Erdoğan, Suriye'de daha fazlasını alamaz

Suriye’ye ilişkin peşpeşe gelen açıklamalar, haliyle “Ne oluyoruz!” da dedirtti insanlara.

Trump'ın "Suriye'den çekileceğiz" açıklaması yeni bir tartışmanın fitilini yaktı. Trump ile eş zamanlı, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da üst düzey bir Rojava ve Kuzey Suriye heyeti ile görüştü. Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov'un, "Suriye'de Kürtler olmadan çözüm olmaz" demesi de aynı güne denk gelen bir başka açıklamaydı.

Bunlar, bir yönüyle Kürtlerin elini güçlendiren etkenler ise diğer yönüyle de Erdoğan'a açılan kredinin sonuna gelindiğinin, işaretleridir. Bir diğer anlamıyla Erdoğan'ın artık eski politik argümanlarla yürüyemeyeceğinin göstergesidir.

Suriye'ye ilişkin peşpeşe gelen bu açıklamalar, haliyle "Ne oluyoruz!" da dedirtti insanlara.

Bunlara bakalım.

Trump'la başlamak gerekirse.

Trump'ın açıklamasına ilk tepki, kendi bakanlığının sözcüsünden geldi. Dışişleri Sözcüsü Heather Nauert "Bilgimiz yok" dedi. Ertesi gün de Pentagon, Mınbiç'teki asker sayısının artırıldığını açıkladı. Bu arada Fransa'nın Mınbiç'e asker gönderme kararı aldığı da basına yansıdı.

Trump, başından beri Pentagon'la Suriye ve Irak konusunda ortak bir çizgide olamadı. Bu nedenle zaman zaman fevri adımlar da attı. Ancak bu durum Nauert'in "Bilgimiz yok" demesine, Mınbiç'te asker sayısının artırılmış olmasına rağmen fevri bir adım gibi görünmüyor. Rusya'nın sahaya inmesiyle beraber Batı tarafından Suriye'de yeterince desteklenmediği kanısına sahip olan ABD, kendi destekçisi güçleri sahaya daha aktif çekme ve Rusya'yı geriletme amacıyla da bu sözleri dillendirmiş olabilir ki ben bu kanıdayım. Önümüzdeki dönemde Suriye'de çatışma ve savaşın giderek sönümleneceği, müzakerenin öne çıkacağı bir dönem olacağını varsayıyorsak, her kesimin kendi cephesini güçlendirmeye dönük adımlar atmak için işi sıkı tutmaktan başka çaresinin olmadığı da görülmelidir.

Fransa'nın geçtiğimiz hafta Rojava ve Kuzey Suriye heyeti ile görüşmesinin altında yatan nedeni de Trump'ın mevcut tutumundan bağımsız değerlendiremeyiz. Elbette birilerinin dile getirdiği gibi "ABD gidecek, Fransa gelecek" düşüncesinde değilim. Hatta zamanlamanın tesadüfî olmadığını da söylemek mümkün... Kanımca Fransa, önümüzdeki dönem politikalarını da göz önüne alarak aynı zamanda ABD ile geliştirdiği ortaklığın da gereğini yaptı.

Bu hızlı gelişmeleri ele alırken nedenlerden bir diğerine, belki de en önemlisine değinmek gerekir. AKP iktidarını politika değiştirmeye zorlayacak temel etken de budur.

Rusya'nın Türkiye'ye verdiği destekle Afrin'in TSK ve ÖSO'nun denetimine girmesinin yarattığı sonuçlar bu yönüyle önemli. Batı, Afrin'in bu güçlerin eline geçmesinin neden olacağı sonuçları başlangıçta tasavvur edemedi, belki de yeni yeni görmeye başlıyor. Türkiye'nin ÖSO güçleriyle birlikte Afrin'e girmesi kanımca nasıl bir riskle karşı karşıya olduklarını onlara ancak hissettirdi. IŞİD Suriye'de yeniden güçlenmeye başladı. IŞİD karşıtı koalisyonun sahada birlikte hareket ettiği yegane güç olan SDG, Kuzey Suriye ve Rojava Türkiye tehdidi altındayken askeri gücünü IŞİD'e karşı kullanmaktan vazgeçti, operasyonları durdurdu. Daha da önemlisi, Türkiye Afrin'i denetim altına aldıktan ve Doğu Guta da boşaltıldıktan sonra çok sayıda cihatçı selefist grup İdlib, Şehba ve Afrin'e, yani Türkiye'nin denetimindeki bölgelere geçmeye başladı. Bu bölgelere geçen cihatçı grupların hiçbirinin IŞİD'den farkı yok, her biri IŞİD kadar tehlikeli. Bunların güçlenmesi Batı açısından da, ABD açısından da risk. İleride kuşkusuz Türkiye ve Rusya açısından da risk olacak.

Son günlerde Batı'yı Suriye'de yeniden hareketlendiren etkenlerden birinin bu olduğunu da düşünmekte yarar var.

Şu husus artık çok belli. Türkiye, ABD ve Rusya ile denge politikası güdebilecek noktadan giderek uzaklaşıyor. Elbette ABD ve Rusya, kendi bölge çıkarları açısından Türkiye'yi yanlarında görmek isteyecek, bunun için çabalayacaklar, belki de taviz vermeye devam edecekler. Ayrıca bir kıyaslama yapmak gerekirse, Rusya'nın yanı sıra ABD'nin de, Batı devletlerinin de Kürtlerle ilişkiyi bozmak istememelerine rağmen son noktada tercih edecekleri partnerin Türkiye olacağı da çok açık. Bugüne kadar Türkiye'nin suçlarına göz yumulmasının bir nedeni bu. Rusya, ABD ile arasındaki çelişkilerde Türkiye ile çıkarları bütünleştiği için onları kullandı. ABD, Kürtlere dönük hesap kitapları kendi çıkarları temelinde yürüttü. Kürtler bunun bilincindeydi, bu ikiyüzlülüğü de görüyordular. Ancak konjonktürün gerektirdiği askeri işbirliğini reddedecek durumları da yoktu. Üstelik ABD'nin, "Bir tercihte bulunmamız gerekirse elbette müttefikimiz olan Türkiye'yi tercih ederiz" politikasını güttüğünü de bilen ve bunu açıkça dillendiren bir Kürt siyaseti vardı, Suriye'de.

Türkiye'ye gelince, o hem Rusya ile ABD arasındaki rekabetten, hem de ikisi arasındaki boşluklardan, çelişkilerden yararlanarak, dengeleri kendi lehine değiştirebilecek adımlar attı ve Afrin'e de bu sayede girebildi.

Dengenin Erdoğan'ın lehine dönmesine rağmen politikalarını değiştirmesi gereken yine Türkiye. Batı ve ABD'de bunu istiyor. Türkiye, Rusya'dan S400, Amerika'dan Patriot alarak bir denge kuramaz. Bu yönüyle baktığımızda Türkiye'nin, müzakerelerin öne çıktığı dönemde farklı bir siyasete yönelebileceğini, buna zorlanacağını belirtmek, yeni bir tespit olmasa gerek. Aksi takdirde Türkiye'ye verilen kredilerin - ki bu krediler Kürtlerin hala süren büyük acılar çekmesine de neden oldu– sonuna gelinir ki o zaman "Eyyy! diye haykırmaların da bir kıymeti harbiyesi kalmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi