'Suriyeliler kendi kavgamızın içine düştü'

'Suriyeliler kendi kavgamızın içine düştü'
7 yıllık misafirlik, harcanan 25 milyar dolar. Sonuçta ne entegrasyon ne istihdam ne de eğitim var.

Fatma YÖRÜR


Dünya Mülteciler Günü'nde artan göç dalgasıyla büyüyen krizi Özyeğin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Doç. Dr. Deniz Sert ve Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV)'dan Özgür Kaptan ile görüştük. Ortaya çıkan tablo; uluslararası arenada pragmatizm ve içerde politikasızlık hakim.


Bir yanıyla rakamlar çarpıcı bir yanıyla da her bir yaşamı her bir özneyi istatistiklere indirgemeye dönüşen tuzaklar.

Doç. Dr. Deniz Şenol Sert, uluslararası göç çalışan önemli akademisyenlerden. Onun da kaygısı mültecilerin istatistiklere dönüşmesi ve sorunun yaratıcılarının gözden kaçıyor olması. "Mülteci sorunu" sözünü eleştirerek başlıyor: "Mülteciler sorun değil, insanların mülteci olmasına neden olan savaşlar, otoriter rejimler, vs. sorun" diyor Şenol Sert ve devam ediyor: Sorunu yaratanlara, 'etken', mültecilere 'sorun' dediğiniz zaman, ister istemez okura yanlış bir görüş aşılamış oluyorsunuz. Mülteciler yaratılan sorunun gerçek mağdurları.

Gelişmiş ülkeler, dünya yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalınca mültecileri fark etti ama hızlı bir refleks de veremedi. Sizce gelişmiş ülkeler sorunun ciddiyetinin farkında mı? Bu ülkelerin ortak bir göç politikası var mı?
Dünya mültecilerin farkında, insanları mülteci haline getiren sorunların ciddiyetinin de farkında. Birçoğunun göç politikalarının ortak yönü de mülteciler arasında seçim yapabilmek (daha eğitimli insanları, daha gençleri, vs. kabul etmek gibi) ve aradaki geçiş ülkelerini (Türkiye gibi) güvenli bölgeler ilan ederek, bu insanların kendi sınırları içerisine gelişine engel olmak.Bunlar AB için 'ortak politika' olarak nitelendirilebileceği gibi, aynı zamanda tüm gelişmiş ülkelerin göç politikaları için de ortak nokta olarak değerlendirilebilir.

 

Bu sorunun etkilerine dönük uluslararası arenada ne tür çalışmalar yapılıyor? Yeterli görüyor musunuz?
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) çok ciddi çalışmalar yürütüyor. Ayrıca Suriye Donörler Grubu de öyle. Ancak bence sorun, çalışmaların etkisini ölçme konusunda yaşanıyor. Yapılan çalışmalar ne kadar insan hayatına dokunuyor, yoksa her insan bir sayı olarak mı kalıyor, ben de merak ediyorum.

BMMYK zorla yerinden edilmeye ilişkin, yeni Küresel Eğilimler raporu; 2016 yılı sonunda dünya çapında zorla yerinden edilmiş 65,6 milyon insan olduğunu göstermektedir. Bu hareketlerin kısa ve uzun vadeli sonuçları neler olabilir?
Bu 65,6 milyon insanın 22,5 milyonu mülteci; geri kalan 40,3 milyon kişi ise zorla yerinden edilmiş kişiler (IDP). Buradaki fark birinci grubun, uluslararası tanınmış bir sınır geçerek, mülteci olması; ikinci grubun ise kendi ülke sınırları içerisinde yerinden edilmiş olmaları. Kısa ya da uzun vadede ikinci gruptaki birçok insanın da bir sınır geçmek isteyeceğini varsayabiliriz. Ancak bu bir varsayım... Aynı rapora baktığımızda görüyoruz ki, ilk gruptaki mültecilerin de %55'i üç kaynak ülkeden geliyorlar: Güney Sudan, Afganistan ve Suriye. Orta vadede bu üç ülkedeki sorunlara bir çözüm bulunduğu takdirde sayılar doğal olarak düşecektir -tabi dünyanın başka ülkelerinde başka savaşların çıkmadığını hayal ettiğimizde." Bu geçiş ve göç yolunda Türkiye özellikle son yedi yıldır bir üs pozisyonunda. Resmi rakamlarla 2 milyon 957 bin 454 kişi artık bu ülkede bizimle yaşıyor. Ama hangi koşullarda?

62 MİLLETTEN BİN KADINA ULAŞAN KADAV

KADAV 2015 yılından beri başta Suriyeli kadınlar olmak üzere Türkiye'de bulunan 62 farklı milletten en az bin mülteci kadına ulaşmış bir vakıf. Çalışmalarını afete uğramış ve çoklu ayrımcılığa maruz kalan kadınlara odaklıyor. Başta mültecilerin (kağıtlı - kağıtsız) cinsiyet odaklı şiddet sorunlarıyla ilgilenme, gelen başvuruyu kabul etme, hukuki ya da psikolojik destek sağlama çalışmaları var. Bir yandan da gelir getirici istihdama kazandırıcı çalışmalar yürütülüyor.

KADAV'dan Özgür Kaptan: Daha çok kadınların evden çıkması ve o cesareti kazanmasına yönelik faaliyetlere odaklandık bu dönem. Küçük atölyeler, cinsiyet odaklı, güçlenme sağlayıcı, çeşitli toplumsal cinsiyet perspektifi ve haklarımız üzerine bilgilendirme. Ama daha çok birbirlerini tanımaları ve bir sorunla karşılaştıklarında dayanışabilmelerini odak alan dayanışma atölyeleri uyguluyoruz. Özgür Kaptan, sorunların yedi yılda nasıl büyüdüğünü ve karmaşıklaştığını konuşuyoruz.

"MÜLTECİLER TÜRKİYE’DE YAN GELİP YATIYOR AMA İŞSİZLİKTEN, ÇARESİZLİKTEN"

Geçici koruma statüsü altında ülkede yaşayan Suriyeli sayısı, 2012'de 14 bin 237 Suriyeli geçici koruma statüsüne alınırken, bu sayı 2017'de 2 milyon 957 bin 454'e ulaştı. 3 milyona yakın insandan sadece 5 bini kayıtlı çalışmaya dahil. Bu insanlar neyle, nasıl yaşıyor?
Ve bu durumda geri kalanı yatıyor. Suriyeliler yan gelip yatıyor" deniyor. "Evet Suriyeliler yan gelip yatıyor çünkü siz yedi yıldır bir göç ve göçmen politikası oluşturamamışsınız."Kamplar sığınmacılar konusunda çok büyük bir politika hatası. Hükümet kanadı sürekli mülteciler için 25 milyar dolar harcadık diyor. Ama o para boşa harcanıyor. Türkiye’de yüzlerce dönüm boş arazi var. Bu insanlar tarım toplumundan geliyor. Biz bu insanları o tarım toplumundan ya kentlerin ortasına saldık ya da kamplara kapattık. O 25 milyar dolarla çiftlikler, tarım alanları kurulurdu. Sonra insanlar neden Suriyelilerden nefret ediyor diyoruz?

"KAYNAKLARI KAMPA AYIRMAK KORKUNÇ BİR FİKİRDİ"

7 sene siz binlerce insanı besleyemezsiniz. Kampların ömrü 6 aydır. Kaynakları kampa ayırmak korkunç bir fikirdi. Bu sürdürülebilir bir şey değil. Orada kalan insanların psikolojisi açısından da sürdürülebilir bir şey değil. Kamplarda yaşamak kadınlar için de çok ağır ve travmatik. Devlet merkezileşince her sorun çözülecek sanıyor ama sorun kördüğüm oluyor. Eğitim konusu da aynı şekilde Suriyelilere dönük tüm eğitim ve faaliyet alanlarını kapattı ve kendi elinde toplamaya çalışıyor. Özel eğitim kurumlarını kapattı. Evet bir denetim şarttı ama bu topyekûn kıyım çok güzel işleri de kırdı geçirdi.

İşin acısı nasıl telafi edecek bunu? Milli Eğitimle bunu ben yapacağım diyor ama nasıl yapacak anlamadık. Türkiye’de sınıflar zaten kalabalık. Öğretmenlerin yükü zaten ağır. Dil problemi girecek. Suriyeliler çocukları dillerini ve kültürlerini kaybetmesin istiyor. Akran zorbalığı, akran ayrımcılığı hat safhada çocuklar okula gitmek istemiyor. Nefret artıyor. Burada amaç eğitimin sekülerleşmesinden ziyade, STK'lar giden parayı kesmek."

HASTANELER SURİYELİLERLE DOLU

"Hastaneler Suriyeliler dolu biz hizmet alamıyoruz" diyorlar. Doğru hastaneler bu insanlarla dolu haklılar çünkü o kadar sağlıksız koşullarda yaşıyorlar ki. Gidin bakın İstanbul’da en yaşanmaz en atıl evlerde bu insanlar yaşıyor. Beslenmeye erişimleri çok kısıtlı. Bir diğer yanıyla ekonomiyi de canlandırdılar bu hiç konuşulmuyor. Oturulmayacak yaşanmayacak evleri tuttu bu insanlar. Ve de fahiş fiyatlara. Şehrin en kötü evleri, kadınların emeğiyle yaşanır hale geldi. Çok mu zordu belli bir standart altı evlere üst limit koymak. Bugün Suriyelilerin evlerine hırsızlar giriyor çok yaygın. Yardım görevlisi kılığında adamlar gelip evleri soyuyor.

"250 BİN LİRAYA KİMLİK VERİLİYOR İNSANLARA"

Bu hayatı sürdürebilmek için burada bir ikamet kartları olması gerekiyor. 98 nolu bu kimlik kartları ön kayıt için altı ay sonra 99 nolu kartlara geçiliyor. Ama bu kartlara erişim gittikçe zor ve yığılmalar vs bahane ediliyor ama aslında artık bu kartlar verilmek istenmiyor. Verilenlere de önce erkekler erişiyor. Bu durumun da politikasızlık nedeniyle simsarları ortaya çıktı. 250 bin liraya kimlik veriliyor insanlara.

"KADININ KİMLİĞİ YOK"

Cinsiyetçilik hayata sinsice yayılıyor. Çok kadının kimliği yok mesela, geçici koruma kimlik belgelerine hanelerde erkekler sahip gelen olarak. Bu da kadınların sokağa çıkması ve mevcut haklarına erişmesini bile engelleyen bir şey.

Aslında sağlık konusunda bütün kapılar açık ama o kapıların kullanımı duruma bağlı. Birincisi dil bilmesi gerekiyor. İkincisi her kurumda ayrımcı insanlar çıkabiliyor. Bugün hastane kapılarında simsarlar var. Hastalara 100 liraya tercümanlık yapıyorlar hastanede. Kimin bunu ödeyebilecek parası var ki, bu insanlar burada ya işsiz ya yok paralara çalışıyor. Dil kursları düzenleniyor, meslek edindirme kursları düzenleniyor. Ancak buna erişmek çok mümkün değil. Kimlikleri yok olsa çocuklarını bırakacağı bir yer yok, kamusal alana çıkma izni yok, hatta cesarete yok hepsi olsa yol parası yok.

"SAHİPSİZ" OLMALARI TACİZİ MEŞRULAŞIYOR"

Pazara giderken tacize uğruyor bu insanlar, kirayı öderken tacize uğruyor, evi değiştirirken tacize uğruyor. "Sahipsiz" olmaları tacizi meşrulaşıyor. "Onlar çatısız" "yardıma muhtaç" ücret vermeden karın tokluğuna çalıştıracak insanlar olarak görülüyor.

Bize şöyle telefonlar geliyor. Elinizin altında çatıya muhtaç kimse var mı? Bizde soruyoruz, sigortasını yapacak mısınız? Telefon kapanıyor. Bir gün telefon geldi İstanbul’un zengin semtlerinde birinden bir bakkal: Bir tane komşum var bu mahalleden, adam yaşlı çok iyi bir adamdır hali vakti yerindedir. Bir kadın aldık en son Suriyeli ondan memnun kalmadı Türkiyeli birini arıyoruz." Böyle konuşuyor adam telefonda.

Önüne bir liste yapmış bütün kadın derneklerini arayacakmış. Resmen insan ticareti yapıyor aslında farkında değil. O iyilik yaptığını düşünüyor. Bu ticarette kahveye ilan asacak kadar "meşru." Çocuk evlilikleri de öyle. Varsa yoksa seçim sonuçları. Bu insanlara dönük araştırmalar yok.

Bu sürdürülebilir değil bir istihdam projesi var mı?
Türkiyeliler için ne kadar var ki? Hiçbir şey yapılmıyor diyemeyiz. Millî Eğitim Bakanlığı Meslek Eğitim okulları vs. açıyor ama buralardan yararlanabilmeleri için birebir çalışma gerekiyor. Politika gerekiyor. Yönlendirme, cesaretlendirme gerekiyor. Siz dil bilmeyen kurslara gelecek ulaşım parası olmayan insanlara istihdam kursu açıyorsunuz. Bunu bir Facebook mesajıyla anlatamazsınız istihdam garantili meslek kursu diye bir şey yok. Bu ince bir STK işi ama STK’lar alandan uzaklaştırılmaya çalışılıyor. İstihdam ve cinsel şiddette Türkiyeliler için olan sorunlar Suriyeliler için çarpı beş, çünkü "sahipsizler"

"GÖÇ ÖRGÜTLERİ CİNSİYET BOYUTUNDAN UZAKTI. KADIN ÖRGÜTLERİ DE GÖÇMENLERLE ÇALIŞMA BOYUTUNDAN UZAKTI"

Kadın hareketi hem içeride başa çıkmak durumunda kaldığı sorunların ağırlığı hem de maddi koşullarla göçmen kadınların yaşadığı sıkıntılara ulaşamıyordu. Suriyelilerle birlikte bu biraz aşıldı. 2011 yılında biz bunu düşündüğümüz de böyle bir şey hiç yoktu. Önce Sınır Tanımayan Kadınlarla sonra biz 2015’ten sahadaydık. 2016 Ağustos’a kadar çok küçük bütçelerle çalışmalar yaptık.

Nasıl ulaşıyorsunuz bu kadınlara? Dağınık haldeler.
İlk çalışmayı Küçükçekmece’de Hayata Destek Vakfı’nın bir çalışmasında oraya çocuklarını getiren kadınlarla dayanışma atölyesi yaptık. Kadınlar samimiyeti görünce katılıyor. Kartopu gibi büyüyor. Aralarında özel bir desteğe ihtiyaç olanlar vs. de bizimle paylaşıyor önce o güven ilişkisini kurmak gerekiyor. Kendilerini denek hissettirmeden onlarla ilgilenmek. Sorunlarının başında ekonomik koşullar olduklarını düşünüyorlar ama cinsiyetçi boyut çok ağır. Görüşmeler sonunda bunu kabulleniyorlar.

"YOKSULLUĞUN PAYLAŞIMI"

Bir yanıyla da Türkiye’nin yaşadığı mevcut siyasi kriz nedeniyle ertelenen bir nefret, ötekileştirme ve öfke var Suriyelilere. Bu nasıl sonuçlanacak?
Yoksulluğun paylaşımını yaşıyoruz. Evet öfke birikiyor. Türkiye’nin kendi kriziyle görmeme ve sorunları erteleme durumu var. Biz topyekûn toplumsal barışı sağlamadıkça Suriyelilerin de entegrasyonu söz konusu değil. Suriyeliler kutuplaşmanın ve kendi kavgamızın çok orta yerine düştüler.

Kağıtsız kadınlarla da ilgileniyorsunuz orada durum daha da vahim galiba?
Yeryüzü herkes içindir, sınırları koyduğumuz sürece sınır tarif ettiğimiz ve birtakım belgeler üzerinden yasal sayıldığımız sürece bunun simsarları da sömürüsü de olacak. Eşit paylaşım ve barış dediğimiz zaman ancak aşacağız.

Öne Çıkanlar