Ilımlı İslam’a Ne Oldu?

Ilımlı İslam’a Ne Oldu?
Bugün Taliban’ın ‘ılımlılaşacağını’ iddia edenler 2000’li yıllarda aynı şeyi İslamcılar için söyleyenlere kıyasla daha az. Benim de tahminim, bunun da yanlış çıkacağı.

Galip BEŞİROV


ARTI GERÇEK- Bu yazıda, 2000’lerin başında moda olan Ilımlı İslam kavramını tartışacağım. Ilımlı İslam, hem akademik (moderation) hem de siyasal bir kavram.

Siyasal olarak, 2001’deki 9/11 saldırılarından sonra, ABD’nin küresel terörle savaş politikaları çerçevesinde tüm İslam dünyasında teşvik ettiği bir kavramdı Ilımlı İslam.

Tam olarak ne ifade ettiği açıklanmasa da, yorumcuları tarafından genel olarak daha açık-fikirli, farklılıklara karşı toleranslı, seküler, demokratik ve hiç bir şekilde şiddete başvurmayan bir İslam’a denk geldiği düşünüldü.

Müslüman bireylerden İslamcı partilere, onlardan Müslüman ülkelere kadar geniş bir yelpazede yer alan hemen her türlü İslam-bazlı olguyu değerlendirirken kullanıldı.

Kavramın dayandığı çarpık epistemolojik temeli gelecek yazıda ele alacağım. Ama şimdilik şunu diyebilirim ki, Ilımlı İslam kavramı tamamen batılı görüş ve bakış açısına dayanıyordu. Gerçeği açıklamada yetersiz kalmasının yanında, fazlaca normatif bir kavramdı ve kullanımı yüksek oranda siyasal amaçlara dayanıyordu. Bu yüzden de birçok Müslüman birey, parti ve toplum tarafından reddedildi. Diğerleri tarafından ise siyasal çıkarlar için kullanıldı.

Ilımlı İslam kavramıyla ilgili ilk göze çarpan özellik onun genel olarak Batılı ülkeler (özellikle de ABD) tarafından siyasal bir çerçevede ele alındığı. Yani, her ne kadar modernlik, hoşgörü, insan hakları, şiddete başvurmama ve demokrasi gibi değerleri kapsadığı iddia edilse de, pratikte olan şey ABD’nin dostları ‘ılımlı’, düşmanları ise ‘radikal’ oldular.

2000’li yıllar boyunca, Ürdün, Pakistan ve Fas gibi ülkeleri yöneten otoriter rejimler, ‘Ilımlı İslam’a olan sadakatlerini sık-sık dile getirerek hem ABD ve Avrupa ülkelerinden hem birçok ekonomik ve siyasal imtiyaz elde ettiler. Hem de ürettikleri ‘Ilımlı’ hava ile tüm muhalifleri ‘radikal’ etiketiyle yok ettiler ve otoriter rejimlerini perçinlediler. Kendisine karşı ‘ılımlı’ olunan şey, farklı görüşler, partiler, sosyal gruplar değil, ABD ve Avrupa idi.

Bu konuda Türkiye çok ilginç bir vaka oldu. Bir yandan, ülkeyi 2000’lerin başından itibaren yönetmeye başlayan İslamcı parti (AKP) kendisini demokrat diye tanıtarak, ABD’nin fazlaca desteğini alabildi. Bu destekle içerdeki muhaliflere, özellikle de dönemin Kemalist hegemonyasına karşı hem meşrutiyet hem de güç kazanmış oldu. Hem Türkiye hem de AKP, ABD yönetimi tarafından ‘Ilımlı İslam’ın en parlak temsilcilerinden biri olarak da gösterildi.

Ama Ilımlı İslam kavramı İslamcı parti (AKP) tarafından hiç bir zaman kabul edilmedi. Tayyip Erdoğan tarafından 2007 yılında şöyle reddedildi:

"Bu ılımlı İslam yakıştırmaları falan çok çirkin şeyler. Bu, bir defa dinimize saygısızlıktır, hakarettir. İslamın ılımlısı ılımsızı falan olmaz, İslam, İslam'dır, o kadar".

Akademide ise, ‘ılımlılaşma’ (moderation) kavramı moda oldu. Özellikle ‘inclusion-moderation’ (dahil olma-ılımlılık) hipotezi üzerinden, İslamcıların meşru siyasete katılarak ılımlılaşacağı fikri üretildi. Yani, İslamcı partilerin sorunu, meşru siyaset sürecine girilmelerine izin verilmemeleri idi. Siyaset sahnesinde oy kovalamalarına izin verilmeyen bu partiler, sonuçta şiddet, zorbalık vs. radikal yollara başvuruyordu. Eğer, seçimlere katılıp yönetimin parçası haline getirilirlerse, demokratik ve özgürlükçü normları benimseyecek ve ‘ılımlılaşacaklardı’.

11 Eylül’e kadar çok daha dikkatle kullanılan ‘moderation’ argümanı, 11 Eylül’den sonra, aceleci analizlerle birçok İslamcı partiye uygulanmaya başlandı. Burada normatif amaçların önemli bir rolü oldu. 11 Eylül’den sonra oluşan İslamofobik ortamda, politik-doğrucu Batılı akademisyenler İslam’a karşı yöneltilen eleştirileri kırmak için İslami demokrasiler üretme çabasına giriştiler.

Müslüman akademisyenler ise, yine İslamofobi’yi kırmak, ve kendi üzerlerinde oluşan baskıyı hafifletmek için benzer ‘Ilımlılaşan’ İslami partiler ürettiler.

Geldiğimiz noktada, bu analizlerin dikkatle yapılmadığını görmek mümkün. Biliyorum, bunu bugün söylemenin kolay olabilir. Ama bu analizlerle ilgili 2 temel sorun vardı ve bu sorunlardan dolayı bu analizler rahatlıkla yanlışlara karşı korunabilirdi ve dahası, hiç yapılmayabilirlerdi.

Birinci sorun şu idi: Salt stratejik çıkar amaçlı söylem değişiklikleri, bahsedilen İslamcı partilerin kendilerini ispat etmelerine izin verilmeksizin, ‘ılımlılaşma’ (moderation) için birer delil sayıldı.

AKP ve Müslüman Kardeşler örneklerinde görüldüğü gibi, konjonktür değişip siyasal gücü ele geçirdiklerinde, bu partiler söylemlerini de değiştirerek bir nevi ‘öz’lerine dönmüş oldular. Bu partilerin kendilerini ispat etmek için siyasal gücü ellerine geçirdikleri zamana kadar beklenmesi gerekiyordu. AKP ise, Kemalist hegemonyayla mücadele ederken AB’den destek almak amacıyla kendisini insan hakları ve demokrasi yanlısı gösteren, aslında ise tipik bir radikal İslamcı parti idi. AKP kurmaylarının ‘aslında’ ne düşündüklerini tabi ki kimsenin bilmesini bekleyemeyiz. Ama onlara demokrat veya ‘ılımlı’ demeden önce, siyasal gücü ellerine geçirmelerini beklemek gerekiyordu.

İkinci sorun ise, Ilımlı İslam kavramının kullanımıydı. Tanımı üzerinde hiç bir anlaşma olmayan, sadece İslam toplumlarına uygulanan ve son derece normatif ve siyasal olan bu kavram yerine, hem daha az normatif ve daha az siyasal olan, hem de küresel çapta karşılaştırmalar için kullanılabilecek kavramlar kullanılabilirdi. Bunlardan en önemlileri tabi ki demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler. Bu kavramların da bir yerde normatif olduğunun farkındayım, ama en azından ‘ılımlı’ kavramından daha az normatifler.

Taliban’ın Afganistan’ın tamamında yönetimi ele geçirmesiyle, radikal-ılımlı İslam tartışmalarının tekrardan alevlendiğini görüyorum. Taliban yönetimi son aylarda sürekli ‘ılımlı’ mesajlar yayınlamakta. Bu mesajlarda insanların mal, can ve onur güvenliklerinin sağlanacağı, Batı ülkeleriyle çalışan Afganların affedildikleri ve hayatlarına dokunulmayacağı, insanların ‘normal’ hayatlarına devam edeceği ve kadınların haklarına saygı duyulacağı belirtilmekte.

Bugün Taliban’ın ‘ılımlılaşacağını’ iddia edenler 2000’li yıllarda ayni şeyi İslamcılar için söyleyenlere kıyasla daha az. İslamcı söylemin uygar dünyada savunucuları neredeyse kalmadı. Yine de, Taliban’ın Afganistan’da total güç sahibi olacağı varsayılırsa, ilerleyen aylar ve yıllar bu ‘ılımlılaşma’ argümanını da test etmeye imkan sunacaktır. Benim tahminim, diğer tüm ılımlıcı argümanlar gibi, bunun da yanlış çıkacağı yönünde.

 

*Galip Beşirov kim: Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararasi İlişkiler bölümünü bitiren Galip Beşirov, Florida International University’de (FIU) aynı alanda doktora yaptı. 2014 yılında FIU’da Uluslararası İlişkiler alanında dersler vermeye başladı. Uluslararası Güvenlik, Uluslararası Politik Ekonomi ve Orta Doğu Politikasi dersleri okuttu. İslamcı politika, demokratikleşme, populizm ve ABD dış politikası konularında araştırmalar yürüttü. Makaleleri Democratization, Third World Quarterly, Cambridge Review of International Relations ve International Migration Review ve diğer dergilerde yayınlandı. Şimdilerde Deakin University’de Siyaset Bilimi üzerine doktora yapmakta ve Monash University’de Orta Doğu politikası üzerine ders vermektedir.

Öne Çıkanlar