'Bazı roller vardır küçüktür, parsayı toplar gidersin'

'Bazı roller vardır küçüktür, parsayı toplar gidersin'
Ayşen Gruda, Yaşam Boyu Onur Ödülü'nü kabul ederken ödülünü Aylan bebeğe adayarak 54 yıllık sanat hayatını boşa geçirmediğini gösteriyordu.

Gazeteci Elif Key usta sanatçı Ayşen Gruda'nın ölümünün ardından bir yazı kaleme aldı. Key yazısında Ayşen Gruda'nın hayatına dair ipuçları verdi.

Ayşen Gruda'nın büyük rollerde gözünün olmadığını Key, sanatçının şu sözleriyle hatırlattı: "Büyük rollerde gözüm yok, ben küçük küçük rolleri daha çok severim. Bazı roller vardır, küçüktür, parsayı toplar gidersin" demişti. 

İLGİLİ HABERLER: EMRE GRUDA: HEPİMİZİN ANNESİ ARAMIZDAN AYRILDI 

Elif Key'in BBC Türkçe'de, "Ayşen Gruda: Gitti iki gözümün çiçeği" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle: 

Domates güzelimiz, Vecihi'nin biricik aşkı Fikret'i, Süt Kardeşler'in Emine'si, Çiçek Abbas'ın Şükriye'si, Çöpçüler Kralı'nın Hacer'i, Hababam Sınıfı'nın Ayşe'si, Tosun Paşa'nın Zekiye'si, Bizim Aile'nin Feride Abla'sı, Namuslu'nun Naciye'si, Nahide Şerbet'imiz, iki gözümüzün çiçeği, kuyruklu yıldızımız gitti.

Ayşen Gruda ruhundaki zarafetini, bir gram estetik yaptırmadığı, yaşının, her hüznünün her kahkahasının çizgilerini tek tek sayabildiğimiz o tatlı yüzünü, kıvrak zekasını, o fırlama hallerini, o sapasağlam, hiç eğilip bükülmeyen hallerini, ruhunu yanına katarak bizi terk etti.

Bakınca hayattaki eski güzel günleri gördüğümüz pencerelerimizden biri daha kapandı.

Dünyanın en komik, en fırlama, en zeki kadınlarından, kendisini çirkin görenlere inat güldürdükçe güzelleşen biriydi, o bizim çirkin krallarımızın yanı başında duran çirkin kraliçelerimizdendi.

Tuhaf bir havası, serin bir hali, bu memleketin starlarında pek rastlanmayan bir sadeliği vardı.

Ne zaman bir yerlere konuk olsa, ne zaman mikrofon uzatılsa hiçbir aşırılığa kaçmadan, laubali olmadan, fuzuli laf sarf etmeden konuşan, hatta bazen bakışlarını donuk donuk sabitlediğinde karşısındakini 'Ben yanlış bir şey mi dedim acaba?' diye afallatıp ürkütecek bakışlı bir kadındı.

Kendisini seksi bulup bulmadığını soranlara su yeşili gözlerini dikip, 'Yavrucuğum sen bana bakmayı bilememişsin' deyip kahkahalarla gülüyordu.

Kadıköy'den üç tanesini beş kuruşa aldığı elbiselerini sanki Chanellerden Guccilerdenmiş gibi inci kolyesiyle, inci küpeleriyle nefis taşıyordu. Hep yapılı saçları, hep sade makyajıyla bir gün bile ne gözümüzü yordu, ne kalbimizi.

Pırıl pırıl bir zihinle geçmişte takılıp kalmadı, zırıl zırıl bir nostaljiye bir gün bile izin vermedi.

Sorduklarında elbette anlatıyordu, Ertem Eğilmez'li günleri, fukaralık arkadaşım dediği Kemal Sunal'ı ne kadar özlediğini, Adile Naşit ve Halit Akçatepe'yle komşuluklarını, dostluklarını, ama konu filmlere gelince; 'Ay çocuklar, her gece kendimi görüyorum televizyonda fenalıklar geliyor içime, zaten arkadaşlarımın hepsi öldü, kalbim kırılıyor, üzülüyorum' deyip o eski günler topuna hiç girmiyordu.

Arkadaşlarıyla buluşmalarında 'Ekmek kaça, domates altı lira mı oldu? Bunları konuşuyoruz' diyordu. Ayşen Gruda hep otobüse bindi, hep 'Feride'nin ojesine paramız yetecek mi?' sahiciliğinde kaldı.

Halbuki o farklıydı, oynadığı roller farklı. O kırılgan, duvak düşkünü, gözlerini kocaman açıp 'Bana abla deme' diye yüzünde salatalık maskesi, kafasında bigudileriyle çığlıklar atan Feride Abla'ydı, 'Kendimi intihar edeceğim anne, evlerde kaldım' diye diye hüngür şakır ağlayan Fikret'ti, Ayşen Gruda ise '1.500 sevgilim oldu' deyip soruyu soranla da aşkla da eğlenebileceğini gösterendi.

'Çapkınım' diyordu, hoş flörtlere kalbimizi açmamızı söylüyordu. Fikret kafasını önüne eğip, sinemada elini tuttu diye Oktay'a tokat atandı.

Ayşen Gruda yolda önünde yürüyen birinin önce çorabına, sonra da poposuna baktığını nefis, su gibi anlatandı. 'Bugüne kadar gördüğüm en iyi popo İlyas Salman'ın, onda zenci poposu vardır' deyip kıkır kıkır gülendi.

Hiçbirimiz herhangi bir sabaha onun da o garabetler dizisi haline gelen röportaj zincirine katıldığını görerek uyanmadık. Veremez miydi o da bir röportaj? Sinir uçlarımıza değecek bir başlık attıramaz mıydı? Kim bilir kaç kere istenmişti ondan da demeçler vermesi, cevaplarını güzelce cımbızla çekip o cımbızı gözümüze sokup, 'Alın o çok sevdiğiniz, yere göğe koyamadığınız Ayşen Gruda'nızı başınıza çalın' denecekti. Dedirtmedi, ayağımıza taş değdirtmedi. Gözlerimizin içine baka baka, bizi hem ağlatan hem güldüren o kırılgan halleriyle, yılışıkla samimiyeti duvar gibi birbirinden ayıran netliğiyle sessizce ve hatta 'Kadınlar komik değildir'e verilecek en nefis cevabı veremeden gitti.

Dişi Şarlo olduğunu kendi kendine keşfediyordu. Domates Güzeli karakteriyle içindeki kavukluyu yakalamıştı. Kadınlara çok şey verdiğini sanan, kaşıkla verip sapıyla çıkaran memleket kavuğu tabii ki ona vermedi. Halbuki o memleketinden bir gün bile ümidini kesmemişti. Bir partiye ihtiyacı yoktu, dünyanın her yerinde işi komediyle uğraşmak olan insanlar gibi muhalifti, susmayanlarındandı.

Demeç düşkünü olduğundan değil, güçlü, korkusuz, lakin aynaya bakınca kendini memleketine üzülen bir insan olarak gördüğünden konuşuyordu.

Dönemin Başbakanı Erdoğan'a, 'Yeğenim' diye seslenmişti. Aradaki yaş farkını hesaplamış, oğul desem olmaz, bey desem ona yakışmaz diyerek, usul bir tonda konuşuyordu: 'Yeğenim, sevgi ve empati her şeyin ilacı. İstiyorsan bunu sana öğretirim. Birlikte yaşamak zorundayız, gidecek başka ülkemiz yok. Seni yanıltıyorlar, yapma, kanma, izin verme' diyordu. Gruda'ya göre Başbakan Erdoğan'ın tek ihtiyacı kedi ve kimseye kanmamaktı. Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Ayşen Gruda ihtiyaç listesine iki kalem daha ekledi: Sevgi ve kahkaha. 'Bence Cumhurbaşkanı'nın sevgiye ihtiyacı var. Biraz daha sevgi gösterilse belki bize daha az bağırır. Sevgisizlik insanı katır kutur yapıyor' diyordu.

O katır kuturluktan kendisini memleketini, gençleri, çocukları, hayvanları çok severek kurtarmıştı. Ülkenin gençlerinden bir gün bile endişe etmedi. 'Yeni nesil komik mi?' gibi tuzak sorulara, 'Bayılıyorum' diye yanıt veriyor, yeni nesil kadın komiklere destek atıyor, dizilerde beraber oynadığı gencecik meslektaşlarını övüyordu. Yaşam Boyu Onur Ödülü'nü kabul ederken ödülünü kıyılarımızda boğularak hayatını kaybeden Aylan bebeğe adayarak 54 yıllık sanat hayatını boşa geçirmediğini gösteriyordu.

En zor, en doğru soruyu bir tek o sordu: 'Benim filmlerimle büyüdünüz de nasıl böyle oldunuz? Biz nerede hata yaptık? Ben de şimdi bundan endişeliyim' diye diye gitti. Şimdi yerine seçecek bir domates güzelimiz bile olmayacak, bir kez daha GDO'lu egolarla baş başa kaldık işte…

'Büyük rollerde gözüm yok, ben küçük küçük rolleri daha çok severim. Bazı roller vardır, küçüktür, parsayı toplar gidersin' demişti. Ne kadar doğruymuş, en büyük parçayı koparıp gitti.

Nurlar içinde yatsın. (KÜLTÜR- SANAT SERVİSİ)

Öne Çıkanlar