Başı dertte olan Dünya gezegeni değil üzerinde doğaya hükmetme gafletine düşen insanlıktır

Başı dertte olan Dünya gezegeni değil üzerinde doğaya hükmetme gafletine düşen insanlıktır
İklim krizi bir çevre problemi olarak görülse de aslında bir ekonomi ve sınıf problemidir.

Asrın KELEŞ'in, Halkların Demokratik Partisi Ekolojiden Sorumlu Eş Sözcüsü Menekşe Kızıldere ile röportajı


Küreselleşme politikasının etkisi ile kendisini ‘alternatifsiz tek düzen’ imiş gibi dayatan kapitalizm, bu şımarıklıkla kendisini doğanın da sahibi sanacak kadar başı dönmüş halde. Emperyalizmin dünyayı sadece kendi pazar alanı olarak görmesi gibi, doğa da bir meta olarak görülerek, sermayenin çıkarı doğrultusunda özelleştirilmeye yöneldi.

Bugün Türkiye’deki mevcut sistem; doğayı kendi çıkarı için özelleştirip, "çevre" dediğimiz, tüm canlılar ve insanların ortak yaşam alanlarına vahşice bir saldırganlıkla el uzatacak kadar gözü dönmüş bir sermaye düzenini temsil ediyor. Dereler ticarileştirilip, kamuya ait olan suyumuza el konuluyor, tüm su kaynakları, meralar, tarım alanları, ormanlar, sit alanları, hatta denizler bile sadece sermayenin çıkarı için kullanılmak adına tüm canlılar, insanlar ve halklar yok sayılırcasına talan ediliyor. Bu projeler, kendisini doğanın sahibi zannedecek kadar başı dönmüş kapitalist sistemin veya doğayı bir meta gibi algılayan gözü dönmüş sermayenin, doğadaki ekolojik yaşamı da sömürmeye yönelik geliştirdiği "doğayı sermayenin çıkarı doğrultusunda özelleştirme" tavrıdır. İzlenen yanlış ekonomi, tarım ve çevre politikalarının yarattığı bir başka sonuç; sermayenin çevreyi mal, doğayı meta olarak gördüğü kapitalist sistemde, ekolojik yaşam da "rant kapısı" haline getirilişini Halkların Demokratik Partisi Ekolojiden Sorumlu Eş Sözcüsü Menekşe Kızıldere ile değerlendirdik;

5  haziran Dünya Çevre Günü ilan edilişinin 48 yılı egemen bir ihtiras yüzünden, tüm canlıların yaşam kaynağı olan doğamızın ve onun bir parçası olarak yaşamın bulunduğu evrendeki tek ortak ev olan Dünyamızın başı dertte mi?

Aslında başı dertte olan Dünya gezegeni değil üzerinde doğaya hükmetme gafletine düşen insanlıktır. İklim krizi içinde yaşadığımız tüm ekosistemleri ve ekolojik dengeleri tehdit etmektedir. Bir çık tür kaybolmakla yüz yüzdedir. İnsanlık içinde yaşadığı ekosistemleri hem tahrip etmeye hem de iklim krizini harlandırmaya devam ettiği müddetçe kaybolacak türler arasında yer almaya doğru gitmektedir. İklim krizi artık durdurulamaz. Bu bir gerçek. Sadece iklim krizinin etkileri ile mücadele edebiliriz. Bu da en temelde her canlı için onurlu bir yaşam talep etmektir.  Tıpkı insanlar gibi diğer türlerin de yaşamlarının doğal olarak devam etmesine saygı göstermektir. Fakat iklim krizi ile mücadele için ciddi önlemler alınmadığı müddetçe gelecekte insan türü için bile onurlu bir yaşam mümkün değildir. İklim krizi bir çevre problemi olarak görülse de aslında bir ekonomi ve sınıf problemidir. İklim krizinin ne aşamada olduğu ve ekolojik yıkım müdahalelerinin bunu nasıl etkilediği ortadadır. Buna karşın devletlerin çevreye ilişkin politikaları  bu krizi yönetecek en önemli araçlardır. Fakat sadece sermaye gruplarını gözeten politikalar devletleri uzun vadede finans krizlerine sürüklemekte ve halkları yoksullaştırmaktadır. Hem etkilerinin hem de önlemlerinin yansıması devletlerin sistemlerine ve ekonomilerine dokunmaktadır. Yönetim, devlet hizmetleri, üretim, tüketim vergilendirme dahil tüm sistemleri etkilemektedir. Dolaysısı ile bir devletin tüm yönetişim faaliyetlerinin neticelerini direk etkilemektedir. Kapitalist sistemler sebebi ile iklim krizi sınıfsallaşmıştır. Yoksullar ve toplumların ötekileri üzerindeki etkileri çok daha fazladır.

Kırk sekiz yıldır Dünya devletleri 5 Haziran’ı gezegenin limitlerini hatırlama ve doğaya saygı anması olarak irdelese de gelinen son noktada ne gezegenin limitlerinin gözetildiği ne de doğaya saygı ile politikalar üretilmediği ortadadır. Bu tarih bir kutlama günü olamaz ve bir hatırlama günü olma özelliğini de kaybetmiştir. Bu sebeple bu tarihlerde irdelenmesi gereken tam da ekolojik yıkımlar ve bu yıkımlar karşısında verilen mücadelelerdir. Biz de parti olarak bu tarihi ekolojik yıkımları ve doğaya olan saldırıları hatırlatma günü olarak irdeliyoruz. Pandemi sürecinde yaşanan doğa saldırılarını kayıt altına alıpbir rapor hazırladık ve yanlış politikaları örnekler üzerinden ele aldık.

 

HDP ekolojik yıkımları nasıl değerlendiriyor? Önümüzdeki dönemde ekoloji mücadelelerinin büyüyeceği düşünüldüğünde HDP’nin bu sürece dair hedefleri nelerdir?

Türkiye de uygulanan çevre politikalarını ele aldığımızda ülkenin ekolojik krizlere ve iklim krizine karşı kırılgan hal geldiğini görmekteyiz. Herhangi bir krizden zarar görmeden çıkma şansımız yoktur. Uzun vadeli önlemler planlanmalıdır. Devlet politikaları bu yönde geliştirilmelidir. Hâlâ yaşamakta olduğumuz Korona krizinin de gösterdiği üzere, ivedi önlemlerinin yansıra doğayı, ekolojik dengeleri ve halkın yararını gözeten politikaları artık vakit kaybetmeden uygulanmalıdır. T.C. Anayasası yurttaşlarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını 56. Madde ile anayasal bir hak olarak garanti altına almaktadır. Fakat ne çevreyi, ne de ekolojiyi gözeten rant odaklı politikalar ile yurttaşların anayasal hakları barınma, hava kalitesi, sağlıklı gıda, temiz suya ulaşım gibi temel ihtiyaçlar bakımından tehdit altındadır. Pandemi sırasında yurttaşların iradelerine rağmen yaşam varlıklarına ve halkın yaşamına yapılan müdahaleler aynı zamanda Anayasal bir hakkın ihlalidir. Türkiye’nin maalesef bir iklim politikası ve iklim krizi planı yoktur. Devletin ürettiği çevreye ilişkin tüm politikaların odağında sermaye grupları ve rant hırsı vardır. Bu pandemi sürecinde halkın karşı karşıya kaldığı saldırılar bunun en büyük gösteresidir.

HDP ekoloji alanında ilkesel bir siyaset yürütmektedir. Doğayı, yerel halkın iktisadi, sosyal ve kültürel yaşamını koruyan ve doğanın devamlılığına, gelecek kuşakların haklarını korumaya odaklı bir ekoloji politikası perspektifimiz var. Hatta parti örgütlerimizde ekolojiye ilişkin kabahatli davranışın dahi partimizde hoş karşılanmayıp, ilkesel olarak cezalandırılması gerektiğine ilişkin tartışmalar dahi yürütülmektedir. Ekolojiye ilişkin kabahatli davranışın cezalandırılması tartışması sanırım bu Ülkede hiçbir partinin tartıştığı bir konu değildir. Ekolojinin ana akım politikaların bir parçası olması, ilk günden itibaren Parti kararlarında yer alması da göstermektedir ki; HDP kuruluşundan itibaren etkin bir ekoloji, geniş çerçevede ‘çevre politikası’ yapmaktadır. Dolayısı ile ekoloji mücadelesi aktörleri ile hem sahada hem politik düzeyde yakın ilişkileri olan bir Partiyiz. Fakat bu hassas ilişkide yerimizin politika üretmek, gerektiğinde sorunları parlamentoya taşımak olduğunu asla unutmamaktayız. Siyasi bir partinin toplumsal muhalefeti desteklemesi kurulmasına yardımcı olması önemlidir fakat ideolojik olarak da sınırlarını bilmelidir. Yerel mücadeleler, o yöredeki halkın bileceği, yöneteceği bir iştir. Bizim görevimiz seslerini duyurmak, gerektiğinde Parlamento’ya taşımaktır. Bizim yerel mücadeleler ile dayanışma çizgimiz budur.

 

Küresel sermayenin iklim değişikliğine etkileri olduğunu düşünüyor musunuz? Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Küresel sermaye iklim değişikliğini geri dönülmez noktaya getiren elin ta kendisidir. Exon Mobil’in 70’lerde yaptığı bir araştırmada iklim değişikliği gerçekliğini öğrendiği ve bunu yıllarca halktan gizlediği ve bunu bile bile iklim değişikliğine üretimiyle katkıda bulunduğu haberi küresel sermayenin iklim değişikliğini krize dönüştürmesinin en iyi kanıtıdır. İklim krizine karşın önlem almada 197 Birleşmiş Milletler devleti yanı sıra birçok devletten daha güçlü ve zengin 80 şirket sorumludur. Bu 80 küresel sermaye şirketi bir çok devletten daha fazla emisyon üretmiş ve Gezegeni çok daha fazla kirletmiştir. Güç ve finans dengelerini de ellerinde bulundurarak devlet politikalarına da etki etmektedirler. Trump yönetiminin Paris İklim Anlaşmasından geri çekilmesi ve ülke yönetimini petrol lobisine bırakması bunun en güncel kanıtıdır. Kürsel sermayenin ve yerli sermayenin Türkiye politikalarına da etki ettiğini görmekteyiz. Türkiye’nin Paris Anlaşmasını onaylamayışı ve bir adil enerji dönüşümüne gitmeyişi bu sebeptendir.

Küresel sermaye adil enerji dönüşümünün, küçülmenin, alternatif ekonomilerin geliştirilmesinin elbette kâr elde etmediği müddetçe karşısındadır. Halkın enerji kooperatifleri, bireysel enerji üretimi ve enerji demokrasisin güçlenmesi küresel sermayenin gücünün halka geçmesi olduğu için iklim krizine karşı önlem olarak sunulan bu olguların karşısında durmaktadırlar.

Fakat yaşadığımız krizler bize başka şansımız olmadığını göstermektedir. Bunun karşısındaki direncimiz zorluklarla karşılaşsa da yaptığımız şeyin doğruluğu bizim gücümüz olmalıdır. Yani gücümüzü haklı olmaktan almaktayız.

Öne Çıkanlar