Kürt sorunu çözülmeden liberal demokrasi kurulamaz!

Siyaset sadece mutabakat metinleriyle değil, tavır ve duruşla da yapılır.

Altı muhalif liderin aynı masada buluşup uzun ve detaylı bir demokrasi paketine imza atması, Türkiye gibi uzlaşma kültürünün gelişmediği bir ülke için önemli bir gelişme. Sadece kendi doğrularına inanan bir siyasi kültürün değişmeye başlamış olabileceğine ilişkin bir umut ışığı.

Liderlerin açıkladığı metin kapsamlı, iddialı, Batı tipi bir çoğulculuğu öngörüyor. Hukuka bağlılığı, yargının bağımsızlığını, akılcı bir ekonomi yönetimini hedefliyor. Keyfi, baskıcı ve akıl dışı bir ekonomik yönetim döneminden sonra beklenen bir gelişme.

Ancak masayı oluşturan aktörler, bu metni imzalamış olsalar bile açıkçası metnin ruhunu yansıtmıyor. DEVA ve Genel Başkanı Ali Babacan’ı bir kenara koyarsak, hepsi bırakın liberal olmayı açıkça Batı karşıtı. Batılı olmayı giyim-kuşamda, tüketim modunda görüyor. İçeride baskıcı, dışarıda yayılmacı bir politika izleyen Putin de votka tüketicisi ve şık giysileriyle Batılı olabilir bu ölçüte göre ama kazın ayağı öyle değil.

Liberalizm, Rönans’ın doğurduğu özgürlük ortamında Locke, Hume, Smith, Kant gibi düşünürler tarafından geliştirildi. Onlar, bireye ve birey aklına güvenmeye, doğal düzen ve doğal haklar yasasına, özgürlük ve toplumsal rıza anlayışına dair düşüncelerini dillendirerek liberalizmin felsefi temellerini attılar. 

İnsan ve Yurttaşlık hakları Bildirisi Ulusal Meclis tarafından 26 Ağustos 1789’da kabul edildi. Fransızlar olan anayasanın başlangıç kısmına insan haklarını ve özgürlüklerini açıklayan bir bildirinin konması zorunlu gördü: "Toplumların uğradıkları felaketlerin ve yönetimlerin bozulmasının tek nedeni insan haklarının bilinmemesi, unutulması ya da hor görülmesidir." 

Bugün Türkiye’de yargının durumuna ilişkin tartışma açılması ve siyasetten bağımsız bir yargı sözü verilmesi elbette önemli ama içinden geçtiğimiz dönemde bu parti ve liderlerinin başta Kürtler ve Cemaat mensuplarına yönelik inanılmaz muameleye sessiz kalmış olmaları da bir o kadar önemli. Siyaset sadece mutabakat metinleriyle değil, tavır ve duruşla da yapılır. 

Muhalefet temsilcilerinin bu konudaki sessizliği bu konuda inandırıcılıklarını artırıcı bir etki yapmıyor. Aksine seçimden sonra bu sözlerini bir kenara atma ihtimalinin yüksekliğini görüyor. "Camdan karakollar" sözü vererek Çankaya’ya kadar çıkan merhum Süleyman Demirel’in yargısız infazlar zamanında "Devlet bazen rutin dışına çıkar" noktasına gelmesi hala aklımızda.

Bir ikinci nokta, AKP iktidarının 20 yıl içinde ciddi bir anti-Batı ve anti-liberal bir toplum yaratmış olması. Kendine güvenmeyen, kendisi gibi olmayan, Batı’yı bölücü bir güç olarak etiketleyen bir toplum. Böyle bir toplumsal yapının siyaset kurumuna liberalleşme baskısı yapmasını umut etmek çok gerçekçi görünmüyor. Atatürk’ün "altın çağı"na dönüşle her sorunun çözüleceğine inanan önemli bir kesim bu bloğu oluşturuyor.

Ancak çevremizde yaşanan olaylar Türkiye’yi bir tercihe zorluyor. Çok uzak olmayan zamanda liberal düzen ve Batı kurumları ile Çin-Rusya ekseni arasında bir tercih yapma zorunluluğu doğacak. Çin-Rusya yakınlaşmasının gücünden etkilenenler Almanya ve Fransa’nın Batı İttifakı’na güçlü bir şekilde bağlı olduklarını göstermesiyle şaşırmış olmalı.

Dünyanın böyle bölündüğü bir ortamda demokrat ve liberal taklidi yaparak Batı İttifakı’nda kalmak kolay olmayacak. Kulübe üyeyseniz, kurallarına uymanız gerekecek ki, Türkiye uymadığı için Avrupa Konseyi’nden bile çıkarılmak üzere. Batı şemsiyesinden çıkmış Türkiye’yi bekleyen tehlike içinse Ukrayna’ya bakmak yeterli.

Partiler, tabanları ve hedefleri arasında büyük bir uçurum olduğu ortada ve liderler ve kadroları partilerini bu konuda eğitmek için bir çaba harcamıyor.

Mutabakat metninin asıl eksiği ise elbette Kürt meselesi… Türkiye’de demokrasi ve yargı sistemiyle ekonominin tamamen çökmesi Kürt meselesindeki tutumu. Liderler metinde bu en önemli meseleyi yok saymış. Kürt meselesiyle yüzleşmeyen, çözüm yolları önermeyen bir mutabakatın başarıl olma ve Türkiye’yi düze çıkarma ihtimali çok düşüktür.

Bu tavır, HDP’yi kendisine mahkum gören, üstten bakışçı Beyaz Türk tavrıdır. HDP Merkez Yürütme Kurulunun aynı gün yaptığı bu açıklama o yüzden önemlidir: Çözümün tek yolu Dolmabahçe Mutabakatına geri dönmektir.

Bu çağrı altı lidere seçeneklerimiz sizinle sınırlı değil mesajıdır açıkça ve doğrusu da budur. Kürt siyaseti için Gelecek Partisi ve İYİ Parti geçmişleri ve bugünkü duruşlarıyla AKP’den daha güvenilir ve itibarlı değildir.

Metropoll Araştırma şirketi yöneticisi Özer Sencar, HDP’nin duyurusunu bir araştırma sonucuyla birlikte yayınladı. Seçmenlere "Kürt sorununun çözümü için yeni bir süreç başlatılmalı mı?" sorusunu yönelten şirket çarpıcı cevaplar aldı. AKP seçmeninin yüzde 46’sı, CHP seçmeninin yüzde 49’u, İYİ Parti seçmeninin yüzde 54’ü ve de MHP seçmenin yüzde 69’u bu soruya "evet" yanıtı verdi. Etnik kökene göre kendisini Türk olanların yüzde 50’den fazlası bu soruya olumlu cevap verdi.

Parti tabanlarının bile liderlerden ileri noktada durduğu bu konuda altı partinin hızla bir çözüm arayışına girmesi ve duruş sergilemesi acil görünüyor. Erdoğan seçimi kazanmak için çok cesur davranabilir…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi