CHP’li Hamzaçebi: Türkiye, kitlesel uzun süreli işsizlik sorununu en ağır biçimde yaşıyor

CHP’li Hamzaçebi: Türkiye, kitlesel uzun süreli işsizlik sorununu en ağır biçimde yaşıyor
CHP İstanbul Milletvekili Akif Hamzaçebi, 'Ekonomi her zaman tam istihdam varsayımına dayalı olarak çalışıyordu. Ama artık bu varsayım çöktü' dedi.

'Maltepe Ekonomi Forumu'nun CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu moderatörlüğünde yapılan 'Türkiye’de Ekonomik Sorunlar ve Çözümler' başlıklı oturumunda yoksullaştıran yapısal ekonomik sorunlar konuşuldu. Oturumda CHP’nin Ekonomi Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, CHP Genel Sekreteri Selin Saye Böke, İstanbul Milletvekili Akif Hamzaçebi ve Konya Milletvekili Abdüllatif Şener konuşmacı olarak katıldı. Konuşmacılar fakirleştiren geril dağılımının nedenleri ve bundan çıkışı içeren önerilerini paylaştı.

Küreselleşme sürecinin 1980’li yıllardan itibaren yaşanmaya başlandığını, 2010 yılından itibaren de bir göç dalgasının bütün dünyayı etkisi altına aldığını belirten Akif Hamzaçebi şunları söyledi:

'GÖÇ DALGASI, GERİYE DOĞRU GİDEN BİR DEĞİŞİKLİĞE YOL AÇTI'

"Göç dalgasını özellikle Türkiye ve Avrupa Birliği ülkeleri yaşıyor. Avrupa ülkeleri bu göç dalgasından en fazla etkilenen ülkeler arasında. En başta da Türkiye'ye geliyor. Türkiye yaklaşık 5 milyon sığınmacıyla istihdam piyasasında büyük bir değişimi yaşadı. İstihdam piyasasındaki bu değişimle birlikte Türkiye'de imalat sanayisinin yapısı da değişmeye başladı. Daha doğrusu var olan yapıyı biz daha ileri, daha katma değeri yüksek ürün üretmeye yönelik bir değişime götürmeyi amaçlarken bir başka istikamete, geriye doğru giden bir yapı değişikliğine yol açtı bu.

'BU SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR POLİTİKA DEĞİL'

5 milyon sığınmacıyı iktidar çevrelerinden bazıları ekonominin kurtarıcısı olarak değerlendirdiler. ‘Eğer bunlar olmasaydı, ucuz emek olmasaydı bizim imalat sanayimiz maalesef bu maliyetlerle işi götüremeyecekti. Ucuz emekle biz uluslararası piyasalarda rekabet avantajı yakalıyoruz’ dediler. Bu aslında sürdürülebilir bir politika değil ve Türkiye'nin imalat sanayisini orta ve uzun vadede çökertecek olan bir uygulamadır.

'İLERİ GİDİŞ YOK'

Türkiye'nin imalat sanayi yapısının teknoloji yoğun ürün üreten bölümüne baktığımızda rakamlar şöyle: 2000’li yılların başında Türkiye imalat sanayisinin ürettiği teknoloji yoğun, yüksek teknolojili ürün üretiminin toplam üretimi oranı yüzde 3,5’larda. 2010’da bu rakam aşağı yukarı yine aynı. Şimdi de yine aynı, yani ileri gidiş yok. Aşağıda 3 grup daha var. Düşük teknoloji, orta düşük teknoloji, orta yüksek teknoloji. Bir dönem düşükten ortaya kısmen bir geçiş olmuş. Ortadan orta yükseğe bir geçiş olmuş. Ancak Suriyelilerin gelişiyle birlikte bu yukarı doğru o değişim de durmuş. Düşük ve orta teknolojili üretimde yoğunlaşmaya başlamışız. Bir ekonomide, bir üretim faktörü bollaşıyor ise o üretim faktörüne dayalı üretim artar. Emek ucuzluyor ise ucuz emek var ise ona dayalı üretim artıyor demektir. Türkiye’nin çıkışı bu değil.

'ERDOĞAN’IN SÖYLEDİĞİ AKLA ZİYAN BİR ŞEY'

Çin Modeli tartışması kesinlikle yanlış bir tartışmadır. Erdoğan'ın söylediği akla ziyan bir şeydir. O hala Çin'de 50 dolarlık, 100 dolarlık emek ücreti var zannediyor ve Türkiye'yi de hani oralara indirmeye çalışıyor diyebilirim. Evet Çin ucuz emekle kalkındı. Ucuz emek değeri ve düşük ulusal para değerinin yanına birkaç şey daha koyalım. Demokratik bir rejim yok. Demokratik düzen yok. Özgürlükler yok. Çin'in çevre kaygısı yok. Ekolojik kaygıları yok. Çin'in 2000 yılındaki kişi başına milli geliri bin 100 dolar seviyesindedir. Türkiye'nin 2000 yılı kişi başına geliri 3 bin 500 dolar seviyesindedir. Çin'in şimdi kişi başına geliri 10 bin 500 dolardır. Bizim işte geçen yıl açıklanan bu yıl çok daha kötü olacak tabii, 9 bin 500 dolardır. Bakın Çin nereden nereye gelmiş? Çin eğitime yatırım yapmış. Yüksek teknolojiye yatırım yapmış, geleceğe yatırım yapmış. Dünyanın 10 büyük teknoloji şirketi içerisinde Çin kökenli 2 tane şirket var. Çin başka bir yerde şimdi. 'Biz Çin gibi olacağız falan' derken Çin bizi geçmiş.

'İHRACATTA DURUM ÇOK DAHA KÖTÜ'

Teknoloji yoğun ürün üretimi toplam imalat sanayi ihracatı içindeki payı 2000 yılında yüzde 7’lerdedir. Şimdi de yüzde 3’lerde. Bakın ihracatta durum çok daha kötü. Dünya nereye gidiyor? 80’li yıllardan itibaren baktığımda ben 4 önemli gelişme görüyorum. Birinci olgu küreselleşmedir. Ardında bilgi ve iletişim teknolojilerindeki olağanüstü gelişmenin yaptığı küreselleşme 80’li yıllardan itibaren yoğunlaştı, hayatımıza girdi ve bunu hala birtakım sarsıntı ve problemlere rağmen yoğun bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz. İkincisi iklim değişikliğidir. Küresel ısınma dediğimiz kavram. Üçüncüsü endüstri, dördüncüsü sanayi devrimi, yapay zeka, internet teknolojisi nesnelerin interneti dediğimiz gelişme. Artık yapay zeka, robot teknolojisinin yükselişi dünyanın önündeki çok önemli bir mesele. Dördüncü önemli bir gelişme de ekonomik krizlerdir bence. Dünya artık 2000’li yıllardan itibaren bu uygulanan neoliberal ekonomi politikalarının yarattığı kaçınılmaz ekonomik krizlerle tanıştı. Bu sistemin kaçınılma sonucudur ekonomik krizler.

'POLİTİKALAR DEĞİŞMEDEM KRİZLERDEN KURTULMAK MÜMKÜN DEĞİL'

2008-2009 ekonomik kriz, finansal kriz aslında gündeminden bağımsız olarak yaşanmış tekil bir kriz değil. Süregelen ekonomik politikaların kaçınılmaz sonucudur. Bu son da değildir. Yani bu politikalar değiştirilmediği, yeniden kurgulanmadığı sürece dünya ekonomileri, Türkiye ekonomisi bu krizle kaçınılmaz şekilde karşılaşacaktır.

'80’LERDE BAŞLAYAN BORÇLANMA DEVAM EDİYOR'

80’lerle birlikte küreselleşmenin başlamasıyla birlikte vergi oranlarında yaşanan düşüş ve kamu borçlanmasında yaşanan artış bu borçlanma bütün hızıyla devam ediyor. Bütün ülkelerin kamu borçları artıyor. Kamu borcundaki artışa paralel olarak vatandaşların, bireylerin, hane halkını, sanayicinin finans kesiminin borçlanmasında bir artış görüyoruz. Getirilen ekonomik tedbirler, paketler de her biri yeni krizlerin başlangıcına neden olan bir süreci başlatmıştır. Bu dönemi 3 başlık altında şöyle özetleyebiliriz. 'Vergi devleti' vardı 70’lerde, 80’lerde 'borç devleti', 90’larda 'konservasyon devleti'. Borçların sürekli ertelendiği yeniden vadeye bağlandığı bir dönem.

'ARTIK REFAH DEVLETİ ÇATIRDIYOR'

Artık bu büyümenin sürdürülebilir olmadığı görülüyor. Büyüme artık kapsayıcı değil. 70’li, 80’li yıllarda gelen 'sosyal devlet' anlayışı ki benim görüşüme göre 20’nci yüzyılın en büyük buluşudur. 'Refah devleti' dediğimiz bu model ulus devleti güçlendiren bir fonksiyon da icra etmiştir. Artık refah devleti çatırdıyor. Refah devleti kayboldu zaten. Sosyal devlet güç kaybetti. Ama gerçekten devleti yeniden keşfetmemiz, devletin yeniden ekonomideki düzenleyici, denetleyici rolünün güçlendirilmesiyle birlikte sosyal devletin kapsama alanını genişletme yönünde bir fonksiyon icra etmesi lazım.

'KİTLESEL VE UZUN SÜRELİ İŞSİZLİK VAR ŞİMDİ'

Eski dönemin, yani 80 öncesi klasik iktisadın varsayımı tam istihdamdı. Yani işsizlik geçiciydi. Ekonomi her zaman tam istihdam varsayımına dayalı olarak çalışıyordu. Ama artık bu varsayım çöktü. Kitlesel ve uzun süreli işsizlik var şimdi. Bu uygulanan ekonomik politikalarının sonucudur ve Türkiye bu sonucu en ağır biçimde yaşamaktadır. Bugün bizim gerçek işsizlik oranımız yüzde 20’lerdedir. Dünyada böyle bir ülke herhalde bizden çok daha geri ülkelerde belki bu oranları görebiliriz.

'ÇEVRE VERGİLERİ DÜNYA GÜNDEMİNDE'

Küreselleşme sürecinde ülkeler bir vergi rekabetine girdiler. Daha düşük ve dolaysız vergilerle, daha düşük vergi oranlarıyla daha uygun yatırım iklimi yaratarak uluslararası sermayeyi kendilerine çekmek amacıyla bir rekabete giriştiler. Dolaysız vergi oranlarında düşüş meydana geldi. Çok uluslu şirketler matrah kaydırması gibi birtakım avantajlarını kullandı. Teknoloji şirketleri bunu olağanüstü ölçüde çok iyi kullandılar. Buna karşın OECD ve Avrupa Birliği birtakım projeler geliştirmeye başladı. Çevre vergileri bütün dünyanın gündemine geldi.

'OECD ÜLKELERİ İÇİNDE VERGİ YÜKÜ DÜŞEN TEK ÜLKE TÜRKİYE'

Bir ülkenin vergi sistemini analiz etmekte kullanılan en temel kavram vergi yüküdür. Ne kadar vergi topluyorsunuz? Toplanan verginin milli gelire oranı nedir? Ölçü budur. Sosyal güvenlik primleri dahil vergi yükü yüzde OECD rakamlarına dayalı olarak söylüyorum yüzde 23.1’dir. Türkiye düşük vergi türüne sahip ülkelerden birisidir. Hatta bizden düşük olan sadece Meksika'dır. Sosyal güvenlik primleri hariç vergi yüküne baktığımızda tablo çok daha çarpıcı ve üzüntü verici. Türkiye'nin vergi yükü şu anda yüzde 15,9’dur. Bu oran 2000 yılında yüzde 20’lere gelmişti. Yüzde 20’ler civarında Türkiye'nin bir vergi yükü vardı. Şimdi bu rakam yüzde 15,9. OECD ortalaması yüzde 25’lerdedir. Türkiye'de OECD ülkeleri içerisinde, vergi yükü 2000 bin yılından bu yana düşen tek ülke Türkiye’dir. Vergi toplamıyorsanız bütçe açığınız daha fazla oluyor. Daha çok daha çok faiz gideri ödüyorsunuz.

'AK PARTİ 12 VERGİ AFFI YAPTI'

AK Parti iktidarı, iktidar olduğu tarihten bu yana tam 12 vergi affı yapmıştır. Ekonomik krizler, pandemi süreci vesaire, bu nedenlerle borçlarını zamanında ödeyemeyen mükelleflerin vergi borçlarının yeniden yapılandırılmasını olumlu buluyorum.  Elbette bunu biz de savunduk. Kanun tekliflerimiz var. Ama, sürekli olarak matrah artırımı, sürekli olarak varlık barışı yaparsanız kimse vergi ödemez.

'HİÇ KİMSE ÖDEMESİ GEREKEN VERGİYİ ÖDEMİYOR'

Tahsilat oranları Türkiye'de düştü. 2000’li yılların başından 2007-2008 yılına kadar Türkiye'de tahakkuk eden her 100 liralık verginin 92 lirası tahsil ediliyordu. Bu iyi bir orandır. 2008 yılından itibaren bu oran düştü. Şu an bu oran yüzde 80’lerdedir. Yani kimse ödemesi gereken vergiyi de ödemiyor. 'Yapılandırmalar etkiledi' denebilir. Hayır. Sistemli bir şekilde düşmüş. Bir de yine bir ülkenin vergi sistemi hakkında bilgiyi dolaylı dolaysız vergiler ayrımı verir.

'YÜK VERGİDEN KALAMAYANLARA KALIYOR'

Türkiye’nin 2020'de vergideki dolaysız vergilerin payı yüzde 37,5, dolaylı vergilerin payı ise yüzde 62,5. Bu, Türkiye'de vergi adaletinin olmadığını gösterir. Bakın vergi ödenmediği için vergi yükü düşmüş. Sonuçta kime kalıyor bu yük? Tüketiciye, dar gelirliye, vergiden kaçamayanlara kalıyor bu yük. Bizim vergi sistemimizin 5 temel unsuru olacak. Birincisi; şeffaf mevzuat uygulama. Böyle cumhurbaşkanına verilen yetkiler 10 kat arttırır, azaltır ya da gelir idaresinin yayınladığı özelgeler, bunların hepsi şeffaf olacak. Hepsi yayınlanacak. İkincisi; vergi yükü öngörülebilir olacak. Kimse sabah uyandığında yeni bir vergiyle karşılaşmayacak. Öngörülebilir vergi yükü, geniş vergi tabanı, vergi adaletine sahip bir vergi sistemi olacak. Bir diğer önemli unsur yeşil vergiler. Vergi sistemi yeşil olacak. Bu yeşil yatırım, yeşil istihdam, yeşil finansman gibi unsurları kapsayacak. Vergi denetimi siyasal iktidar elinde bir silah olarak kullanılıyor.

'VERGİ DENETİMİ SİYASAL İKTİDARIN ELİNDE BİR SİLAH OLARAK KULLANILIYOR'

Vergi denetimi, siyasal iktidarın elinde bir silah olarak kullanılıyor. Şimdi demokratik devlet nedir diye bir soru sorduğumuzda, genellikle verdiğimiz cevap, 'Hak ve özgürlüklerin güvence altında olduğu, kuvvetler ayrılığının bulunduğu, demokratik bir anayasaya sahip ülke' oluyor. Bu kavram, bu saydığım unsurlarla sınırlı değil. Siyasal iktidarın gücünü sadece kuvvetler ayrılığıyla sınırlandırmak, rejimi tanımlamak için yeterli değil. Siyasal iktidarın gücü Merkez Bankası bağımsızlığı ile de zaten sınırlandırılıyor. Siyasal iktidarın gücü, düzenleyici, denetleyici kurumlarla sınırlandırılıyor. Ve siyasal iktidarın gücü özerk gelir idareleriyle sınırlandırılıyor. Vergi tamamen siyasal iktidarların inisiyatifine bırakılamaz. Hiç kimse vergi denetiminden endişe etmemeli." (ANKA)

Öne Çıkanlar