Ayasofya yıkılsın, yerine TOKİ inşaat yapsın

Ayasofya, cami olduktan sonra savaşta bile görmediği zulmü yaşamaya başladı. Tarihi bir yapı olmasından ziyade ele geçirilmiş bir yapı olarak algılandığından hınç duygusuyla hareket edildi.

Kubbe, en serbest ve en muhteşem tekâmülünü ve mesnet açıklığındaki rekorunu Roma’ da değil, İstanbul’ da buldu. Geniş ve cür’etkarane yapılmış kubbesiyle Ayasofya, o ana kadar yapılan bütün emsalini gölgede bırakmıştır. İnşa eden üstatların temayülü, şarki Doğu Roma’nın emperyalizmini bir timsal halinde tebarüz ettirmekti. Heybetli bir görünüşle nazarları üstüne çekmek emelinden doğan ilk saray kilisesi budur.

BrunoTaut

Bu yazımı, son zamanlarda üzerinden garip bir tartışma yapılan ve gerçek bir zulüm yaşayan, inşa edildiği yıllardan beri inançlı kesimler için kutsallığı önemli olan Ayasofya üzerine yazmaya karar verdim.

Son dönemlerde çıkan haberlere göre Ayasofya ciddi bir tahribat altında. Tahribattan daha vahimi parçalarının yenmeye çalışılması. Haberlere göre İmparatorluk Kapısı’nı yiyecek kadar kutsal sayanlar varmış. Bu kapının parçalarını yemişler. Eh madem bu raddelere varıldı, o zaman en azından "Yıkılsın ve isteyenler de afiyetle yesin!" demek geliyor içimden.

Olaylar silsilesinin bununla bittiğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Tarihi yapının su hazinesi kapağını kırıp ayakkabılarını saklayanlar da olmuş. Ayasofya’yı yıkıp yerine yeni bir cami yapılırsa daha kullanışlı bir şekilde gelenlerin ayakkabılarını koyacağı bir alan yapılabilir.

Böylelikle bizler de her gün çıkan bu garip haberlere vah vah dememiş oluruz. Nasılsa Ak Parti döneminin çok güçlü inşaat firmaları var. TOKİ var yani, çok sanatsal inşaat yapan firmaları var.

İnsanın kıt olduğu, inşaatların insan gücüyle yapıldığı, kültür ve sanatın değerli olduğu yıllarda Bizans İmparatoru

I. Justinianus tarihe geçecek bir kararla 532-537 yıllarında kutsal ve heybetli Ayasofya (İlahi Bilgelik) Kilisesi’ni inşa ettirmiş. Tabii bu kilise yapılışından itibaren üzerinde çok konuşulan ve herkesin sahip çıkmak istediği tarihi bir yapı olmuş. Bir dönem Ortodokslardan alınıp Katoliklerin eline geçmiş. Bana göre, kilisenin yapılmış olması bile ilerleyen yüzyıllarda Bizans’ın Osmanlı’ya İstanbul’u teslim edecek hale düşüren bir bağnazlığa vesile olmuş. Heybetli kilise her daim bir gizem içinde anılmış ve anılmaya da devam ediyor. Bir yandan da bu heybetli yapısı nedeniyle aynı zamanda savaşlara ve kavgalara vesile olmayı sürdürüyor.

800’lü yıllarda Ruslar için, 1200’lü yıllarda da Katolikler için bile ayrı bir anlamı oldu. Tabii Osmanlı için de İstanbul ve Ayasofya 1453 yılından itibaren çok daha özel bir yer haline geldi. Cumhuriyet döneminde ise Ayasofya’nın cami olması için sağ partilerin propagandası devam etti.

Ak Parti’nin demokrasiden ve Batı’dan uzaklaşma süreci ilerleyince Ayasofya Kilisesi’ni cami yaptı. Fakat baktığınız zaman kilisenin tarihinde ilk kez camiye çevrilmediğini görürsünüz. Artık cami olması içe dönük ve dışa dönük bir politikanın net şifresini verdi. Aslında bu yapının başına gelenler Anadolu’daki kiliselerin de başına geldi. Kiliseden dönme binlerce cami ya da başka amaçlı kullanılan yapılar Anadolu’da mevcut.

Esas cami yapma kararından sonrasını çok önemli görüyorum. Ayasofya, cami olduktan sonra savaşta bile görmediği zulmü yaşamaya başladı. Tarihi bir yapı olmasından ziyade ele geçirilmiş bir yapı olarak algılandığından dolayı hınç duygusuyla hareket edildi. Her şey Yunanistan’la ve bir yanıyla Ortodoks dünyayla bir kavganın parçası haline dönüştürülmesi ile başladı.

Bu bakış aslında Osmanlı bakiyesi olan Rum, Ermeni, Süryani- Asurilerin görmezden gelinmesinin özetidir. Az bırakılmış olsak bile bizler buradayız. Burada dindar Hıristiyanların ya da kültürel açıdan bu yapının zarar görmesine izin verilmesi iç gıcıklayıcı bir durum. Fakat bence esas sıkıntı bu yapının kutsallığına inanan dindar kesimin kapıları kemirmesine sebep olan inanç eksikliği ve buna imkân veren siyasi aklın müdahale etmeyişi. Kapıları, duvarları kemirmekten medet bekleyen bir kesimin olması üzerine sayfalarca yazılar yazılabilir. Böyle bir yazının son cümlesi "Gerçek din bu değil." olacaktır.

Lozan Antlaşması’nın "Azınlıkların Korunması" başlığı altındaki Madde 42'sini hatırlayalım:

"Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü korunmayı sağlamayı yükümlenir. Aynı azınlıkların bugünkü durumda Türkiye’de mevcut olan vakıflarına dini ve hayrî kurumlarına her türlü kolaylık ve müsaade gösterilecek ve Türkiye hükümeti yeni din ve hayır kurumlarının kurulması için bu gibi özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir."

Bu maddenin yürürlükte olduğu unutulmuş durumda. Madem bu maddeye uymuyorsunuz, bari tarihi yapının kültürel ve tarihsel değerine denk bir İslami değer eşliğinde ibadethaneye saygı gösterilsin fakat bu ne mümkün!

Bu coğrafyanın Hıristiyan yerli halklarının geçmişten gelen değerlerinin yağmalanmasını her gün görüyoruz. Daha yeryüzündeki değerleri görmeyen ve fark etmeyenler gizemli Ermeni ve Roma altınları arıyor yer altında...

Gümüşhane ili sınırları içinde bulunan Dipsiz Göl’ün kuruma sebebinin kaçımız farkında? Birkaç yıl evvel Gümüşhane Valiliği bu gölde define var diye Kültür Turizm Müdürlüğü’ne başvuruyor. Alınan izin neticesinde Roma İmparatorluğu’nun Anadolu’daki dört büyük lejyonu arasında gösterilen 15’inci Apollinaris lejyonunun hazinesi aranıyor. Arama yapılması anlaşılabilir fakat o kadar ekolojiye zarar vererek ve arkeolojik kazıya uygunsuz bir şekilde yapılıyor ki 12 bin yıllık göl kuruyor. Hazineyi kepçelerle arayan zihniyet ne yazık ki eli boş dönüyor. Gerçek paradan puldan daha değerli olan gölün kattığı değer de fark edilmeyerek yok ediliyor. Sonradan sular basılıyor falan falan. Doğal göl oluyor suni göl.

Geçen günlerde Ak Parti’ye yakınlığı ile bilinen Osmanlı Ocakları Genel Başkanı Kadir Canpolat, Ermeniler’in Osmanlı altınlarını Erzurum civarına sakladığını basın yolu ile açıkladı. Şimdi içimden "Bari o bölgede birkaç Ermeni kalsaydı da yerini söyleseydi." demek geçiyor ama cümlemi dikkatle topluyorum.

Halktan insanlar define arayabilir, bilgisizlikle garip hurafelere inanabilirler. Define aramak insan doğasından gelir. Esas olan bizleri yönetenlerin bu duruma karşı önlem alması olmalı. İktidarınızı korumak istiyorsanız ülkenin tüm fertlerine eşit davranmak zorunda olduğunuzu unutmamanız gerek. Kendi dininize ve ananenize önem veriyorsanız sizin dışınızdaki inançların da mekânlarına saygı göstermeniz elzemdir.

Uzun lafın kısası, bu tarihi yapılara ya değeri kadar önem verin ya da yıkın gitsin. İnsanların canını daha da acıtmayın.

 

Yazımın sonunda Gezi Parkı Direnişi’nin yıl dönümünde, park olmadan önce el konulan mezarlığımızda yatan atalarım, Gezi Direnişi’nde yıldız olan değerlerimiz ve Gezi Davası’nda haksız yere rehin tutulan Gezi aktivistleri için adalet beklentimi haykırıyorum…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Murad Mıhçı Arşivi