İlkokulda çocuklarımıza askercilik öğretiliyor, bense çocuklarımızın düşünmesini istiyorum

İlkokulda çocuklarımıza askercilik öğretiliyor, bense çocuklarımızın düşünmesini istiyorum
Ali Nesin'in popüler matematik kitaplarında yer alan popüler matematik öykülerini Artı Gerçek okuyucuları ile paylaşmaya devam ediyor.

Ali NESİN


ARTI GERÇEK - İlkel  insan,  mağarasının  duvarına  resim  çizerken  soyut  bir eşitlik  kavramına  sahipti. Çizdiği  hayvan  resmiyle  gerçek  hayvan arasında bir ilişki kurar, iki ve üç boyutlu iki değişik nesneyi eşleştirirdi. Üstelik çizdiği geyik herhangi bir geyiğin resmiydi. "Herhangi bir geyik", "genel bir geyik" gibi düşünceler soyutlamaya giden ilk adımlardır. İlkel insan soyutlamaya, dolayısıyla matematikçileşmeye böyle başladı. Bu evreden "x bir geyik olsun" evresine geçmek için küçük bir adım gerek. Bu küçük adım insanlığın binlerce yılını almıştır.

İlkel insanın mağara duvarlarına çizdiği geyiğin, gerçek geyik  gibi,  dört  ayağı,  iki  gözü,  bir  burnu  vardı.  Bilinçli  olarak sayı sayıp sayamadıklarını bilmiyoruz ama sözsüz ve yazısız da olsa bir tür sayı kavramına sahip oldukları apaçık. Hayvanlarda da vardır ilkel bir sayı kavramı. Hayvanların sayı kavramı üzerine oldukça araştırma yapılmış ve bilimsel yazı yazılmıştır. Örneğin kargaların dörde kadar sayabildikleri söylenir.

Zamanla  insanlar  küçük  sayıları  yan yana  koyarak  büyük sayıları elde edebileceğini bir süre sonra buldu. Örneğin bugün sayıları  yazmak  için  0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8  ve  9  rakamlarını  kullanırız. On rakam kullandığımızdan sayı sistemimize "onluk sistem" deriz. Onluk sistemin neden öbür sistemlerden daha kullanışlı ve yaygın olduğunu anlamak oldukça kolay: İki elimizin on  parmağı  var.  Maymunlar  gibi  ayak  parmaklarımıza  da  kolayca ulaşabilseydik 20’lik sistemde yazabilirdik.

İkilik sistemde yalnızca iki rakam (tercihen 0 ve 1 rakamları) kullanılır. Bu sistemde 0 ile 9 arasındaki sayılar sırasıyla şöyle yazılır:

0, 1, 10, 11, 100, 101, 110, 111, 1000, 1001.

Görüldüğü gibi bu sistemde 2 ve 2’den büyük rakamlar kullanılmaz. Her sayı 0 ve 1 rakamlarıyla yazılır. 2 yerine 10, 3 yerine 11, 4 yerine 100 yazılır.

Beşlik  sistemdeyse  5  ve  5’ten  büyük  rakamlar  kullanılmaz. Her  sayı  0, 1, 2, 3  ve  4 rakamlarıyla  yazılır.  Örneğin,  

5  yerine 10,

6 yerine 11,

25 yerine 100 yazılır.

11’lik sistemde on bir rakam vardır: 0, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, . Bu sistemde,

 

  1. yerine ♯,

  2. yerine 10,

  3. yerine 11,

21 yerine 1= 1 × 11 + 10

22 yerine 20 = 2 × 10

110 yerine = 10 × 110

115 yerine 5 = 10 × 11 + 5

yazarız.

Bütün  sayıları  ilk  bir,  ilk  beş,  ilk  on  iki,  ilk  yirmi  sayıyı kullanarak ifade eden toplumlar da vardı. Sayılar ve İmgelem Gücü  adlı  yazımızda  bu  kavimlerden  örnekler  vereceğiz.  C¸ ağımızdan  ve  Batı  uygarlı˘gından  da  ¨ornekler  verebiliriz.  Fransızlar  70’e  "soixante-dix",  yani  "altmış-on"  derler.  Demek  ki Fransızların ataları bir zamanlar altmışlık sistemi kullanmışlar, yetmişi dillerine daha sonra eklemişler.

Fransızlar 80 için "quat- re-vingts",  yani  "dört-yirmi"  derler.  Bundan  da  Fransızların atalarının,  altmışlık  sistemin  yanısıra  yirmilik  sistemi  de  kul- landıkları anlaşılıyor. Zaten düzine, dozen, douzaine gibi 12 an- lamına gelen kelimeler de 12’lik sistemi işaret eder.

Türkçemiz de bu konuda ilginç bir gelişme göstermişe benzer. On bir (10+1), on iki (10+2), on üç¸ (10+3) gibi sayılara ba- kacak olursak, atalarımızın onluk sistemi kullandıkları anlaşılır.

Öte  yandan,  on,  yirmi,  otuz,  kırk,  elli  sayılarının  bir,  iki,  üç, dört,  beş  sayılarıyla  herhangi  bir  ses  benzerliği  yoktur.  Ama altmış, yetmiş, seksen ve doksan sayılarının altı, yedi, sekiz ve dokuzla  ses  benzerliği  vardır.  Altmış  altıdan,  yetmiş  yediden, seksen  sekizden  ve  doksan  dokuzdan  türemiş  belli  ki.  Demek ki  bizim  de  bir  zamanlar  altmışlık  sistemimiz  varmış.  Bugün hem onluk, hem altmışlık sistemi içeren bir sayı sistemini kullanıyoruz. Birazdan göreceğimiz gibi Babilliler de buna benzer bir sistem kullanıyorlardı. Bundan da sayı sistemimizin Mezopotamya’dan geldiği kanısına kapılıyorum. Konunun uzmanlarının ne düşündüklerini bilmiyorum.

Türkçenin sayı sistemine ilişkin ikinci bir gözlem, altmış ve yetmiş sayılarının yapısıyla seksen ve doksan sayılarının yapısı arasındaki ayrımla ilgili: Altmış ve yetmiş, altı ve yediden aynı yapı değişikliğine uğrayarak türemiş. Oysa seksen ve doksanın yapıları değişik. Bundan da ¸su çıkabilir: 80 ve 90 sayılarını 60 ve 70 sayılarından çok daha sonra keşfetmişiz.

Çok az bildiğimiz ve günümüzü pek az etkilemiş olan Aztek ve Maya uygarlıklarını saymazsak, Yunan öncesi uygarlıklardan dördü matematikte önemli ilerlemeler kaydetmiştir:

  • Hintliler

  • C¸ inliler

  • Mezopotamyalılar

  • Mısırlılar

Üzerine en az bildi˘gimiz Hint matematiğidir. C¸ ok büyük sayılarla  ilgilendiklerini  biliyoruz.  Ancak  bu büyük  sayılarla  bir  e  yaradıklarından  değil,  dinsel  nedenlerle  ilgilenirlerdi.  Epik şiirlerinden  birinde  (Lalitavistava)  53  rakamlı  bir  sayı  vardır! Bugu¨n  kimi  matematikçi,  bir,  iki,  uüç gibi  sa kavramlarının 5 milyar, 3 trilyon gibi kavramlardan daha somut kavramlar olduklarını savunur. Ne demek istediklerini biraz sezinliyorum sanıyorum. Örneğin üç saniyenin oldu˘gunu  hepimiz aşağı yukarı biliriz. Otuz yıl da bizim için bir anlam ifade eder. Oysa 1 milyar saniye? 1 milyar saniyeyi algılamak pek kolay de˘gil.  Hesapladım,  1  milyar  saniye  30  yıl  ediyor  aşağı  yukarı. Yani "30 yıl = 1 milyar saniye" eşitliği ¨oyle bildi˘gimiz sıradan eşitliklerden değil. Sol taraftaki terimin anlamını algılayabiliyoruz, ama sağ taraftaki terim bize ¸cok yabancı.

 

Milyarı algılamanın bir başka yolu da ortalama yaşamın 2,5 milyar  saniye  olduğunu  düşünmektir.  Doğduğunuz  andan  2,5 milyar saniye sonra 75 yaşında olacaksınız.

Çin matematiğine değin bilgimiz biraz daha fazla. Onlarda da büyük sayı mistisizmi vardı. Pisagor’un (MO¨ . 580-500) eşek teoremini2ve sihirli kareleri3 biliyorlardı. Ama Pisagor’un e¸sek teoreminin kanıtından habersizdiler. Kanıt kavramını Eski Yunanlı  Tales  (I˙O¨  624-547)  bulmuştur. Çinliler  Pisagor’un  eşek teoremini kanıtlamaya gereksinim bile duymadan, deneyle bulmuşlardı4. Bunun yanı sıra üçgenin ve paralel kenarın alanlarını biliyorlardı. Biz de bulalım bu alanları.

 

Bilindiği gibi yoktan bir şey varolmaz. Matematikte de belitsiz (aksiyomsuz) teorem kanıtlanamaz. Bir bilgiye varmak için birtakım varsayımların tartışmasız kabul edilmesi gerekmektedir. Bu varsayımlar genellikle öylesine doğaldır ki, matematiğe yabancı birisi bu varsayımların ayrımına varmaz bile. Aşağıda da  birtakım  varsayımlar kullanacağız.  Bunlardan  biri  dikdörtgenlerin alanıyla ilgili: Uzunluğu  a, genişliği  b olan bir dikdörgenin alanı  abdir. Bu önermeyi, kanıtlamadan, belit olarak kabul edece˘giz. Başka varsayımlarda da bulunacağız.

İlk olarak bir paralelkenarın alanını bulalım. ABCD, boyutları aşağıdaki gibi olan bir paralelkenar olsun:

Paralelkenarımız dikdörtgen oldu ama alanı değişmedi. Dolayısıyla paralelkenarımızın alanı yukarıdaki dikdörtgenin alanına, yani abye eşittir.

Şimdi  bir üçgenin  alanını  hesaplayabiliriz.  ABC,  aşağıda boyutları göterilen üçgen olsun:

Eğerr,  simetriği  alınınca,  kaydırılınca  (ve  d¨ondürülünce)  bir şeklin  alanı  değişmiyorsa  (ki  değişmez,  alan  böyle  bir şeydir), elde  ettiğimiz  bu  paralel kenarın  alanı, biraz önce  de  hesapladığmız gibi,  ab’dir. Ama aynı zamanda, alanını hesaplamak istedi˘gimiz üçgenin  iki  katıdır.  Demek  ki üçgenimizin  alanı ab’nin yarısı, yani ab/2’dir. Üçgenin alanını böylece bulduk.

Bunu aşağıdaki şekilde de görebiliriz.

 

İlkokul  ¸cocuklarının  bile  anlayabilecekleri  bu  kanıtları  ne yazık  ki çoğu çocuk  bilmez.  Oysa  olağanüstü güzellikteki  bu kanıtları erken yaşlarda görmek bütün bir yaşamı değişirebilir. Cimnastik  derslerinde  hazırola  ve  rahata  geçmenin öğretildiği bir eğitim sisteminden düşünmesini öğretmesi beklenebilir mi?  Evet,  ilkokullarımızda  parmak  kadar  ¸cocuklara  askercilik öğretiliyor. Bense çocuklarımızın düşünmesini istiyorum.

Mısırlılara  gelelim.  Mısırlılar çağlarının  en  iyi  mühendisleri, kimyagerleri ve doktorlarıydı. Piramitleri İÖ 000 ile 2000 yılları  arasında  yapmışlardır. Yapılan ölçümlere  göre  bu  piramitlerin  açıları  arasında  yalnızca  1/27000’lik  bir  fark  varmış. Birkac¸  yıl öncesinin İsvi¸cre  saatleriyle  karşıla¸stırılabilecek  bir doğruluk derecesi.

Bir yılın 365 gu¨n olduğnu ya da olması gerektiğini ilk bulan  Mısırlılardır.  Dikdörtgenin  ve  trapezin  alanlarını  hesaplamasını da biliyorlardı. Mısırlılardan geri mi kalacağz, boyutları aşağıdaki şekildeki gibi olan bir  ABCD  trapezinin alanını biz de hesaplayalım.

B’den DCye doğru ADye bir paralel ¸cekelim.

Bugünkü saat sistemimizi Babillilere borçluyuz.

Yazının  başında  matematiğin  "doğal"  bir  bilim  olduğunu çıtlatmı¸stım. Evet, matematik doğaldır. Ne denli soyut olursa olsun, matematik insanların buluşu değildir. Matematik insanlardan  bağımsızdır.  Matematik  yapmak  demek  doğanın  yasalarını, zekˆasını anlamaya çalışmak demektir. Fizik, kimya gibi deği özgü bambaşka  yöntemlerle  yapar  bu işi  matematik.  Matematik  doğanın özünde  vardır  ve  matematikçiler insanlardan  ba˘gımsız  olan  bu  matemati˘gi  bulmaya,  ke¸sfetme- ye ¸calı¸sırlar. Matematik icat edilmez, keşfedilir. π sayısı, çeşitli sonsuzluk  kavramları,  kümeler  kuramı,  topoloji,  sayılar  kuramı,  hatta  mantık,  sözün  kısası  matematikte  her şey,  ama  herşey  doğanın özünde  bulunur.  Matematikteki  konular,  kavramlar bizim anlağımızın bir ürünü değildirler, bizim dışımızda da, bizden bağımsız olarak vardırlar.

 Bu yüzden evrenimizde yaşayan ve bir tür matematik geliştirecek kerte akıllı olan her yaratık bizim bildiğimiz matematiği eninde sonunda bulur. Çünkü bir tek Matematik vardır: Doğanın matematiği5.

Bu  yazdıklarım  evrensel  olarak  kabul  edilmiş düşünceler değilldir, kanıtlanmaları da pek olası değidir. Matematikle içli dışlı  olan çoğu  kişi  benim  gibi  düşünür. Ünlü matematikçi Hardy’nin  bu  konuda  yazdıklarını  aktarayım.  (Bkz.  kaynakça [20]’de 22’nci bölüm.)

Fiziksel  gerçekle  maddi  dünyayı;  gecesi  gündüzü olan,  depremleri  olan, ay  ve  güneş tutulmaları  olan  dünyayı; fiziksel  bilimlerin  anlatmaya  ¸calıştığı  dünyayı  kastediyorum.  [...]  Benim için  ve  sanırım çoğu  matematik¸ci  i¸cin  "matematiksel  gerçek " diye  tanımlayacağım  başka  bir  gerçek  varr.  Bu  matematiksel gerçeğin  niteliği  hakkında  gerek  matematik¸ciler  gerek  felsefeciler arasında herhangi bir uzlaşma yoktur. Bazılarına göre zihin- sel dir ve onu bir bakıma biz yaratırız ; diğerleri ise onun bizim dışımızda ve bizden bağımsız olduğu kanısındadır. Matematiksel geerçeğin  ne  oldu˘gunu, inandırıcı  bir şekilde açıklayabilecek  bir kimse metafiziğin en zor problemlerinin ¸coğunu çözmüş olurdu. [...]  Benim  inancıma  g¨ore,  matematiksel  gerçeklik  bizim  dışımızdadır ;  bizim işlevimiz  onu  bulup çıkarmak  ya  da  gözlemektir ;  ıspatladığımızı  veya  tumturaklı  sözlerle  yarattığımızı  s¨oylediğimiz teoremler, gözlemlerimizden çıkardığımız sonuçlardan ibarettir. Bu g¨orüş Eflatundan bu yana bir çok ünlü filozof tarafından da benimsenmiştir.

Hardy,  aynı  kitabın  24’u¨ncu¨  bölümünde  matematiksel  gerçeklikle fiziksel ger¸cekliği kaılaştırıyor:

[...] matematiksel nesneler çok daha göründükleri gibidirler. Bir iskemle veya bir yıldız hiç de göründüğü gibi değilldir; üzerlerinde ne kadar çok düşünürsek, görüntüleri de, duyularımızdan kaynaklanan bir sis içinde, o ölçüde netliğini kaybeder, bulanıklaşır. Buna karşılık, "2" veya "317"nin duyularla ilişkisi yoktur; yakından inceleddiğimiz ölçüde özellikleri daha da berraklaşır. [...] Öte  yandan  pür  matematik,  tüm  idealizmin çarpıp  battığı  bir kayadır.  317  bir  asaldır ;  biz öyle  düşünüyoruz  diye,  veya  kafa yapımız şu  ya  da  bu şekilde  olduğu  için  değil; çünkü matematiksel gerçeğin yapısı budur.


1 Doç.  Dr.  Yusuf  Gürsey’den  edindiğim  bilgiye  göre,  altmış ve  yetmişteki "mış"  ve  "miş"  sonekleri,  Moğolca  on  sayısından  türemiş  ve  seksen  ve doksandaki "en" ve "an" sonekleri Türkçe on sayısıyla aynı kökten.

2 Pisagor ve Sayılar başlıklı yazıya bakınız: s. 149.

3 Sihirli Kareler yazılarına bakınız: s. 159-173.

4 Çinliler   bu   deneye   dayanan   yöntemle   doğru   olmayan   teoremler   de "kanıtlamışlardır".  Asal  Sayılar  başlıklı  yazımızda  Çinlilerin  yanlış  teoremlerine bir örnek vereceğiz. Bkz. s. 125.

5 Bu  konu,  çok  daha  geniş  olarak,  Matematik  ve  Doğa  adlı  kitabımdaki "Matematik  ve  Doğa"  başlıklı  yazıda  ele  alınmıştır.  (Bkz.  Matematik  ve Doğa, Nesin Yayınevi)

 

Öne Çıkanlar