Diyarbakır Barosu HDP'ye kapatma davasına karşı AYM'ye başvurdu

Diyarbakır Barosu HDP'ye kapatma davasına karşı AYM'ye başvurdu
Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren, HDP’ye dönük kapatma davası ve partili 451 siyasetçi hakkındaki siyasi yasak talebinin reddedilmesi talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin tarafından Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması, eş genel başkanlar Mithat Sancar ve Pervin Buldan'ın da aralarında bulunduğu 451 partili hakkında 5 yıl süreyle siyasi yasak getirilmesi talebiyle 17 Mart 2021’de hazırlanan iddianameyi kabul eden Anayasa Mahkemesi’ne (AYM), Diyarbakır Barosu’ndan konuyla ilgili önemli bir başvuru yapıldı.

Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Nahit Eren, HDP’ye yönelik hazırlanan iddianame ve yargılamaya ilişkin AYM’ye "Amicus Curiae (Mahkeme dostu)" sıfatıyla başvurdu. Latince bir hukuk terimi olan Amicus Curiae,  "bir davanın tarafı olmasa da davaya olan ilgisi veya sahip olduğu bilgi nedeniyle mahkemeye görüş sunarak davanın karara bağlanma sürecine yardımcı olan kişi veya kuruluş" anlamına geliyor.

Başvurusunda Baroların ve özelde de Diyarbakır Barosu’nun görevi ve misyonu hakkında hatırlatma ve bilgilendirmelerde bulunup, HDP’nin kapatılması talebiyle hazırlanan iddianame hazırlanma süreci ve ayrıntılarına yer veren Eren, demokrasilerde siyasi partilerin önemi üzerinde durdu.

Siyasal partilerin çoğulculuğun tesisi ve düzgün biçimde işleyen bir demokrasi bağlamında zorunlu/gerekli bir rol üstlendiğinin altını çizen Eren, "siyasi partilerin demokrasinin gereğince işlemesinde temel bir örgütlenme biçimini temsil ettiği kabul edilmesi gerektiğini" vurguladı.

Tüzük, programları ve yürütülen faaliyetler nedeniyle siyasi partilerin kapatılmasının 1990’lı yılların başından itibaren Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın başvuruları ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla yaygın ve sistematik olarak uygulandığını belirten Eren, Anayasa Mahkemesi tarafından geçmişte kapatılan partileri hatırlattı. Eren, AİHM tarafından siyasi parti kapatma kararları ile ilgili olarak yapılan başvurularda ise biri hariç (Refah Partisi/Türkiye) tamamında "örgütlenme özgürlüğü" ile "seçme ve seçilme hakkının ihlali" kararları verildiğine işaret etti.

PARTİ KAPATMA YAPISAL BİR SORUN

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın AİHM’nin ihlal kararlarına karşı aynı içerik ve suçlama konusu gözetilerek siyasi parti/lerin kapatılması talebinde bulunmaya devam ettiğini belirten Eren, "1990’lı yıllardan bu yana AİHM’nin istikrarlı ihlal kararlarına rağmen kapatma pratiğinin devam etmesi, bu durumun yapısal bir sorun olduğunu göstermektedir" dedi.

Baro Başkanı Eren, "Demokratik bir toplum düzeninde özerkliği, federalizmi ya da yerinden yönetim prensiplerini savunan siyasi fikirleri ya da örgütleri yasaklamanın kendisi, ifade özgürlüğü ve politik çoğulculuğu temel alan demokrasi anlayışına ve Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi de dahil olmak üzere uluslararası yükümlülüklerine aykırı olduğunun" da altını çizdi.

DAVA AÇMA YETKİSİ SORUNU!

"Siyasi Partilerin Kapatılması İstemiyle Dava Açma Yetkisi-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı" başlığı altında, usul açısından bakıldığında en önemli meselenin bir siyasi parti aleyhine yasaklama davası açma yetkisinin hangi kuruma verilmiş olduğu vurgusunda bulunan Eren, şunları belirtti: "Ceza davalarının aksine, bu yetki çok nadir olarak münhasıran savcılık makamlarına verilmektedir. Bunun nedeni, bu tür davaların siyasi niteliği ile sadece yasaklama veya kapatma davası açılmasının bile başlı başına ülkedeki siyasi hayat üzerinde çok olumsuz bir etki yaratabilecek olmasıdır. Bu nedenle, bir siyasi partinin kapatılması sürecinin başlatılması, belli yasal kriterlerin yerine getirilmesinin otomatik yasal sonucu olmamalıdır. Dava açma kararı, daha ziyade, söz konusu partinin demokrasinin işleyişi açısından arz ettiği tehdidin değerlendirilmesine dayanan ve yasal kriterlerin yanı sıra söz konusu bu partinin nihayetinde kapatılmasının doğuracağı siyasi sonuçları dikkate alması gereken ihtiyari bir karar olmalıdır.

Parti yasaklamaya ilişkin kuralları olan devletler, bu tür davaları yetkili mahkemeye taşımak için özel usuller tesis etmişlerdir. Pek çok ülkede, bu karar tamamen siyasi bir karardır. Örneğin Almanya’da, bu yetki Federal Parlamentoya, Federal Konseye veya Federal Hükümete verilmiştir ancak Federal Savcının başvuruda bulunma yetkisi yoktur. Başka ülkelerde de bu tür davalar karşısında tamamen "yasal" bir yaklaşım benimsenmesini engelleyen başka siyasi filtreler mevcuttur. İspanya ilk bakışta bu kurala bir istisna teşkil ediyor gibi gözükmektedir, zira bir siyasi partiyi kapatma davasını başlatma yetkisi yalnızca kendi inisiyatifiyle veya İspanyol Parlamentosu Cortes’in iki meclisinden birinin talebiyle hareket eden devlet savcısı kanalıyla hükümete verilmemiş, aynı zamanda kendi başına hareket eden Maliye Bakanlığına (savcı) da verilmiştir. Bununla birlikte, İspanya’daki uygulamalar, Maliye Bakanlığının bu yetkisini yalnızca hükümet politikasına uygun şekilde kullanmış olduğunu göstermektedir."

‘AVRUPA’DAKİLERE BENZER DEMOKRATİK FİLTRELER YOK’

Avrupa ülkelerinde bu davaların istisnai niteliğinden dolayı parti kapatma davası açma kararının demokratik siyasi kurumlara bırakıldığını ya da en doğrudan veya dolaylı demokratik denetim unsurlarına tabi olduğuna işaret eden Eren, Türkiye’de ise bu tür davalar karşısında tamamen "yasal" bir yaklaşımın benimsenmesini düzenleyecek ve dolayısıyla demokratik siyasal yaşamın sınırlanmasını engelleyecek "filtreler"in bulunmadığına kaydetti.

Eren, yaptığı başvurusunda "Odak Teşkil Etme" başlığı altında ise, odak kavramının anlamı ve unsurlarına değindi. Eren, Anayasa’nın 69/6 maddesinin "Bir siyasi partinin 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar" verileceğini belirtmiş olmakla beraber, bu hükümde bir partinin hangi hallerde yasak eylemlerin odağı haline gelmiş sayılacağını açıklamadığını belirtti.

Siyasi Partiler Kanunu’nun yeni 103. Maddesinin ise "odak olma"nın unsurlarını parti üyelerine ve parti organlarına göre ayrı ayrı düzenlediğini ifade eden Eren, "Yasak fiillerin partide odaklaştığının tespiti sorunu, odaklaşma kavramının analitik bir incelemesi yapılmadan belirlenemez. Başka bir ifadeyle, gerek hukuki belirlilik ilkesinin gözetilmesi çerçevesinde siyasi hak ve özgürlükleri güvence altına alan, belirsizlikten uzak bir hukuki kavrama ulaşılması gerekse de kelimenin anlamının netleştirilmesi açısından odaklaşma kavramının unsurları ortaya konulmalıdır" diye belirtti.

ÇÖZÜM SÜRECİ

Parti kapatmaya gerekçe yapılan fiilleri "Yoğunluk", "Zımnen veya Açıkça Benimseme", "Kararlılık" başlıkları altında uzun uzun ayrıntılandıran Eren, HDP’nin suçlama konusu yapılan çözüm sürecindeki faaliyetler üzerinde de durdu.

6551 sayılı Yasa’yla çözüm sürecinin yürütülmesinin hukuki ve yasal dayanakları düzenlenmiş olsa da HDP’li yöneticilerin Abdullah Öcalan ile İmralı Ada Cezaevi’ndeki görüşmeleri ve yürütülen çalışmalarının temelli kapatma ve siyasi yasak talebine konu edildiğini ifade eden Eren, "Yasanın genel gerekçesinde ‘Çözüm süreci hali hazırda ilgili kurumların mevzuatları çerçevesinde yürütülmektedir. Gelinen noktada sürecin ilerletilmesi ve Devlet politikası niteliğinin pekiştirilmesi açısından münhasıran çözüm sürecine ilişkin yasal bir düzenleme yapılmasında fayda görülmektedir’ denilmek suretiyle, bu sürecin bir devlet politikası olarak ilerletilmesinin ne kadar önemli olduğu anlatılmak istenmiştir.

Aynı şekilde 4. madde gerekçesinde de ‘Bu kanun kapsamında verilen görevlerin ilgili kamu kurum ve kuruluşlarınca ivedilikle yerine getirileceği düzenlenmiştir. Öte yandan bu süreçte görev alanların ve çalışmalara katılanların, gerçekleştirdikleri faaliyetler nedeniyle gelecekte herhangi bir yaptırım tehdidi ile karşılaşmamaları amacıyla, bu görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluluğunun doğmayacağı yönünde düzenleme yapılmaktadır’ denilmiştir.

‘İMRALI’DAKİ GÖRÜŞMELER YARGILAMA KONUSU YAPILAMAZ’

Yürürlüğe girdiğinde kamuoyunda Çözüm Süreci Çerçeve Yasası olarak da nitelendirilen bu özel yasanın yukarıda gerekçesi belirtilen 4. maddesi son fıkrasında yasanın 2. maddesine atıfta bulunularak ‘…bu süreçte ilgili yasanın amacına hizmet etmek amacıyla görevlendirilen tüm bireylerin bu kapsamda yürüttükleri tüm çalışmalarında hukuki, idari ve cezai sorumluluklarının doğmayacağı’ açıkça ifade edilmiştir.  

Yasanın anılan hükümleri ve gerekçeleriyle birlikte tüm kapsamı göz önünde bulundurulduğunda, bu dönemde yapılan İmralı Görüşmeleri, 6551 sayılı Yasa’nın gerekçesiyle ilgili maddeleri gereği, Çözüm Süreci döneminde yürütülen tüm faaliyetler ve bu kapsamda İmralı’da yapılan görüşmeler yargılama konusu yapılamaz" dedi.

Bir partinin yasaklanmasının veya kapatılmasının haklı olup olmadığı belirlenirken orantılılık konusunda katı mülahazalar uygulanması gerektiğini belirten Eren, devamında şunları ekledi: "AİHM'nin de belirttiği gibi ‘çoğulculuk olmadan demokrasi olmaz’ bir siyasi partinin bölgesel, dini veya azınlık partisi olduğu veya bir kimliği desteklediği için veya fikirleri olumsuz, popüler olmadığı veya saldırgan olduğu için yasaklanmamalı veya kapatılmamalıdır. Demokrasi ifade özgürlüğü üzerinde geliştiğinden ‘Bir siyasi grubu, yalnızca Devlet nüfusunun bir kısmının durumunu alenen tartışmak istediği için engellemenin hiçbir gerekçesi olamaz’. İlgili taraf şiddet kullanmıyor veya şiddet çağrısı yapmıyorsa ve sivil barışı veya temel demokratik ilkeleri tehdit etmiyorsa o zaman ne yasaklama ne de kapatma meşrudur. 

Sonuç olarak bir partinin hükümet eylemlerini eleştirmesi, anayasal düzenin barışçıl bir şekilde değiştirilmesini savunması veya belirli bir kişinin kendi kaderini tayinini desteklemesi tek başına bir partinin yasağını haklı çıkarmak için yeterli değildir. Demokrasinin kendisine zarar vermemek kaydıyla bir devletin mevcut örgütlenme biçimini sorgulayanlar dahi yasaklanamaz. Siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılması yalnızca, demokratik anayasal düzeni yıkmak için siyasi araç olarak şiddetin kullanılmasını savunan veya şiddet kullanan ve bu şekilde anayasa ile güvence altına alınmış hakları ve özgürlükleri zayıflatan partiler söz konusu olduğunda haklı olabilir. Bir partinin Anayasa’nın barışçıl bir şekilde değiştirilmesini savunması tek başına yasaklama veya kapatılma için yeterli bir sebep olmamalıdır."

SİYASİ PARTİLERE RESMİ İDELOJİ İLE SINIR

HDP’ye dönük kapatma davasını AİHM içtihatları ışığında değerlendiren Eren, Türkiye’de siyasi partilerin özgürlüğünün adeta resmi ideoloji ile sınırlandırıldığını ifade etti. Eren, aynı nedenlerle kapatılan siyasi partilerin başvuruları üzerine Türkiye aleyhinde ihlal kararları çıkmasına karşın, siyasi partilere karşı yargı tehdidiyle temelli kapatmanın yaygın bir tehlike olarak sürdüğünü belirtti.

‘AİHM KARARLARI UYGULANIRDA ÇÖZÜLÜR’

Yine 1982 Anayasası ve 2820 sayılı SPK’nda partilerin uyacakları esasları düzenleyen kuralların, AİHS’in ortaya koyduğu özgürlükçü anlayışın çok altında, daraltıcı ve yasaklayıcı olduğunu belirten Eren, Türkiye demokrasisiyle özdeş görülen siyasi partiler sorununun ancak AİHS hukukunu ve AİHM kararlarını doğrudan uygulamakla çözülebileceğini vurguladı.

Geçmişte verilen kimi kararlara rağmen HDP’nin temelli kapatılması talebinin de "devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı eylemleri" olduğu iddiasına dayandırıldığını belirten Baro Başkanı Eren, "Siyasi partilerle demokrasi arasındaki yakın ilişki göz önünde bulundurulduğunda, temelli kapatma talebi, uluslararası standartlara aykırıdır. HDP’nin parti programında yasal çerçevede siyasetin demokratikleştirilmesi ve topluma ait kılınması, halkların kendi kendini yönetmesiyle güçlü, demokratik ve özerk yerel ve bölgesel yönetimler kurulması gerektiği; Kürt sorununda barış, eşitlik ve demokratik çözüm için mücadele edilmesi gerektiği şeklinde amaçlara yer verilmiştir. AİHM bir siyasi partinin programının ve tüzüğünün o partinin amaçlarını ve niyetlerini tespit etmek bakımından göz önünde bulundurulabilecek yegâne kriter olmadığını takdir etmekle ve Venedik Komisyonu da aynı prensibi vurgulamakla birlikte programın muhtevasını söz konusu partinin yönetici ve üyelerinin aldıkları tavırlar ve eylemleri ile karşılaştırmak gerektiğini belirtmektedir. Başsavcılıkça delil olarak gösterilen, parti üyelerinin katıldığı eylem ve yaptıkları konuşmalar incelendiğinde hemen tümünün ülkede yıllardır devam etmekte olan çatışmalara ilişkin olarak demokratik çözüm ve barış hedefine yönelik oldukları görülmektedir" dedi.

‘HDP’NİN ODAK HALİNİ ALDIĞI İDDİASI TEMELSİZ’

Barışçıl gösterilere katılım, siyasi parti faaliyetinde bulunma, düşünce ve ifade hürriyeti kapsamındaki açıklama içerikleri gözetildiğinde, HDP’nin "odak halini aldığı" yönünde bir değerlendirmede bulunmanın temel hak ve hürriyetlerin ihlaline sebebiyet verdiğini belirten Eren, "HDP’nin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı eylemlerin odağı olduğu iddiasına dayanak olarak, 451 kişi hakkındaki suçlamalar gösterilmiştir. AİHM, Işıkırık/Türkiye kararı, İmret/Türkiye ve Bakır ve Diğerleri/Türkiye (10/07/2018) kararları, Selahattin Demirtaş/Türkiye No:2 Büyük Daire kararı, Gözel ve Özel/Türkiye kararıyla, iç hukuk kapsamında temel hak ve hürriyetlerin yapısal bir sorun olarak yasal mevzuat ve yargı pratiğiyle ihlal edildiğini belirtmiştir. Bu kapsamda, temel hak ve hürriyetleri ihlal edici yargılama pratikleri üzerinden, HDP’nin odak halini aldığı iddiası temelsizdir" dedi.

Eren, odak olma kriteri bağlamında iddianamede sayılan eylemlerin, iddia edildikleri gibi gerçekleşmiş olsalar dahi bunların partinin meşru etkinliklerine oranının partiyi, yasaklanacak bir ‘odak’ kılmaya yetip yetmediği ve ne şekilde yeterli sayıda bulunduğunun açıklanmadığını da vurguladı.

Oysa bu noktanın değerlendirilmesinin sayılan eylemlerin tamamına yakınının ifade/düşünce suçları olması nedeniyle son derece önemli olduğunu söyleyen Eren, "Kamu düzeni ve/veya güvenliği bakımından ‘açık ve yakın (mevcut) tehlike’ kriterinden bahsedilen yerlerde bu kriterin -içeriği hiçbir şekilde anlaşılmadan- şablon olarak kullanıldığı gözlemlenmektedir. Aynı şekilde AİHM’nin tespit ve kararları da şablon olarak iddianameye alınmış, anılan eylemlerle ilişkili bir değerlendirme yapılmadığını" diye kaydetti.

 ‘TALEPLER DEMOKRASİYE AYKIRI DEĞİL’

Demokrasinin temel özelliklerinden birinin, bir ülkenin karşılaştığı sorunları, şiddete başvurmadan, diyalog yoluyla çözümleme olanağı sağlaması ve siyasal çoğulculuğun gereklerini de yeterince dikkate alması olduğunun altını çizen Eren, "HDP’nin Anayasa’daki ilke ve prensiplere aykırı olarak farklı bir dil kullanımına, anadilde eğitime, özerk bölgeler esasına dayalı bir devlet sistemine vs. ilişkin taleplerinin demokrasiye aykırı bir yönünü bulunmamaktadır. Kaldı ki HDP’nin tüzük ve programının hiçbir yerinde politik amaçlarını şiddet yolu ile gerçekleştireceğine dair herhangi bir ibare, ifade bulunmamaktadır. Parti yönetici ve üyelerinin de bugüne kadar bu yönlü bir açıklama ve söylemi olmamıştır. Şu hali ile dosyadaki delil durumu HDP’nin kapatılması gibi ağır bir sonucu gerçekleştirmek için yeterli değildir. HDP’nin kapatılması ya da farklı bir yaptırıma maruz bırakılması acil bir sosyal ihtiyaca dayanmadığı gibi demokratik bir toplumda gerekli, zorunlu ve orantılı bir tedbir olmayacaktır" dedi.

‘KAPATMA TALEBİ REDDEDİLMELİ’

Eren, başvurusunda Anayasa Mahkemesi’ne Diyarbakır Barosu olarak mahkeme arkadaşı (Amicus Curiae) sıfatı ile sundukları bu görüşleri gözetilerek, temel hak ve özgürlükler ve hukukun üstünlüğünün ölçüt alınarak karar verilmesi, HDP açısından temelli kapatma ve 451 siyasetçi açısından talep edilen siyasi yasak talebinin reddedilmesi gerektiği görüşünde" olduklarını bildirdi. (Mezopotamya Ajansı)

Öne Çıkanlar