karavana mahkumları

bugün gencecik ve yoksul çocukların, sebebini bilmedikleri davalar uğruna ölmesini, birilerinin kârı uğruna ölümden dönmesini nasıl engelleyeceğiz?

malum, eskiden askeriyenin yemeği orada askerler tarafından pişirilir, komutandan erbaşa o yemeği yerdi. askerliğini yapan aşçılar, aşçı yamakları mutfakta çalışırdı. görülen o ki şimdi durum değişmiş, yemek bir taşeron şirkete havale edilmiş, er ve erbaş dışındaki rütbeliler dışarıdan yemek yiyormuş. taşeron firma yani rota da 15 temmuz’dan sonra meydanlarda yemek dağıtan şirket.

manisa’da mayıs ayından beri askerlerin karavanadan zehirlenmesi konusuyla ilgiliyseniz bunların çoğunu biliyorsunuzdur. artı gerçek de bu konuda çok ayrıntılı haberler yaptı. savunma bakanı, yemeklerin sıcaktan bozulmuş olabileceğini iddia etse de, askerlerin görüntüleri, daha ciddi bir zehirlenmeyi düşündürüyor.  üstelik de yaşadıklarını anlattıkları için dayak yiyeceklerinden bahsediyorlar. bu engellenemez bir kader mi?

militarizm, devletlerin emperyal ve emperyalist çıkarlarına hizmet eden, başta silah sanayii olmak üzere ekonomisiyle büyük bir sistem. ayrıca savaşlardan kâr eden sadece silah üreticileri değil; mesela inşaatçılar için de büyük bir alan açılıyor. şimdi türkiye’de taşeronlaşmayla birlikte bu alanların genişlediğini görüyoruz.

ulus devletler var oldukça ordular da maalesef olacak. ama askerlik böyle bir şey olmak zorunda mı? yani zehirlenmeden, hayattan bezmeden, hakarete uğramadan, dayak yemeden savaşmayı öğrenemez mi insan?

biliyorsunuz, geçtiğimiz günlerde türkiye’nin katar’a asker göndermesi karar altına alındı. gideceklerin arasında mesleği askerlik olanlar olduğu kadar, türkiye’nin oraya neden asker gönderdiğini, hatta katar’ın neresi olduğunu bilmeyen erler var; mesleği askerlik olanların konuya bütünüyle hâkim olduğu fikri de iyimser bir yaklaşım tabii. bu çocukları ölmeye ve öldürmeye razı etmek için ezmekten başka yol olmayabilir. ama örneğin, 1942 yılında, nazi ordularının sardığı stalingrad’da direnen kızıl ordu mensupları ve onlarla birlikte savaşan partizanlar bu ruh haliyle mi savaşıyordu? muhtemel ki bozuk bile olsa yiyecek bulmaya razıydılar ama manisa’daki hastanede, bir yandan acı, diğer yandan dayak ve ölüm korkusuyla mücadele eden çocukların hissettiği infiali mi hissediyorlardı? daha önemlisi, savaşın ve zaferin hayatları üzerindeki etkisi aynı mı?

bugün gencecik ve yoksul çocukların, sebebini bilmedikleri davalar uğruna ölmesini, birilerinin kârı uğruna ölümden dönmesini (suriye’de ışid’in elinde yakılmalarına değinmekte bile zorlanıyorum) nasıl engelleyeceğiz?

türkiye’de, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi askerlikle ilgili her meselede en fazla dillendirilen çözüm zorunlu askerliğin kalkması, vicdani ret hakkının tanınması oluyor. türkiye’de zorunlu askerliğin kalktığını tahayyül edelim, neler olur? öncelikle askere sadece şiddete meyyal, askerliği ve savaşı, sorumluluk duymadan insan öldürebileceği bir alan olarak kutsayan, büyük ihtimalle faşist ideolojinin etkisinde olan erkekler gider. bunlardan oluşan bir ordu nasıl olur, tahmin edebilirsiniz. ama daha büyük ihtimal şu; askerlik ücretli hale gelir. şu anda küçük bir varlıklı kesimin, ama bedelli askerlik uygulamaları, ama çeşitli ilişkilerle kullanabildiği askere gitmeme hakkı yaygınlaşır. ücretli askerlik, toplumun en yoksul kesimleri için bir alternatif haline gelir ve aynı çocuklar aynı kaderi yaşamaya devam eder. çünkü yoksulluk ve işsizlik şimdiki düzeydeyken, ölümü de göze alarak askerlik yapmaya razı gelecek çok insan bulunur. kaldı ki başta abd ordusu olmak üzere dünyanın en militarist ve acımasız orduları böyle oluşturuluyor. militarizmle mücadeleden vazgeçmeden, yurt savunmasını nasıl demokratikleştirebileceğimiz üzerine düşünmek belki bize yeni bir kapı açabilir.

çünkü toplumcu düşünce, "aman benim çocuğum ölmesin"den, "çocuklar ölmesin"e, "ben mutlu olduğum gibi yaşayayım"dan "toplum herkesin mutluluğunu sağlasın"a geçtiğimiz noktada başlıyor.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
ayşe düzkan Arşivi