Her kafadan ayrı bir ses, tek adam yönetimi dağılıyor mu?

Cumhurbaşkanı sözcüsü Kalın, Savunma Bakanı Akar, MİT Başkanı Fidan hatta İçişleri Bakanı Soylu adeta dışişleri bakanı gibi. Tabii bir de resmi bakan, Çavuşoğlu var...

Son günlerde Saray’dan özellikle dış politikaya ilişkin çıkan seslerdeki ahenk bozukluğu iyice dikkat çekmeye başladı.

Saray’da görev yapan atanmış bakan ya da bürokratların tamamına yakını dış politika konusunda hani deyim yerindeyse kendilerini birer cevher gibi görüyorlar. Ama tam bir çıkmaza giren dış politikadaki çaresizliği görmek için gözlüğe bile ihtiyaç yok.

Cumhurbaşkanı'nın yakın çevresinde, çekirdek hükümet gibi yer alanların neredeyse hepsi, dışişleri bakanı gibi konuşuyor.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile Savunma Bakanı Hulusi Akar, ülkenin hayati dış politika konularında kendilerince sürekli önemli laflar ediyorlar.

Saraydaki bu iki ismin özellikle son günlerde, S-400’ler meselesiyle ilgili yaptıkları açıklamaların tutarsızlığı bir yana, içerdiği çelişkiler artık saklanır, perdelenir olmaktan çıktı.

Özellikle Biden’ın göreve başlamasıyla birlikte ABD yönetiminden S-400’ler konusunda birbiri ardı sıra gelen açıklamalar ve yaptırım uyarıları Saray’daki dışişleri bakanlarını(!) belli ki endişelendiriyor.

Milli Savunma Bakanı Akar, ABD yönetiminin aktive edilmese de bulundurulmasını dahi istemediği bu füzeler için geçtiğimiz günlerde ‘Girit formülü’nün uygulanabileceğinden söz etmişti.

Yunanistan’ın, 1997 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rusya’dan aldığı S-300 füzelerini Türkiye’nin baskısı nedeniyle götürüp Girit’te bir hangarda depolamasını hatırlatmıştı.

Akar, ABD’nin taleplerinin tartışılabileceğini, hatta bazı tavizlerin verilebileceğini ima eden, nispeten alttan alan bir tonda konuşmuştu.

KALIN S-400’LER İÇİN GİRİT FORMÜLÜ DİYE BİR ŞEY YOK"

Bundan birkaç gün önce devreye, diğer dışişleri bakanı(!) İbrahim Kalın girdi. Onun açıklamaları ise oldukça farklıydı.

Resmi görevi Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü olan Kalın, bugüne dek ABD yönetimi ile ilişki kuran iki isimden birincisi. Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı ile yaptığı telefon konuşmasını anlatırken, "Mevkidaşıyla görüştüğünü" söylemişti.

Böyle bir makam, Türkiye’de olmasa da kendisini Erdoğan’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak gördüğünü açıkça ilan etmişti.

Biraz da bu sıfatın verdiği rahatlıkla olsa gerek Kalın, Milli Savunma Bakanı Akar’ın "S-400’ler için Girit formülünün uygulanabileceğine" ilişkin açıklamalarına karşı çıkarak Akar’ın sözlerinin gerçeği yansıtmadığını söyledi.

"Öyle bir formül gündemimizde yok. Farklı yorumlar yapılsa da aslında Sayın Bakanımız (Akar) böyle bir şey kastetmedi. Bu konu biraz çarpıtıldı" dedi. Sonra da, S-400’ler konusunda artık iyice sakız olmuş resmi masalı tekrarladı.

Patriot füzeleri alabilmek için çok uğraştıklarını ama ABD tarafının tatmin edici bir öneri getirmediğini ileri sürdü. Oysa yeni Biden yönetiminin değişik kademeleri birkaç gün önce yaptıkları açıklamalarla, bu iddiaların geçersiz olduğunu, Ankara’ya Patriot önerdiklerini ama iktidarın buna yanaşmadığını belirtmişlerdi.

Buna rağmen ‘Güvenlik Danışmanı’ Kalın, bu konudaki masalın ikinci bölümünü de herşeye rağmen tekrarlamakta bir sakınca görmedi. "Biz, S-400'lerin NATO savunma sistemi açısından yahut F-35'ler açısından bir tehdit teşkil etmediğini ve orada Amerikan tarafının dile getirdiği güvenlik kaygılarını giderecek bir mekanizmanın kurulabileceğine inanıyoruz. Bir teklif yaptık, bu teklifimizi yineliyoruz" buyurdu.

Resmi Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise bu komisyonu çoktan kurmuş ve iki tarafı masaya oturtmuştu bile!

Oysa ABD tarafı birkaç gün önce, böyle bir şeyin söz konusu bile olmadığını, komisyon falan kurulmadığını ve hatta kurulmayacağını da net bir şekilde açıklamıştı.

ÜLKENİN DIŞ POLİTİKASINA BU KADAR ÇOK KARIŞAN OLUNCA

Dış politikaya müdahil olanlar sadece Kalın ve Akar değil. MİT Başkanı Hakan Fidan da görünmez dışişleri bakanı gibi ülkenin dış ilişkilerinde önemli bir yer işgal ediyor.

Genellikle Cumhurbaşkanı’nın ağzından duyuyoruz Fidan’ın yaptığı işleri…

Suriye rejimiyle işbirliği amaçlı gizli görüşmeler, İhvancılık tutkusu nedeniyle Mısır ve İsrail ile kesilen ilişkileri onarmaya yönelik faaliyetler gibi…(Bugünlerde fazla ön planda görünmüyor ama…)

Son zamanlarda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da dış politikaya merak sardı. O da söz gelimi, Gare operasyonu dolayısıyla bolca çıktığı iktidar TV’lerinde ülkenin dış politikası hakkında bayağı derin analizler yaptı, yapıyor! Bütün dünyanın Türkiye’ye nasıl düşman olduğunu anlatıyor!

Tabii, unutmayalım bu ülkenin bir de resmi dışişleri bakanı var. Mevlüt Çavuşoğlu… Gerçi o son günlerde Erdoğan’la birlikte Saray’da Biden’dan gelecek telefonu beklediğinden çok meşgul ama yine de mesela, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, resmi dışişleri bakanının dışında kimseyle görüşmüyor. Onunla ve diğer ülke resmi yetkilileriyle görüşmek bakanın işi...

Çavuşoğlu’na daha ziyade protokol ve tepki gösterme bakanı demek daha doğru olur.

Ana meseleleri Kalın ve Akar dile getiriyor, o da gerekirse Türkiye’yi eleştiren kim varsa onlara tepki gösterip ağzının payını veriyor.

Bir de İletişim Başkanı olan Dışişleri Bakanı(!) var. O da New York’un Times meydanına asılan "Stop Erdogan -Erdoğan’ı Durdur" ilanlarına karşı devlet kesesinden "Love Erdoğan" kampanyası sürdürüyor. Dışarıda yükselen Erdoğan nefretine karşı, içeride ancak diktatörlere yaraşır bir kampanya ile kaş yapayım derken göz çıkarıyor. O da sık sık gerekli gereksiz dışişleri bakanlığına soyunuyor.

ABD’DEN NE GELECEĞİNİ TAHMİN EDİP TAVIR ALANLAR

Neyse, aslında ülkenin dış politikada ne halde olduğunu kavrayabilmek için bu görünüme bakmak yeterli ama sorun bu kadarla kalsa yine de iyi...

Ülke yönetimi tek bir adamın elinde olduğu halde görüldüğü gibi dış politika konusunda konuşan konuşana...

Her kafadan bir ses çıkıyor anlayacağınız.

Bir ülkede 4-5 tane dışişleri bakanı varsa ya da bazı Saray görevlileri kendilerine böyle bir görev biçmişlerse olacağı bu...

Ayrıca yeni ABD yönetiminin de Saray’ın dengesini iyice bozduğunu söylemek gerekiyor. Biraz da bu nedenle iktidar koalisyonu içindeki her kesim, her çevre ve her menfaat grubu, Washington’dan ne geleceğini kendilerince tahmin ederek bir pozisyon almaya çalışıyor.

Ama Erdoğan’ın gözü kulağı Halkbank davasında. Bu cenahın, davanın yeniden başlamasına aylar kala etekleri tutuşmuş vaziyette. ABD’de cezasını çektikten sonra Türkiye’ye gelişinde Borsa İstanbul’un başına getirilen Halkbank’ın eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’nın istifa ettirilmesi, bu yangını zor söndürür.

Bakalım arkadan daha neler gelecek?

Vaziyetleri pek parlak değil. Cumhurbaşkanı’nın etrafındaki her bir Dışişleri Bakanı, Beyaz Ev’den çıkacak mesajlara, alınacak kararlara göre durmadan tavır değiştiriyor.

Bu çaresizlik hali, Erdoğan’ın konuşmalarından attığı adımlara kadar yansıyor. Birinin açıklaması öbürünü tutmuyor, damattan bu yana Erdoğan sürekli en yakınlarını feda ediyor.

Her kafadan çıkan farklı seslerin çoğalması, tek adam otoritesine dayalı bu iktidar açısından pek hayra alamet değil.

Erdoğan’ın ipleri artık elinde tutamaz hale gelmesi, kontrolü kaybetmeye başladığının göstergesi değilse nedir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi