinleyerek kaleme aldık. Daha sonra bu anlatımlarını "Hatıralarım" adıyla Doz Yayınevinde bastık. Kitabının baskısının son aşamasında kitap kapağında kullanmak üzere bir fotoğrafını almak için Dragos’taki evine uğradığım bir öğlen saatinde ufak bir kâğıda yazmış olduğu "Ben bir dönemin yalnızca sanığı değil ama aynı zamanda tanığı ve davacısıyım da" notunu içeren yazıyı vererek bunun da kitabında yer almasını istemesini hatırlıyorum. Kitabın iç kısmı basıldığı için bunu arka kapakta bastık ve böylece onun isteğini yerine getirmiş olduk. Bu sözü daha sonra bir özdeyiş olarak toplum hafızasında yer etti. Kitabının yayınlanmasının onda yaratmış olduğu coşku ve mutluluk görülmeye değerdi. Daha sonra bu kitap nedeniyle kendisi yazarı olarak ben de yayıncısı olarak Devlet Güvenlik Mahkemesinde TCK’nun 142/3 maddesi uyarınca yargılandık. TCK’nun 141, 142 ve 163. maddelerinin Özal hükümeti tarafından yürürlükten kaldırılması sonucunda mahkûm olmaktan ve cezaevine girmekten kurtulduk"

İlgili Haberler
Öne Çıkanlar