Bir hayalimiz var

Bir hayalimiz var
Sayın Selahattin Demirtaş, mektubunuzu aldım. Çok acil ve önemli meselelere dikkat çekilen mektubun asıl alıcısının bu ülkenin demokrat kamuoyu olduğunu ve öyle sahiplenileceğini umuyorum.

Sayın Selahattin Demirtaş

Mektubunuzu aldım. Türkiye’de tüm muhaliflerin açık saldırı ve tehdit altında olduğu böyle bir dönemde çok acil ve önemli meselelere dikkat çekilen mektubun asıl alıcısının bu ülkenin tüm demokrat kamuoyu olduğunu ve öyle sahiplenileceğini umuyorum. Ben de bulunduğum yerden +tıpkı sizin gibi+ öyle sahiplenilmesi için gayret edeceğimi en başından belirtmek isterim.

Çok yerinde ortaya koyduğunuz üzere oldukça karmaşık ve çok katmanlı bir krizler yumağının tam içindeyiz. Bir defa, Cumhuriyet bir demokratik gelenek yaratamadığı ve gerçekte bir Cumhuriyet olamadığı için bir krizin içinde. Farklı toplulukları bir araya getirecek bir "res publica" ve "civatas" inşa edemedi ve bu da o Cumhuriyeti küçük hizip gruplarının çıkarları ile çalışan, tertip ve manipülasyonlarla hareket eden bir devlet alanına dönüştürdü. Açıktır ki Cumhuriyet hiçbir zaman Cumhuriyet olmadı. Olamadı.

Güncel bir kriz de var: Siyasal İslamcılık krizidir bu da. Siyasal İslamcılık devlet geleneğinin içine yerleşti. Ruhu çöktü. İçi geçti. Rehin alma, işkence, kötü muamele "olay"ları yükselirken emlak spekülasyonları, döviz vurgunları ve tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi mal kaçırma rejiminin bir yolu olarak vakıflar kurma yoluyla bir haraç düzeni oluşturdular. Ruhlarını götürüp şeytana sattılar. Daha güncel bir sorun da var: Politik liderlik krizi diyebiliriz ona da. Yani "Erdoğan krizi": Kendi partisini lağvetti. Kendi kadrolarını tasfiye etti. Geride sadece kendisi kalana kadar savaşırken bizzat kendisi sadece Türkiye için değil, Türkiye’deki tüm siyasal hareketler, gelenekler ve topluluklar için bir kriz konusu haline geldi. Sezar’ın diktatoryası da tam böyle bir krize işaret ediyordu.

Bu nedenle yaşadığımız krizi en kapsamlı haliyle ele almak konusunda tamamen hemfikirim sizinle.

Ve yine haklısınız krize kapsamlı ve demokratik cevaplar yetiştirmek önerisi bakımından: Yaşadığımız krizlerin derinliği ve soruların çokluğu cevaplarımızın da daha kapsamlı ve gündelik tepkileri aşacak ölçüde kurucu olmasını gerektiriyor. Sadece ittifaklar ve hükümet inşası için değil Cumhuriyetin demokratik ve sosyal inşası için de düşünmeli, kapsamlı, tutarlı, birbiri ile eşgüdüm ve dayanışma içinde bir hareket ortaya koymalıyız. Tamamen aynı fikirdeyim sayın başkan.

Önerilerinize gelince onlara da katılıyorum ve bir ek öneride daha bulunmak isterim.

Demokrasi Sözleşmesi ve Aydınlar Heyeti

Değerli kardeşim,

Türkiye’de bugüne kadar çeşitli düzeylerde aydın hareketleri oldu. "Aydınlar dilekçesi" bir itiraz ve bir reform talebi olarak önemliydi örneğin. 1950’lerde Kore’ye asker göndermeye karşı çıkan Barışseverler Cemiyeti ve 1977’deki "Barış derneği" de hatırlanması gereken diğer bazı girişimler. "Barış için akademisyenler" hareketi ise Türkiye’de bugüne kadar pek rastlanılmamış bir "kurucu metni" harekete geçirdi. Sadece çağrı metni ile değil sonraki yıllar boyunca geliştirdikleri direnişler de örnek ve öğretici oldu.

Bunlar ve benzeri kısmi girişimleri bir kenara bırakırsak Türkiye’de maalesef bir demokrat harekete rast gelmedik. Devlet alanı sürekli tertip, oyun, tuzak ve manipülasyonlarla çalışan siyasi aktörlerin elinde kaldı. Tüm devlet hizipleri "kadrolaşma" ile partizanlık ve nüfuz genişletme çabalarından ibaret bir "siyaset" ile devleti ve devlet kurumlarını-kadrolarını bir "suç merkezi" haline getirdiler. Terörizmi, anarşizmi ve yolsuzluğu ise kendi dışlarındaki herkese yakıştırmaktan geri durmadılar tabii ki.

Türkiye Kürtleri, Alevileri ve sosyalistleri siyasal ve hukuksal düzeninden kategorik olarak dışlarken ve onlara terörizm etiketini yapıştırırken Türklere ve Sünnilere somut bir hak, adalet ve güvenlik sağladı mı peki? Tabii ki hayır! Tam tersine Türkleri ve Sünnileri de cehennemii bir şiddet oyununun içine sürükleyegeldi. Türklük ve Sünnilik onu temsil tekelinde tutan küçük hizip gruplarının kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını kıskanç biçimlerde sahiplenip demokratik hareketleri tehdit ederken yaslandıkları bir konfor alanından başka bir şey değildi. Bir zamanların Genel Kurmay başkanı İlker Başbuğ ve sayısız kuvvet komutanı da gördü gerçekte cumhuriyet içinde tutunacağı bir hak alanı ve geleneği olmadığını örneğin, Hatırlayalım ki terör faaliyetlerinden yargılanmışlardı. Kudretinden sual olunmaz Gülenciler de yargının eline düştüklerinde fark ettiler bu gerçeği. Kürdü ve Alevi’yi yok eden onları yok sayan bir cumhuriyetin Türkü de Sünni’si de kendi devletinin dehşetinden, zulmünden kaçamadılar ve kaçamazlar. Bugünküler de kaçamayacaklar.

Önerimi tam burada yapmak istiyorum sayın başkan: Bir Hayalimiz Var konferansı çok yerinde. Ama bir "Madencinin Kanaryası" veya "^Zehirliyoruz" konferansı ile başlayıp "Bir Hayalimiz Var.." konferansı ile devam etmeliyiz…

Şunu demek istiyorum:

"Madencinin Kanaryası" ya da "Zehirleniyoruz"

Akademisyen Delal Aydın "Madencinin kanaryası" metaforunu Türkçede tanıtarak çok önemli sonuçlar çıkarmamızı sağlayan bağlamlar açmıştır. Delal hocadan takip edersek: "Lani Guinier and Gerald Torres Madencinin Kanaryası adlı kitaplarında ABD’deki ırk ilişkilerine madendeki kanarya metaforu üzerinden bir bakış sunarlar…. Bu metafor eski bir madenci uygulamasına dayanıyor. Bu uygulamada madenciler maden ocaklarına indiklerinde yanlarında kafeste bir kanarya da götürürler. Madende bir zehirlenme olması durumunda kanaryanın kırılgan bedeni hemen bu zehirden etkilenir. Kanaryanın ötüşünü kesmesi madenciler için bir uyarı olur ve bu sayede madenciler madeni boşaltmak için zaman kazanırlar. Guinier ve Torres toplumdaki yapısal ırkçılığı bir tür toplumsal zehre ve bu ırkçılıktan en çok etkilenen grupları madenlerdeki kanaryalara benzetirler. Bu metafora göre kanarya bize şunu söyler: "Ben artık nefes alamıyorum ama sen de zehirlendin farkında mısın?"

Ve Delal hocanın çıkardığı bir diğer sonuç da çok önemli:

"Madendeki kanarya metaforunun en etkileyici yanlarından biri toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin sadece en kırılgan toplumsal kesimlerin meselesi olmadığının altını çizmesi. Zehir sadece kanaryanın meselesi değildir, ondan en önce etkilenen odur. Bu açıdan kanarya epistemolojik bir işlev görür, yani zehrin varlığının bilgisini sağlar." (Delal Aydın, Siyah ve Güzel: Ezilenlerin Bilgisi Üzerine, 5Harfliler)

Şimdi kaldığım yerden ve Delal Aydın hocayı takip ederek devam edeceğim. Kürtler ve Aleviler ve Ermeniler ve Rumlar ve Yahudiler, Süryaniler ve daha nice toplum ve toplulukları şiddetle ezerken, nefretle dışlarken biz huzur buluyor muyuz? Hayır tersine biz de zehirleniyoruz. Biz hak ve özgürlük sahibi oluyor muyuz? Hayır Türkler ve Sünniler de haklarını ve özgürlüklerini kaybediyor…

Değerli Başkan,

Evet hepimiz zehirleniyoruz. Kürde, Alevi’ye, Ermeni’ye, Rum’a, Yahudi’ye, Süryani’ye atılan her tokat Türk’e ve Sünni’ye de er geç dönüyor. Eğer bunu fark etmezsek, fark ettirmez isek bu oyun böyle devam edip gidecek. Biliyoruz bunu.

Bu nedenle önerileriniz arasına bir "Madencinin Kanaryası" veya "Zehirleniyoruz" metni ve konferansını da eklemeyi teklif ediyorum naçizane… Bir Hayalim Var konferansı da aynı sürecin tutarlı ve tamamlayıcı parçası olacaktır…

"Bir Hayalimiz Var…"

Kıymetli dostum, Kürd’ü Savunmak kitabımda sizin de kısa biyografinizi yazmış ve Martin Luther King’ten ilhamla size bir hayali konuşma yakıştırmıştım. Şöyleydi: "Bir hayalim var. Gün gelecek Kürtler ve Türkler Süphan’ın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına oturacaklar. Gün gelecek adaletsizlik ve baskıların sıcağıyla bunalıp çölleşmiş Türkiye bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek…". Sofraları çoğaltabiliriz: Hasan Dağında, Benim memleketim Binboğa tepelerinde, Toroslarda…

Türkiye’nin çölünü artık bir vahaya dönüştürmek gerekiyor. Toplumun önüne takip edebileceği hayalleri koymak gerekiyor. Şeyhimiz Bedreddin’den altı asır sonra Türkmen rençberler, Sakızlı Rum balıkçılar, Kürtler, Aleviler, Sünniler ortak toplumsal zamanımızın ruhunu yeniden kurmalı, bu hayali gerçek ve somut olarak önümüze koymalıyız…

Sayın başkanım,

Mektubunuzu ve çağrınızı çok yerinde buluyor ve o çağrıda kendi yerimi bulmaya gayretle çalışacağımı ve sorumluluklarımı üstleneceğimi bildirmek istiyorum.

Size ve koğuş arkadaşınız Dr. Adnan Selçuk Mızraklı’ya hürmetlerimi ve baki selamlarımı gönderiyorum…

Özgürce kucaklaşmak dileğiyle…

Av. Dr. Orhan Gazi Ertekin

Demokrat Yargı Hareketi Sözcüsü

 

Öne Çıkanlar