Merkez siyaseti (yeniden) kurmak mümkün mü?

Merkez siyaseti (yeniden) kurmak mümkün mü?
AK Parti’nin özellikle 2015 seçimlerinden sonra hızlandırdığı seçmeni kutuplaştırmaya dayalı strateji, Türkiye’de siyasetin ciddi biçimde aşınmasına neden oldu.

Kerem YAVAŞÇA*


İktidar bloğunun toplumsal karşılığının zayıfladığı artık bir sır değil. Bunu seçim anketlerinden görmenin mümkün olduğu kadar, iktidarın son birkaç haftadır geliştirdiği reform söylemlerinden de çıkarmak pekala mümkün. Hem uluslararası arenada yaşanan gelişmeler -özellikle Biden’ın seçilmesi- hem de ulusal gelişmeler -özellikle ekonomide kötü gidiş- hükümeti (en azından söylemsel olarak) keskin bir dönüşe sürüklemiş görünüyor. Reform çağrılarında samimiyet aramak şöyle dursun, zihniyet değişiminin bu kadar keskin bir şekilde gerçekleşme imkanı inandırıcılıktan uzaktır.

İktidar bloğundaki zayıflama karşısında en büyük beklenti, muhalefetin organize bir şekilde hareket ederek iktidarı devralmaya hazırlanması olarak değerlendirilmektedir. Zira hali hazırda yürürlükte olan Başkanlık hükümet sistemi ve % 50+1’i dayatan seçim usulü bunu zaruri kılmaktadır. Ancak bu noktada üzerinde durulması gereken, muhalefet aktörlerinin geçici ve gevşek bir koalisyon içinde bir araya gelip gelemeyecekleri konusu değildir. Bu, pragmatik sonuçları nedeniyle çok hızlı gerçekleşebilecek bir birlikteliğe tekabül etmektedir. Halbuki esas konu ilke ve değerler ekseninde bir mutabakata dayanan ve uzun soluklu bir dönüşüm imkanının olup olmamasıdır. Çünkü AK Parti’nin özellikle 2015 seçimlerinden sonra hızlandırdığı seçmeni kutuplaştırmaya dayalı strateji, Türkiye’de siyasetin ciddi biçimde aşınmasına neden oldu. Bu sürecin doğal bir sonucu olarak, kamuoyunda siyasetin çözüm üretme kapasitesine duyulan güven dip noktasına ulaştı. Halbuki toplumsal yaşantının normalleşmesi de ancak siyaset mekanizmasının işlerliği ile mümkün. Yani paradoksal biçimde hem siyasetten ikrah getirdik, hem de bu sıkıntıdan çıkış için yine siyaset mekanizmasını işletmekten başka yolumuz yok. Bu noktada ifade etmek gerekir ki,  Türkiye’de siyasete duyulan güveni arttırmanın yegane yolu, unutulmaya yüz tutan merkez siyaset anlayışını güçlendirmektir. Ancak bu şekilde bozulan dengeleri iyileştirmek, kutuplaşmanın getirdiği gerilimi azaltmak, makuliyette buluşabilmek, uzlaşıyı odağa almak ve rasyonaliteyi işletmek  mümkün olacaktır.

Şüphesiz, yıllardır siyasetin içinde bulunduğu gerilimler ve kimlik siyaseti nedeniyle, toplumsal kırılım noktaları pekiştirildi. Bilhassa kimlik siyaseti adeta siyasetin olağan zemini haline getirildi. Bu durumda siyasette sağduyu ve ahlaki kodlar işlemez oldu. Sinir uçları köreldi. Bu sebeple bugün bakılan noktada merkez siyasetin ölmüş olduğu yorumları daha güçlü görünmektedir.

Ancak bu yorumların aksine, Türkiye’nin geniş perspektifte siyasal geçmişine bakıldığında, merkez siyaset anlayışının yalnızca geçici bir felç içinde olduğu iddia edilebilir. Zira en basit anlatımıyla siyasal kültürün bugünden yarına köklü değişikliğe uğrayamacağı gerçeği düşünüldüğünde, ümitvar olmak mümkündür.

Bugün iktidar dışındaki aktörlerin, merkez siyasetin üzerinde bulunan ölü toprağının ağırlığı altında ezilmesinin; yahut çok az bir alanda hareket kabiliyeti bulabilmesinin altı kalınca çizilmeli.  Peki, bu yükü yalnızca sahneye çıkmaya cesaret etmiş kişilere/aktörlere yüklemek büyük bir haksızlık değil mi? Çözümün merkez siyasette olduğunu gören ve bunun için yola çıkmış çevrelere tanınan alanın çok sınırlı olduğu bir gerçek. Siyasette rekabetin adı unutuldu. Adil olmayan şartlarda bırakın mücadele etmeyi, kamuoyunda görünür olabilmek, medyada yer alabilmek, baskılardan azade kalabilmek, işini gücünü kaybetme korkusu olmadan bildiğini söylemek bile bir nimet olarak sayılıyor.

Şimdi sormak gerekiyor. Kelle koltukta siyaset yapılan bir zamanda, hakketen yapılması gereken, bu cesareti gösterenleri yalnızca eleştirmek mi? Yoksa Türkiye’nin her alandaki mevcut koşulları açısından farkındalık yaratmak için çalışmak -en azından yazmak/konuşmak- mı?

Hülasa, merkez siyasetin yeniden canlandırılmasının yalnızca siyaset sahnesinde olanların değil, entelektüel camianın ve STK’ların da aktif rol almasına sıkı sıkıya bağlı olduğunu unutmamak gerekiyor. Yani demokrasiyi benimseyen veya kendini demokrat olarak nitelendiren tüm kesimlerin suskunluğun konformundan feragat edip, taşın altına elini koymaları gerekiyor!


*Dr. Kerem Yavaşça
 Ahi Evran Üniversitesi
 İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi 
 Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

Öne Çıkanlar